Başkanlık sistemi, devlet yönetiminde tek bir kişinin başkanlığında hükümet etme ve devleti yönetme esasına bağlı siyasi sistemdir. Yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında katı bir ayrılığa dayanan temsili bir yönetimdir.”

2020 yılının ilk yazısına bilimsel bir girişle başlayayım istedim. Avukat olduğumu hatırlayıp artık biraz hukuktan da bahsetmeliyim düşüncesinin etkisi de var tabi. Ama sizi siyaset biliminin kitabi bilgilerine boğmayı düşünmüyorum. Siyaset bilimi ile tanışma hikâyemden bahsedeceğim. Sandığınız gibi hukuk fakültesinde değil sağlık meslek lisesinin başında tanıştım siyaset bilimi ile. Şaşırmayın. Şimdiki bakış açınız ile geçmişi yorumlarsanız birçoğunuzun siyaset ile tanışmasının daha eskilere dayandığını anlarsınız.

Yatılı lise hayatımın ilk günleriydi. Ülkenin çeşitli şehirlerinden gelen arkadaşlar, şehre ve yatılılığa alışmaya çalışırken, benim gibi birkaç kişi ise kendi şehrinde yatılı okumanın anlamsızlığı ile boğuşuyordu.

Okulun ilk haftası olması ve otuza yakın kızın bir sınıfta bulunması sebebiyle sınıfta gürültü hiç eksik olmuyordu. Yine gürültü çıkarmakta sınırlarımızı zorladığımız bir gün nöbetçi öğretmen kapıdan “Bu ne gürültü nizam intizam sıfır, kendinize gelin” diye gürledi. Korkudan hepimiz sus pus olmuştuk. Hoca geçici çözüm olan sessizliği sağladıktan sonra kalıcı çözüm fikrini “Sınıf düzeninin sağlanması için size bir sınıf başkanı gerek seçim yapılana kadar bir başkan belirleyeceğim, kim olmak ister?” diyerek belirtti.

Kafamı kaldırıp hocaya baktım ve elimi ürkekçe kaldırdım. Benden başka epey bir kişi de parmak kaldırıyordu. Koltuk sevdası bu ülke fertlerinin genlerine işlemişti ne de olsa. Hoca sınıfın üzerinde bakışlarını gezdirdi. Beni işaret ederek “sen ol yeşil gözlü” dedi. Ben mi deyip arkama bakacak oldum. Arkamda kimse yoktu. Ne yani göz rengine göre mi seçilir başkan? Diye düşünürken, “cin gibi bakıyorsun senden olur başkan” diyerek hoca asıl sebebini açıkladı. Bir dakika önce sıradan bir öğrenci iken “cin gibi bakıyor olmam” sebebiyle başkan olarak atanmıştım.

Siyasete girmek istiyorsan uyanık olacaksın. Kişisel özelliklerin seni bir adım öne çıkarabilir. Evet, şans önemlidir ama şans ayağına geldiğinde düşünmeden talep etmelisin ki o şans işe yarasın. Hiç aklımda yokken bunların birleşmesi ile başkan oluvermiştim. Demokratik bir yöntemle değildi, atanmış başkandım. Seçime kadar layıkıyla görev icra edip seçilmiş başkan olabilirdim. Sorumluluk bilincimin geliştiği yatılı okul yıllarındaki ilk görevime adadım kendimi tabi. Herkes memnundu başkanlığımdan. Konuşanları tahtaya yazıyordum ama öğretmen gelmeden siliyordum. Arkadaşlarımın hem saygısı hem de sevgisini kazanmıştım. Bu önemsenme duygusu hoşuma da gidiyordu üstelik. Yaptığın bir şeyin takdir edilmesi duygusu insana müthiş bir enerji veriyordu. Bu enerjiden olsa gerek okulda ne kadar iş varsa sorumluluk alarak geçti lise hayatım. Öğretmenler odasına girdiğimde her öğretmen “Yeliz şu iş ne oldu, Yeliz bunu hallettin mi? Yeliz o iş sende haberin olsun” sözleri ile besleniyordum belki de.

Önemsendiğimden emin olmak için atanmış başkan değil mutlaka seçilmiş başkan olmalıydım. Demokrasi için ise gereklilikti bu. Halkın iradesi sandığa yansımalıydı. Halk (bütün sınıf) beni istiyordu. Seçim formalite gibi olacakı ama formalite de olsa seçim yapılmalıydı. Çocukluk cehaletiyle demokrasiyi seçim zannediyorduk diyeceğim ama şimdi bile seçim yapınca kendini demokratik sanan bir sistemin içindeyiz. Bunları düşünerek geçti atanmış başkanlığımdaki süre.

