Bugün size can sıkıcı, keyif kaçırıcı bir konudan bahsedeceğim. İş güvenliği, iş kazaları ve çocuk işçilik. Aslında niyetim yaz mevsimi ve düşen okuma oranlarının da etkisi ile daha meraklısının ilgileneceği bir konuda, sol cenahta birbirinin yerine kullanılan kavramlarla ilgili bir yazı yazmaktı. Fakat katıldığım bir kahvaltılı toplantı fikrimi değiştirmeme neden oldu.

Geçen Pazar günü Fikir Sanat Atölyesi (FİSA) Çocuk Hakları Merkezi aktivistleri, OLAM’ın desteğiyle yürüttükleri ‘Fındık Tarımında Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi’ projesi kapsamında Sakarya’da yerel basın temsilcileri ile bir araya geldi. Medyayazar’ı temsilen katıldığım kahvaltılı toplantıda Çocuk Hakları ile İşçi Sağlığı Politikaları ve bu konulara medyanın yaklaşımı üzerine fikir alışverişinde bulunulması amaçlanmış. Toplantıya ilgi ve katılım düzeyi, işçilerinin sağlığının neden medyada bu kadar az göründüğü konusunda fikir vericiydi. Sadece Yeni Sakarya Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni ve Sakarya54 haber sitesinin sahiplik düzeyinde katıldığı toplantıda yerel gazete ve haber sitelerinin muhabirleri ile birlikte 15’e yakın kişi vardı. Toplantı gündemi bir gıda firmasının OSB’lerden birine yapacağı yatırım ya da yeni çıkaracağı bir ürünün lansmanı ile ilgili olsaydı, eminim gösterilen ilginin düzeyi farklı olurdu. Tüm diğer faktörler bir yana, sadece ülkedeki vergi yükünün büyük bölümünü sırtında taşımaları itibariyle bile, işçilerin sağlığı ile ilgili gerçekleşen nadir toplantılardan bir tanesi olan bu toplantı daha fazla ilgiyi hakediyordu.

Toplantının ilk bölümünde, Çocuk Gelişimi Uzmanı Ezgi Koman çocuk tanımı üzerine interaktif bir sunum gerçekleştirdi. Medyanın çocuk haberlerini veriş biçiminin toplumdaki çocuk algısı üzerindeki etkisinden bahseden Koman’ın medyada yapılan taramalardan verdiği örnekler, medyanın bu konuda kat etmesi gereken uzun bir yol olduğunu hepimize gösterdi. Bu konuda Bianet tarafından Çocuk Odaklı Kütüphane Projesi çerçevesinde hazırlanmış Çocuk Odaklı Haber El Kitabı’ndan, ben ve sanırım orada bulunan çoğu medya mensubu toplantı sayesinde haberdar oldu. Sunumun son bölümünde toplantının ana gündemi olan mevsimlik tarımdan ve fındıkta çocuk işçiliği konusundaki mevcut durumdan bahsedildi. Bu bölümde Ezgi Koman’ın mevcut yasa nedeniyle 50 kişinin altında çalışanı bulunan tarım ve orman işletmelerinde iş yasasının geçerli olmayışının, denetim ve çocuk işçi çalıştırılmasının tespitindeki en önemli engellerden biri olduğundan bahsetmesi ilgimi çekti ve bir küçük taramada bulundum. 2013 yılında İzmir 3. Asliye Mahkemesi, bir tarım işçisinin alacak davasında itiraza konu olan kanun maddesinin Anayasaya aykırı olduğu kanaatine vararak Anayasa Mahkemesine başvuruyor. Konuyu esastan inceleyen Anayasa Mahkemesi;  ‘Kanun koyucunun tarım ve orman işyeri veya işletmelerinin kendine özgü farklılıklarını gözeterek 50’den az (50 dâhil) işçi çalıştıran yerleri farklı kategoride ele alıp farklı hukuki düzenlemelere tabi kılmasında eşitlik ilkesine aykırı bir yön bulunmamaktadır’ diyerek oy çokluğu ile itirazı reddediyor. Karara muhalefet eden üyelerin (Engin Yıldırım,Celal Mümtaz Akıncı, Muammer Topal) karşı oy yazısı, aslında mevsimlik tarım işçilerinin içinde bulunduğu durumu özetliyor.

