Tuba Çameli'nin "Takvimler 16 Ekim’i gösterdiğinde Dünya Gıda Günü kutlanıyor. “Kutlanıyor” lafın gelişi, kutlanacak bir şey olmadığı biliniyor, “dövünme günü” dense yeridir. Gelgelelim, dövünmek çare olmadığına göre, ne yapmalı, nasıl yapmalı? Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu genel başkanı Abdullah Aysu’ya ve yeni kitabı Kooperatifler’e bağlanıyoruz" sunumuyla yayımlanan söyleşinin ilgili bölümü şöyle:

Kitabınızın kapağında “Yemek yemek politik bir iştir” yazıyor, neden? 
Abdullah Aysu: 
Neyi ne zaman ve nasıl yiyeceğimiz yaşamsal bir tercihtir ve tüm tercihlerimiz gibi politiktir. Yaptığımız bu tercihle bir sistemin işleyişine dahil oluruz. Ve bu tercihin bir ekonomi politiği var. Her şey devletin çiftçinin üretimini baskılaması ile başlar, sonra da kentte emekçinin maaşı baskılanır. Böylece “bekası” için başka alanlara kaynak yaratır devlet. 

Örneğin, bugün geleneksel tarımı uygulayarak soğanın kilosunu 7 liraya mâledersiniz tarlada, aracıları geçip pazara gelinceye kadar 40 lira olur. Ama siz soğanı dopingli, kimyasalla hızla yetişen bir biçimde üretir ve pazara sürerseniz, çiftçiden kilosunu 40 kuruşa alır, kentte 7 liraya satarsınız. Endüstriyel tarımı yaparak ürünün fiyatını baskılamazsanız, kimseyi asgari ücretle çalıştıramazsınız. Bu sistem gıdanın kalitesine değil, fiyatına odaklıdır. Aracılar ile sermaye ve aracı sisteminin her aşamasında yüklenen vergilerle devlet kazanır, üretici ve tüketici kaybeder, sömürülür. Bu sisteme sesinizi çıkarmıyorsanız, Bülent Şık gibi sesini çıkaranlara sahip çıkmıyorsanız, önünüze konanı yiyorsunuz, tercihinizi bu yönde kullanıyorsunuz demektir. Ne yiyorum, kim yetiştiriyor, ne zaman, nasıl yiyorum diye sormaya başladıysanız, gıda egemenliği için mücadeleye hazırsınız demektir. Bugün çiftçi mutsuz, tüketici umutsuz ve endişeli. Ve saklanamaz bir gıda krizi var. Gıda konusunda herkes endişeli. En çok da kentliler. Kentliler sağlıklı gıda talep ederlerse durum değişebilir.

Nasıl? 
-Domatesin kilosunu Migros’tan iki-üç liraya alıyorlar. Kentli yine iki lira vermeyi kabul eder, aracıları devreden çıkarır, doğrudan çiftçiden alırsa, çiftçi dekar başına düşen verimlilik kaygısını tüketicinin ödeyeceği fiyatla karşılar ve sağlıklı ürün yetiştirir. Bu da tarımın en doğru biçimde yapılmasını sağlar ve beslenme kültürünün değişimine yol açar. Tam bu noktada “tüketici” artık tüketici olmaktan çıkar, “yarı üretici” durumuna geçer. Bunu da üretici ve tüketicileri bir araya getiren kooperatifler sağlar. Bu açıdan kooperatifler ve kooperatifçilik, dayanışma içinde üreteceğimiz bir yaşamın anahtarıdır. Bu nedenle, bilinçli olarak engellenir, unutturulur, içi boşaltılır ve karalanır. Soframıza gelen gıdalar işte böylesi bir dayanışmanın ürünü olması gereken doğanın armağanlarıdır. Onlar da kirletilir, aracılar üzerinden ulaştırılarak yabancılaştırılır ve yine bilinçli olarak endüstrileştirilir. İhtiyaçtan koparılır. Bunun için de bilge köylü tarımı engellenir, kapalı kapılar ardında bin türlü tezgâh kurulur. Halk gıda egemenliğini kaybeder.

SÖYLEŞİNİN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN