Yeniden merhaba. Öncelikle MedyaYazar.com’un artan izlenme oranları için bu sitenin okuyucularına teşekkürle başlamak istiyorum. Şehrimizin görünmeyenlerini, sümen-altı edilenlerini, göz-ucuyla haber yapılanlarını daha da görünür kılmak için yenilenen MedyaYazar özünde bu yazının da konusu olan bir hedefle “Yeniden Merhaba” dedi.

Bu ülkeye her bir şehrinin kendi özgünlüğünden yola çıkabilecek bir kültür gerek. Geneli için söylersek içinde her türden liberal, ulusalcı, komünist, sosyalist, sosyal-demokrat, radikal-demokrat unsuru da barındırabilir. Şahsen kendimi bu tanımların içindeki en “aşırısı” olarak tanımladığımdan kaynaklı diğerleriyle bir kıyas yapabilir, bu kıyasın sonucunda bir tercihte bulunabilirim. Biraz meşakkatli bir mesele olduğu için detaya girmek istemiyorum ama tabiiyetiyle amacımın politik olarak karşısında durduğum akımlardan meyletmesini, onlar tarafından belirlenmesini de istemiyor olacağım. İşte böyle bir tercih sadece bana “ait” olmaması gerektiği için bir kent hareketi yaratmaya çalışıyoruz aslında. Bu hareket öncelikle evrensel insanlık değerlerini asgari değerleri olarak kabul etmeli ve yaşadığı, nefes aldığı, emek ürettiği kenti için elini taşın altına koymaktan imtina etmeyecek bir yapılanmada olmalı. Arzu edilenin kerameti kendinden menkul, hep yek hep tek, homojen bir yapılanma olamayacağı aşikâr. O yüzden asgari müştereklerimizi belirlemeliyiz diye düşünüyorum. Bu müşterekler belirlenirken mevzu bahis olan kültürel yapılanmanın bir “çoğulculuk”, “birlikçilik” veyahut “sivil toplumculuk” olmadığı, bilakis örgütlü, dayanışmacı bir amaç edinileceği görülecektir. Ha keza “sivil toplumculuk” ve “çoğulculuk” başlıkları bu portalda Cenk tarafından yazıldı [1]. Devam edelim…

Biraz açmak gerekirse; hiçbir kent yurttaşının etnik kökeninden-milliyetinden ötürü yargılanamayacağı mesela. Yerel medyada yayınlanmadı ancak daha geçen gün bu şehirde 15-16 yaşında gençlerin seçemedikleri, seçme şanslarının olmadığı doğum yerleri üzerinden “teröristlikle”, “vatan hainliği” ile suçlanıp üzerlerine saldırıldığını şahit olduk. Hepimiz şahit oluyordur değil mi mesela Suriyeliler meselesine… Sebebi ne olursa olsun ortada bireyin bizzat işlediği bir suç yoksa topyekûn bir değerlendirmeyle (hatta linç kültürüyle) tüm Suriyelileri korkak, bedavacı tanımlamak en basit haliyle ayıptır. Anadolu topraklarında, bu ülkenin hiçbir bölgesinde mağdurun, misafirin, garibanın, mültecinin hor görüldüğü olmamıştır. Hele ki intikam düşüncesiyle bir kadına tecavüz… Bu şehrin utancıdır... Bizim utancımızdır, o failin fiili sebebiyle yeri yerinden oynatamamış olduğumuzdan ötürü... Bu Suriyeliler konusunu önümüzdeki yazılarda açmak için söz vermiş olalım.

Aynı şekilde inancı üzerinden hiç kimse yargılanamaz. Siyasi görüşü ne olursa olsun, kim ne algılamış olursa olsun bir ölünün, bir annenin mezarı “basılıp” “bunlar Ermeni, bunlar Yahudi, bunlar Alevi” diye suçlanıp mezarından çıkarılamaz öyle değil mi! Ölüm, yaşamla değerlendirildiğinde bir bitiştir, yok oluştur. Haliyle derdiniz ne idiyse artık o mevzubahiste kalmamıştır, tükenmiştir. Ve yine siyasi görüşü ne olursa olsun insanlık değerlerine aykırı bu gibi tüm hareketlerin karşısında durmalıyız.

Burası Amerika toprakları olmadığı için renk üzerinden çok bir ayrımcılık yapıldığına şahit olmadım ama mesela dil konusunda yapıldı. Örnek olsun yaşadığım bir hadiseyi paylaşayım; Ankara’da askerdim, gece vakti koğuşta iki Kürt anadillerinde konuşuyorlar. Kürtçe bilmiyorum ama seslerinin tonlarından, jest ve mimiklerinden bir anılarından bahsettiklerini anlıyordum. Uzak ranzadan bir arkadaş(!) “burası asker ocağı, burada Türkçe konuşacaksınız” dediğinde ayağa kalkıp da itiraz eden tek kişi ne yazık ki bendim. “Sen ne hakla engel olursun” (bu kadar kibar değildim elbette) dediğimde verdiği cevap içler acısıydı; “Ne bileyim anama-bacıma küfretmediklerini” (!) İşte düşmanlık algısı. İşte öğrenilmiş ve güdümlü hale getirilmiş ırkçılık. Üstelik sözümona bir “namus” kavramı. İşin ilginç yanı o iki kişi, itiraz eden kişiyle hiçbir sohbetleri ve dahi o ana kadar bizim bölükte başka kişiler de dâhil milli-etnik hiçbir konuşma olmamıştı. O günden sonra askerliğim bitene dek bizim o koğuşta bir daha asla ayrımcılık yapılmadı. Çünkü ilk yapılması gereken o itirazda bulunabilmekti. Velhasıl kelam birçok insanın korktuğu ve aksinin geçmiş yüzyıllarca ve hala yaşandığından görüldüğü üzere; dil “bölmez”.

