Sokaktaki her 3 kişiden birinin işsiz olduğunu söyleyen sosyolog Hakan Koçak, hükümetin salgında işçileri kredi adı altında 'borçlandırdığını', sendikaların birçoğunun ise işçi sınıfı yerine kendilerini korumaya yöneldiği eleştirisinde bulundu.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından açıklanan “Kovid-19 İşçileri Nasıl Etkiledi?” başlıklı araştırma raporu, koronavirüs (Kovid-19) salgını sürecinde emekçilerin karşı karşıya kaldıkları zorlukları bir kez daha gözler önüne serdi. Araştırmaya göre, işçilerin yüzde 75’i ekonomik zorluklar yaşarken, işçilerin yüzde 82’si ise kendisini ya da işini tehlikede görüyor. 

Çalışma Sosyoloğu Hakan Koçak, salgının işçileri nasıl etkilediği ve emek örgütlerinin salgın sürecindeki durumunu değerlendirdi. 

‘İŞÇİLER BORÇLANDIRILDI’

Salgınla beraber işçilerin çalışma koşullarının kimi yönlerden değiştiğini söyleyen Koçak, çok sayıda işçinin bu değişimden kaynaklı işsiz kaldığını belirtti. Koçak, “İstihdamda görülen ama fiilen iş başında olmayan geniş bir gri alan oluştu. Türkiye’de hem işsizlik hem de işsiz kalma korkusu oluştu. İşçilerin büyük bir bölümü gelir kaybına uğradı. Bununla beraber işçiler daha da borçlandırıldı. Hükümetin ucuz kredi destekleri gibi uygulamaları da işçileri borçlandırmaya yönelikti. Verilen sosyal destekler ise yetersizdi. Bu destekler işçilerin işsizlik durumunda kullanması için toplanan işsizlik sigortası fonundan karşılandı. Hükümet bu süreci en az maliyetle atlatmaya yöneldi” diye konuştu. 

‘MUHALİFLERDE DE KABUL GÖRÜYOR’

Salgının yayılması sonrası sermayede, “Salgın Çin’den kaynaklanıyor. Çin dünyada pazar kaybedecek, o pazarı biz doldurmalıyız” stratejisinin hakim olmaya başladığına dikkat çeken Koçak, pazarı doldurmanın koşulu olarak da üretimin her şartta sürmesi olarak görüldüğünü kaydetti. Koçak, “Bu durum da geçtiğimiz aylarda Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (MÜSİAD) ortaya attığı üretim kamplarının fiili olarak ortaya çıkmasına neden oldu. İşçiler yurtlarda kalarak çalışmaya devam etti. Bunu da ‘salgın yayılmasın’ diye gerekçelendirdiler. Bu kararın altında muhalif belediye başkanının imzası vardı. Bu durum eleştirildi. Fakat bu bize sermayenin ‘işletmenin devamı’ anlayışının muhaliflerde de genel bir kabul gördüğünü gösterdi” değerlendirmesinde bulundu. 

'EVDE KAL' 'İŞTE KALA' DÖNÜŞTÜ

“Evde kal” çağrılarının yapıldığı birçok ülkede, evlerde kalanların gelirlerinin bir kısmının devlet tarafından karşılandığını ifade eden Koçak, bu durumu Türkiye’de göremediklerini söyledi. Koçak, “Bu olunca ‘evde kal’ havada kalan bir slogan oldu ve 'işte kala' dönüştü. Salgın süreci işçilerin üzerindeki işsizlik, güvencesizliğin daha da yoğunlaşmasına neden oldu. Sermaye, inşa etmeye çalıştığı baskıcı ve otoriter emek rejimini hayata geçirmek için bu dönemi iyi kullandı ve kullanmaya devam ediyor” dedi. 

‘ACI SONUÇLAR ORTAYA ÇIKACAK’

Salgının sürmesiyle yaşanan krizlerin daha da derinleşeceğine dikkati çeken Koçak, “İlk dalgada hükümet işsizlik rakamlarını düşük tutmaya yöneldi. Sağlanan küçük gelirlerle bir vitrin oluşturuldu, fakat bu iş uzayınca çok daha acı sonuçlar ortaya çıkacak. Devlet ve sivil toplum kuruluşları bu kadar büyük işsizliği ve yoksulluğu telafi edebilecek desteği bulamadı. Nitekim intiharlar artıyor. Hemen her zaman gördüğümüz vakalar ama şimdi yoğunlaşıyor. Bu daha da artacak” uyarısında bulundu. 

EVDE ÇALIŞMA VE YASAKLAR

Salgından sadece üretimdeki emek gücünün koşullarının kötüleşmediğini söyleyen Koçak, “Beyaz yakalılarda ise evden çalışma sistemi uygulanmasında artış gözlendi. Bu sistem ilk başta kulağa hoş geldi, fakat yaşayarak sorunları görüldü. Evde olduğu için işçinin maliyetleri arttı. En önemlisi ise mesai saatleri fiilen belirsizleşti. Yeni bir sömürü biçimi halini aldı. Bu modeli, maliyetlerin düşmesi nedeniyle işveren sevdi” dedi.

Koçak, salgın sürecinde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarına da değindi. Koçak, bu konuda şunları söyledi: “Yasakların ilan edilmesi ‘sizin yaşam hakkınızı koruyorum’ demektir. Ama işçileri çalıştırarak ‘ben sizin yaşam hakkınızı korumuyorum ya da sizin açınızdan bu haklardan feragat edilebilir görüyorum’ diyor. Toplumda 65 yaş üstü ve 18 yaş altının sokağa çıkmaması tartışıldı ama milyonlarca işçinin bir anlamda zorla çalıştırılması gündem olmadı.”

‘SINIFSAL BAKIŞ GÖRÜLDÜ’

“Salgın, kapitalist toplumda var olan iki temel sınıfsal bakışının görülmesini sağladı” diyen Koçak, “Normal zamanlarda kapitalist toplumun sınıflı toplumlar olduğunu, sınıfların farklı talepleri olduğunu anlatmakta zorlanırdık. Salgın sınıflar arasındaki çıkar farklılıklarını ortaya çıkardı. Sınıflar büyük insan topluluklarıdır. Onları sınıf yapan örgütlü güçleridir. Sınıflar mücadelesinde örgütlü olan kazanan hamleler yapıyor. Sermaye örgütlü, işçilerin bunu görmesi ve örgütlü bir şekilde mücadele etmesi gerek. Ama Türkiye’nin en büyük konfederasyonu sanki bu işler Mars'ta yaşanıyor gibi davranıyor” eleştirisinde bulundu. 

SENDİKALARIN POZİSYONU

Salgın bittiğinde tarihe, “Türkiye’de işçilerin büyük bölümü kendilerini yalnız hissetti” notunun düşüleceğini kaydeden Koçak, “İşçiler kapitalizmin en korkunç ikilemi olan ya açlıktan ya da salgından ölmek ikilemiyle karşı karşıya kaldılar. Bu durumda bizim emek örgütlerimiz yapısal zaaflarını gösterdi. Sendikaların birçoğu işçi sınıfını korumak yerine kendilerini korumaya yöneldi. Biz üye sayımızı koruyalım bakış açısı ile olaya baktılar. İstisnalar dışında örgütlü oldukları fabrikalardaki vaka sayılarını bile toplamadılar” ifadelerini kullandı.

TÜRKİYE’DE GÖRÜLMEYEN YÖN

Salgın sürecinin “iyimser” bir yönünün de olduğunu söyleyen Koçak, buna dair ise şunları söyledi: “Bu yön Türkiye’de fazla görülmedi. Fakat özellikle salgının yoğun olarak yaşandığı ABD’de emek hareketinin bir tür yeniden canlanışına tanıklık ettik. Burada unutulmuş olan grev, genel grev kavramları yeniden canlandı. Her zaman olduğu gibi felaketlerin ikili yanı var. Bir yanı çok karamsar bir tablo çiziyor ama diğer yanı sınıfsal tepkilerin daha belirginleştiği bir manzara oluşturabiliyor.”

MUHALEFETİN TUTUMU

Türkiye’nin kentli ve işçileşmiş bir toplum olduğunu söyleyen Koçak, toplumdaki büyük kesimleri etkileyen sorunların politikleşmediğini dile getirdi. Koçak, “İnsanları ölüme götüren sorunlar sanki birer doğa olayıymış gibi politika dışı kalıyor. Muhalefet bu alanı politize etme konusunda zayıf kalıyor. Sokak geçtiğimiz yıllara göre fazla kullanılamıyor fakat kadınların İstanbul Sözleşmesi’ne karşı yaptıklarını gördük. Geniş muhalefet kesimlerinin üzerinde uzlaştığı meşru ve karşı cephede bile gedikler açılabilecek kampanyaların yapılabileceğini gördük” diye konuştu.  

NE ZAMAN POLİTİK BİR MESELE OLACAK?

Koçak, sayıları 13 milyonu bulan işsizlerin talepleri için kampanyalar yapılmadığına işaret ederek, “Sokaktan çevirdiğimiz her 3 kişiden biri ya işsiz ya da o korkuyla yaşıyor. Bu durum ne zaman politik bir mesele olacak? Bu durum derinlemesine ve alternatifleriyle sermayeyi de rahatsız edecek bir biçimde ele alınmalı. İşsizlik sigortası fonunun kullanım koşullarının esnetilmesi hakkında ciddi talepler sunup, bunun arkasında durmak gerekiyor. Çok sayıda işsiz bundan yararlanamıyor. Yararlansa bile asgari ücretin yarısı kadar para alıyor. Fonda toplanan para 130 milyar civarında, tüm bu süreçte çok azı işçiler için kullanıldı. Daha fazlası ise sermayeye teşvik olarak verildi. Bu kavga edilesi bir konu fakat bunun güçlü bir kavgası verilemiyor” dedi.

‘YAŞANANLARDAN DERS ALINMALI’

“Türkiye’de her zaman emek hareketi dinamiği var” diyen Koçak, örgütlülüğün büyük bölümünü taşıyan emek örgütlerinin bu konuda geri kaldıklarını ifade etti. Koçak, “Emek örgütleri elinde olanı tutmaya yöneldi. Gerekirse onların haklarından da fedakarlık yaparak bu işi yapıyorlar. Bu noktada yaşananlardan ders alınması gerekir. Emeğin örgütlü yönünde daha çok çaba harcamak gerekir” diye belirtti. 

Sınıf mücadelesinin artık topyekün bir yaşam hakkı mücadelesi çizgisine geldiğini vurgulayan Koçak, emek hareketinin daha geniş bir perspektiften bakması ve fiili mücadeleye yaslanması gerektiğine işaret etti. Koçak, şöyle devam etti: “Karşınızda yasaları takmayan bir siyasi çizgi var. Onun karşısına ‘hukuki kanallarla hakkımı arayacağım’ demek olabilecek bir şey değil. Bütün bu baskıcı ortamda emek hareketi kampanya yapmanın, hak savunmanın yeni yaratıcı yollarını bulacaktır. Bunu yaratmak ya da var olanı büyütmek bir lüks değil yaşamsal bir durumdur.”

Kaynak: M.A.