Karşı oy yazısında üyeler; ‘Sosyal hukuk devleti, çalışan tüm kesimlerin, çalışma hayatıyla ilgili haklarını korumak amacıyla hukuki güvence altına alınmasını gerektirir. Tarım ve orman işyerleri veya işletmelerinde çalışanların önemli bir bölümünün İş Kanunu’nun sağladığı hukuki güvencelerden, bu işkolunun kendine mahsus bazı farklılıklarından, özellikle de iş ilişkilerinin genelde geçici ve devamlılık arz etmeyen nitelikler göstermesinden dolayı, mahrum bırakılması eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Aynı işkolunda benzer şartlar altında çalışanların bir kısmının işyeri veya işletme büyüklüğüne göre, İş Kanunu’nun getirdiği güvencelerden yararlanırken, diğer bir kısmının yararlanamaması eşitlik ilkesinin ihlali sonucunu doğurmaktadır. 50’den az kişinin istihdam edildiği işletme ve işyerlerinde çalışanlar konumları ne olursa olsun (sürekli, geçici, mevsimlik) İş Kanunu’nun sağladığı imkânlardan yararlanamamaktadır’ demiş.

Belli ki her yaz gazetelerde kaza yapan minübüslerde, hatta römorklarda ölen insanlar olarak gazetelerde okuduğumuz, hayatlarını sürdürebilmek için kilometrelerce uzaklarda insanlık dışı barınma koşullarında kalan, bazen ücretlerini alamayıp saldırılara uğrayan mevsimlik tarım işçilerinin yasal sorunları muhalefet milletvekillerinin daha fazla ilgisini bekliyor.

Toplantının ikinci sunumunda ise İşçi Sağlığı Eğitimcisi Dr. Selçuk Atalay bizlere iş kazası haberlerinin sayısı ile iş sağlığı ile ilgili haberlerin sayısının oransızlığını gösterince, işçilerin sağlığının haber olabilmesi için ancak başlarına bir felaket gelmesi gerektiği gerçeği ile bir kez daha yüzleştik. 'İş kazası' yerine 'iş cinayeti' teriminin kullanımının, kimi insanları iğreti etse de konuya dikkati çekme açısından çok işlevli olduğundan bahseden Atalay, iş kazası küpürlerinden verdiği örneklerle, 'aslında kazaların birer ihmal değil de işin gereği, fıtratı olduğu' algısının toplumda yerleşmesinde medyanın da ciddi oranda sorumlu olduğunu ifade etti. Dört saate varan ve gazetecilik meslek örgütlerinin benzerlerini sıkça yapmaları gerektiğini düşündüğüm, çok faydalandığım toplantıya dair kimi eleştirilerimi orada ifade ettim. Müsadenizle, sizlerle de paylaşmak isterim.

İlk eleştirim toplantının bileşenleri ile ilgili. Toplantının bir bölümünde -iyi niyetleri her halleriyle belli olan- OLAM firmasının sosyal hizmet uzmanları bizlere çocuk işçi çalıştırılmaması konusunda verdikleri eğitimleri, hazırladıkları sözleşme örneklerini, fındık mevsiminde çocukları fındık bahçesinden uzak tutmak için düzenledikleri ücretsiz yaz okullarını anlattılar. Yine de bunlar işin esasını değiştirmiyor. Biliyoruz ki çocuk işçiliğin sebebi, o çocuğun ailesinin çocuğun gelirine muhtaç olması yani yoksulluk. Üretici için ise üründen kazanabilmek için gereken ucuz iş gücü... Fındık-Sen raporlarında fındık üreticisi için en büyük sorunun fındık alımında oluşan gıda tekelleri olduğunu söylüyor ve Fiskobirliklerin kapanması ile birlikte bu firmaların fındık fiyatını açıklama noktasına geldiğini ifade ediyor. OLAM da bu tekellerden biri. Fındık üretimi yapılan yerlerden aktarılanlar, bölgede bu yıl muhtarlardan devlet yetkililerine kadar çocuk işçiliği konusunda duyarlılığın üst safhada olduğunu belirtiyor. Belli ki hem firmalar hem de devlet, önceki yıllarda -ürünün büyük bölümünün ihraç edildiği- Avrupa ülkelerindeki insanların çocuk işçi çalıştırıldığının tespiti halinde, ürünün kullanıldığı gıdayı boykota varan ciddi tepkilerinden ürkmüş gözüküyor. Belki de batıda sürdürülen mücadeleler, bu firmayı bazı konularda ilkesel davranacak noktaya getirmiş. Nedenini bilemem. Yine de OLAM’ın çocuk işçiliği önleme çabaları bana, uyguladığı neo liberal ekonomi politikaları ile gelir adaletsizliğini büyüten, devletin sosyal işlevlerini piyasanın insafına terkeden ve ülkenin giderek yoksullaşmasının müsebbibi olan AKP hükümetinin, sosyal yardımlar ile yoksullukla mücadele etmesini hatırlatıyor.

Toplantının içeriğine dair itirazım ise toplantının iş kazası haberlerinin görünmez oluşu ya da veriliş biçimine odaklanması idi. Oysa işin esası haberlerin neden bu kadar az olduğu, ya da neden böyle verildiği kısmı. Buna dair bir şeyler söylemeksizin bir iyileşme beklentisinin gerekçi olmadığını düşünüyorum. Konunun bir kısmı farkındalık, eğitim yetersizliği gibi nedenler olabilir ki yukarıda bu konudan uzunca bahsettim. Ama yerel basının iktidar ve sermaye ile bağımlılığını görmezden gelirsek, neden böyle olduğunu anlamamız mümkün olmaz. Keşke konu sadece iş sağlığı ve iş kazası haberlerinin nasıl verildiği ile ilgili olsaydı.

Örneklerle anlatmaya çalışacağım.

Cumhuriyet tarihinin en büyük iş cinayetlerinden birinin yaşandığı Soma’da kimi gönüllü kuruluşlar, madencilerin çocukları ile bazı görüşmeler yapıp çocuklara geleceğe dair hayallerini soruyorlar. Geleceğe dair hayalleri sorulan çocukların önemli kısmı, gelecekte babaları amcaları gibi madende çalışacaklarını belirtiyorlar. 3 yaşında bir madenci çocuğu Sosyal Haklar derneği'nin yaz okulunda yaptığı bir resimde pembe bir maden çiziyor ve ‘keşke madenler pembe olsa’ diyerek hayallerinin sınırını bizlere gösteriyor. Sakarya Kent Çalışma Grubu’nun düzenlediği, dünyada maden kazalarını anlatan 16 ton belgeselinin gösteriminden sonra gerçekleştirilen söyleşide, Yönetmen Ümit Kıvanç, ne kadar önlem alınırsa alınsın, madenlerin insanların çalışması için uygun olmadığını düşündüğünü aktarmıştı. Böyle bir sektörde en yakınlarını madende kaybetmiş çocuklar nasıl madende çalışma hayali kurabilir sorusunu, insan ister istemez soruyor. Cevabı ise alternatifsizlik. Çünkü bölgede bir zamana kadar tarım yapılan toprakların imara açılması*, bölgedeki tütün fabrikasının kapanması bölge insanına madende çalışmaktan başka bir alternatif bırakmamış. Yani iş kazası haberini doğru yazmak yetmez. Yani şehrinizde tarım toprakları imara açılıp, OSB lere verilirken yerel medya olarak sesinizi çıkarmazsanız, bir süre sonra başka çaresi olmadığı için her koşulu kabul ederek çalışmak zorunda kalan işçilerin kaza haberini yaparsınız.

Türkiye’de bir dönem neredeyse haftada bir iş cinayeti yaşanan Tuzla tersaneler bölgesinde yapılan araştırmalar, aynı işi yaptıkları halde işçilerin sendikalı olduğu tersanelerde iş kazalarının gerçekleşme oranının çok daha düşük olduğunu ortaya koyuyor. Siz yerel medya olarak şehrinizin fabrikalarında iş güvencesi ve daha iyi koşullar için Anayasal hakkını kullanıp sendikalaştığı için işten atılan işçilerin haberini yapmazsanız, ancak banta kolunu kaptıran, inşaat iskelesinden düşen işçilerin haberini yaparsınız.

Yine ülkemizde iş hastalıklarının tespiti en büyük sorun. İş ve meslek hastalıklarının çoğu zaten istatistiklere yansımıyor. Ciddi sayıda kot işçisinin ölümüne yol açan slikozis hastalığının tespit edilebilmesi bile ancak bir grup insanın ciddi özveri ve uzun süreli çabası ile mümkün oldu. İş hastalıklarının tespiti için işçi havzalarında uzmanlık hastanelerinin kurulması gerekiyor. Tabi iş hastalıklarının tespit edilmesi, işverenin önlem alması için hem bir dizi ek maliyet, tespiti halinde ise kimi tazminatlar demek. Siz iş ve meslek hastalıklarının tespiti için uzman sağlık kuruluşlarının kurulmasını yerel medyanızda savunmazsanız, ancak iş hastalıklarından ölen işçilerini haberlerini yaparsınız.

Son olarak yerel basının bağımsızlığı ve mülkiyet sorunu.

Belki de en önemlisi. Siyasi baskıları bir kenara koyalım. Normal şartlarda zor ayakta duran ve resmi ilanlara bağımlı yerel medya kuruluşları, hele bir de böyle bir kriz ortamında, bağımsız haberler yapabilir mi? Diyelim muhabirleri, basın emekçileri haberin kaynağına gidip, haberi yaptı. Peki, o haber gazetede yer alabilir mi? 

Belli reklam ve ilan gücüne, iktidar ile yakın ilişkilere sahip sermaye kuruluşlarının fabrikaları, doğaya zarar verdikleri ya da yaşanan iş kazalarındaki ihmalleri nedeniyle yerel basında eleştirilebilir mi?
Soruları çoğaltmak mümkün.
Keşke iş sadece haberin nasıl yazılacağı ile bitseydi...

* Somadaki tarımın yok oluşu ile ilgili bir haber için, http://www.turkishtimedergi.com/genel/soma-tarimdan-madencilige/