Öğretmen sınıfa gelip, seçim için adayları sorduğunda, bu nedenlerle kimse aday olmaz sanıyordum. Ama başımın ilk sarı belasını hesaba katmamıştım. Ben adayım dedikten hemen sonra arkamdan ben de adayım demesiyle ilk rakibimle tanışmıştım. Dönüp şaşkınlıkla baktım ama o gülüyordu. Seçilemeyeceğini bildiğinden olsa gerek işi eğlenceye vurmuştu. Siyaset gereği kızmamış gibi yapmaya çalışıyordum ama sonuçları görünce ağzının payını alırsın diye de içten içe bileniyordum. O gün bu gündür siyaseten de olsa duygularımı belli etmemeyi hiç öğrenemedim.

Oylama gizli yapılacaktı. Bu nedenle öğretmen bizi sınıfın dışına çıkardı. Kapının önünde oylamanın yapılmasını bekliyorduk. Bizim “sarı rakip” durmadan gülüp konuşuyor benimle dalga geçiyordu. O eğlencesinde idi işin ama ben oy vereceğim diyenler döner mi ki acaba? diye düşünerek kendimi germekle meşguldüm. Bir yandan da kızdığımı sanmasın diye Sarı’nın şakalarına eşlik ediyor, onunla birlikte eğlenmeye çalışıyordum. Bizim sarı rakip, durumu hiç ciddiye almadığından, eğilmiş anahtar deliğinden içeriyi gözlüyor ve sürekli konuşuyordu. Ben “hoca kızacak şimdi konuşma kapının dibinde” diye çekelemeye çalışsam da faydası olmuyordu.

Ve bu mücadelenin arasında “Kızacağına gel sende bak bitti oylama” dedi.

Merak duygusu öğrenmenin ilk kuralıdır. Genelde faydalıdır ama başa bela olduğu da hepimiz tarafından bilinir. Hayatım boyunca merak duygum defalarca başıma bela olmuş ise de o gün de vazgeçemedim merak duyguma yenilmekten. Ve gözümü o anahtar deliğine uzattım tabi ki.

Hakikaten oylama bitmişti. Hoca nöbetçi öğrenciye “çağır kapıdakileri” diyordu. İşte muhteşem zaferimi bildirmek için nöbetçi öğrenci kapıya doğru geliyordu. Tam kapıdan çekilmeye hazırlanıyordum ki arkamdan bir kuvvetin ittirmesi ile kapı açılıverdi. Ne olduğunu anlayamadan sınıfın içerisinde yere yuvarlanmış, öğretmene bakarken buldum kendimi. Sarı da üstüme düşmüştü. Bütün sınıf bizim halimize güldüğünden biz de onlara katılmış gülüyorduk.

Sınıfta tek gülmeyen kişi olan hocanın gürlemesine kadar da devam ettik tüm gevşekliğimizle “Terbiyesizler, kapının önünde iki dakika adam gibi durmayı beceremiyorsunuz?” Kız lisesinde edilecek cümle mi bu şimdi?

Sonuçlara göre rekor oy almıştım. Artık seçilmiş başkan olabilirdim. Ama öğretmen öyle kızmıştı ki “Size demokrasi fazla seçim falan lazım değil ben seçeceğim başkanı” diye söylenerek, şaşkınlıkla olanları izleyen nöbetçi öğrenci arkadaşımıza dönmüş “sen başkansın” deyivermişti. Ben “ama hocam, seçim, demokrasi, seçilme hakkım…” falan diye geveleyecek oldum. “En çok oyu sen aldığına göre de sende başkan yardımcısı ol, bu ciddiyetsizlik ile senin başına biri lazım asıl” diyerek tıktı lafı ağzıma.

Otoriteye ilk ve son kez boyun eğmiştik. Okul hayatımız boyunca da bir daha asla eğmeyecektik. Bunu hoca da bizde henüz bilmiyorduk ama zamanla herkes öğrenecekti. Başka hikâyelerde siz de öğreneceksiniz tabi ki.

Ama o an bilmiyordum yaşadığım sınıf başkanlığı seçimi ile siyaset biliminin bir sürü dersini bir arada aldığımı. Şimdi anlıyorum o zaman anlamadığım kıssadan hisseleri.

Siyasette kesin diye bir şey yoktur. Oylamada oy sayımında ve bildirilmesinde her an her şey değişebilir. Seçim sonuçları kesinleşene kadar seçildim dememelisin.

Halk iradesi önemlidir lakin seçilen kişinin yönetici erk tarafından uygun görülmesi gerekir. Önceden sizi beğenen otoritelerin hoşuna gitmeyen bir şey yaptığınız da iktidarınızı kaybedebilirsiniz. Sadece otoritenin beğenmediklerini yaptığınız için bile halk iradesi yok sayılıp kazandığınız seçime rağmen başınıza kayyum atanabilir.

İtiraz mercii ile kararı veren aynı kişi olursa demokrasi hiçe sayılarak ikinci sıraya itilebilir ve ancak bu şekilde kabul edersen sistemde kalabilirsin.

Ve en önemli ders, siyasete ve bu hayatta rekabete giriyorsan, arkanı her daim kollaman gerekir. Yoksa “atanmış başkan” olarak seçime girip, “seçilmiş başkan” olacağım sanırsın.

Ama olsa olsa ancak benim gibi “tepilmiş başkan” olabilirsin.