Son 3 paragrafı toparlayacak olursak, bir arada durmak için önceliğimiz kimseyi ama hiç kimseyi ırkı, etnik kökeni, memleketi, inancı ve dili üzerinden yargılamayacağız. Sonra bazı erdemler var. Öyle çok fazla da değil hani. İnsanlık tarihinin en başından bu zamana değin süren talepler bunlar; eşitlik, özgürlük, kardeşlik, adalet. Bakınız yalnızca dört tane. Eğer eşitlik kavramından “ama doktorla çöpçünün maaşı nasıl eşit olur yaaa”yı anlamıyorsak, eğer özgürlükten “madem özgürüm seni öldürebilme özgürlüğüne de sahibim” ya da “senin özgürlüğün benim özgürlüğümü engellediği vs vs…” kofluğunu anlamıyorsak, kardeşlik kavramını biyolojik forma indirgemiyor ve “adalet”in de bu üç kavramın nihayetinde hayat bulacağını düşünüyorsak ipin ucundan sizin de bizimle beraber tutmanız gerekir değil mi.

Muktedir kesimin “isteyip de yapamayacağı şey yok” diye bir algı yaratılması çabasına rağmen iktidardaki bu fiili gücün (haydi biraz entelektüel olalım: bu de facto gücün) yozlaştığı ve çürüdüğü ortada. Çürüme ise yalnızca kendi başına bir biyolojik olay değil. Çürürken ona yakınlaşanların da çürüdüğünü hepimiz görebiliyoruz. O sebeple dayanışmanın önemini vurgulamak gerektiğini düşünüyoruz. İktidar’ın gücünü karşısındakilerin güçlerinin farkında olmamasından veya bir başka deyişle yanyana gelememelerinden almaktadır. Bu yanyana gelişler, bir arada durmalar da “biz istedik, olacak” diye yapılmıyor tabii ki. Bunun için bazı imkânları yaratmak gerek. Mesela böylesine bir yaklaşımın oluşması için gerekli kültürel girdiler için kitap söyleşileri, film gösterimleri, kavram tartışmaları için paneller ve söyleşiler düzenlenmeli. Yalnızca bir yapının çıkarına yapılan etkinliklerden ziyade yaşadığımız kentin dokusuna değecek, gerekirse onu sarsacak, ama nihayetinde kenti de ileri çekecek bir etkinlik anlayışı yaratılmalı. Bu konularda mütevazı girişimler söz konusu. Ancak güçlenmesi ve çoğalması gerek. Bunlar için de tabii ki burada yaşayan daha fazla doktorlara ihtiyacımız var, ücretsiz sağlık taramaları yapacağımız. Daha fazla hukukçulara ihtiyacımız var, güçlüye karşılık haklının hakkını savunacak. Daha fazla inşaat işçisi ve boya-badanacı dostumuza ihtiyacımız olacak. Daha fazla sanat ve müzik öğretmenlerine, daha fazla duyuruculara yani sizlere ihtiyacımız olacak.

Şayet bu yazılan fikirler sistemi yönetenler tarafından dikkate değer bulunduğunda kendilerince bir “kapsama” işine girebilecek ve bunu halka “hizmet” olarak lanse edebileceklerdir. Doğrusu böyle bir ihtimal vardır. Peki böyle, sistem tarafından kapsanma (yutulma olarak da okuyabilirsiniz) ihtimaline karşın geri mi durmak gerekir! Yani bir işe girişirken tehlikelerden mi potansiyellerden mi feyz almak gerekir. Spor üzerinden örneklemek gerekirse maça çıkarken karşı takımı veya kişiyi yenmek üzerine taktik geliştirirsiniz. Malumunuz en iyi savunma saldırıdır demişler. Savunma pozisyonunda kaldığınızda karşı taraf sizi ataklarıyla boğacaktır. Ola ki genel bir kontr-atak stratejiniz varsa, çok düşünmeyin bence çünkü genellikle istisnadır ve küçük takımların taktiğidir o. Eğer geri çekilmeler ve endişeler bizi esir alırsa bu tavırlarımızın hepsi adeta bir genetik kod olarak sonraki kuşaklara aktarılacaktır. Bence esas tehlike bu negatif aktarımdır. Panzehiri, çözümü ise basit; eli taşın altına koymak.

Bunları yaptığımızda başaracağımız belki de ilk şey solcu anne-babalarımızın “bu halktan adam(!) olmaz”cılığını yıkmak olacak.

Yazı kimilerine çok sert gelecek belli ki. Aslında o kadar da değil ama benim ki bir tahmin sadece. Kimilerine algı operasyonunun bir parçası gibi gelecek mesela. Peşinen söyleyeyim. Hiçbir operasyon yok. Her şey açık ve apaçık ortada: 4 ilke. İnsanlık tarihinin temel talepleri olan şu yukarıdaki 4 başlık. Önyargılı arkadaşlar varsa bu satırları okuyan, verilmiş olunan örneklerde geçen kimi kilit kelimelere takılmamalarını salık veririm. Keza o kelimeleri başkalarıyla değiştirebilirler, belki o zaman anlaşılır olur.

Sevgilerimle…

Hayde selamlar…

__________________

[1] Cenk D., Aynılar Aynı Tarafa, MedyaYazar, 11.09.2017 (http://www.medyayazar.com/yazarlar/cenk-d/aynilar-ayni-tarafa/416/)