Çeşitli nedenlerle şehirden ayrılan iki sevgili dostum için bir şey yazmak istiyordum ki bir hikâyede. “Tabi şehir değildi önemli olan, nerede yaşadığının bir önemi yoktu ki. Önemli olan yaşadığın şehirde, o şehrin gökyüzünü kimlerle paylaştığındı.’’* cümlelerini okuyup paylaşmıştım. Bir dostum cevap olarak “Biz aynı şehirde değiliz ama aynı gökyüzüne bakıyoruz,” diye bir cevap yazdı. Bir an durup düşündüm, gerçekten de dostlarım yaşadığımız şehirden ayrılmak zorunda kaldığında ya da ben daha önce yaşadığım şehirden ayrılmak zorunda kaldığımda dostlarımızla ayrılmamıştık ki. Evet, belki eskisi kadar görüşemiyoruz, özellikle ortak buluşmalarda yoklukları daha çok belli oluyor, her sohbette mutlaka isimleri geçiyor, anılar saklandıkları yerlerden çıkıp sohbetin tam ortasına yerleşiyor ama biliyoruz ki aradan ne kadar zaman geçerse geçsin tekrar yüzyüze gelindiği ilk an tüm ayrı kalmışlıklar silinecek, biz bıraktığımız yerden devam edeceğiz. Ya da telefon görüşmeleri yeni gülüşmelere aracı olacak ve bunlar da anı defterlerinin sayfalarına işlenecek. Dostluk da bu değil mi zaten, zaman ve mesafe dinlemeyen bağlılık. Bazen fiziksel olarak en yakınımızdaki insan bile çok uzak değil mi bize?

En çok dostlarımızın sözü değerlidir; zaman zaman kızsan da kopmazsın ondan, bilirsin en zor anında yanında olacaktır. Ona o kadar güvenirsin ki bu bir uçurumun kenarında gözü kapalı yürüyebilimektir varlığından aldığın güçle. Bilirsin ki kendisi düşmeden asla uçuruma teslim etmez seni. O yüzden her birimizin hayatında sayıları çok azdır. Arkadaşımız çoktur da dost dediğimizde aklımıza gelenlerin sayısı çoğunlukla bir elin parmağını geçmez. Ne mutlu bulana, olana.

Kabul çoğu zaman yanılır, kimilerini dost sanırız maskeler ardında gizlediklerini görmeden ama hayat er-geç o maskeyi yerle bir eder ve sen canını acıta acıta görürsün çirkinlikleri. Bu nedenle güvenemezsin kimseye, tetiktesindir, hep serçenin yüreğiyle yaklaşırsın insanlara, koca koca duvarlar örersin araya, en sert halini takınırsın, bazen alaycı sözlerin arkasına saklamaya çalışırsın o yaralı kırılgan insanı; kimse görmesin istersin, zaten bir türlü iyileşmeyen yaralarına yenisi eklenmesin. Bilirsin kendinden başka saracak kimse yoktur yaranı, yine dönüp kendin tımar etmek zorundasındır, yarasını yalaya yalaya iyileştiren bir köpek gibi.

İşte tam bu anda elinde ilaçla gelir dost, usulca sokulur hayatına, önceleri tüm sinir uçların alarmdadır, kaçmak için bir ayağın kapının dışında. Yaklaştırmak istemez, huysuzluk edersin, ama o vazgeçmez, sıcak bir gülümseme ile yıkıverir kalelerinin tüm surlarını, güneş tüm cömertliği ile doluverir yüreğinden içeri; ısınırsın, bahara duran ağaçlar gibi yeşerir renk renk dalların. Hayata karışır, hayatın parçası olursun. Yaraların kabuk bağlar, iyileşir. Geriye ufak izler kalır bazen ama acımaz artık. Nefes alırsın yeniden, tüm ciğerlerini havayla doldurur, “Yaşamak sen ne güzelsin!” dersin. İlk defa görür gibisindir kendini, aynada başka birine bakmaktasındır artık.

Böyle bir duygu mesafe de tanımaz, zaman da. Nerde, hangi halde olursan ol elinin sıcaklığı hep avuçlarındadır.Dedim ya seni uçuruma teslim etmez kendi düşmeden. Onlar yaşam kadar kıymetlidir bu yüzden.

Yüreğimin en kıymetlileri, sevgili dostlarım iyi ki varsınız, aynı şehirde ya da uzak diyarlarda aynı göğe baktıkça biliyorum ki hep yan yanayız.

*Arzu SAÇLI-Hiç Kimse