Ülkemizde, öneri ve eleştirileri dikkatle izlenip gerçeklik payları açısından da kabul gören iktisatçlar, sarayın yeni yıl için açıkladığı bütçe planlamasının enflasyon ve işsizlik tehlikesinin daha da büyüyeceğine yönelik bir işaret olduğunu dile getiriyor.

Bence de, reel duruma denk düşen değerlendirmeler bu yönde olacaktır. Çünkü, Saray’ın bütçe planlaması, bana göre de tahminleri küçülttü. Bu durum, kamu yatırımlarında kesintiye başvurdu.

Planlamadaki örneklemelerden yola çıkarak birlikte değerlendirelim…

Örneklerden ilki, 2018 yılı için yüzde 2.7 olarak tahmin edilen kamu yatırımları artışının yüzde 1.4’e çekilmesi olsun.

Sonrasındaki de, 2019 yılı kamu yatırımlarından yapılacak kesintinin, uzun yıllardır ilk kez negatif olarak çift haneli rakama çıkması dikkat çekiyor. Yani, bunun Türkçesi ‘’kamu yatırımlarında yüzde 36.1 oranında daralma’’dır. Açıklamada da zaten buna yer veriliyor.

Burada, diğer bir önemli nokta ise her konuda teşvik edilen, ithalat rejiminde sürekli kollanılan özel sektörün, yatırım planlamasındaki büyüme oranının sadece yüzde 2 olarak hesaplanması. Bu öngörü, teşvik planlamalarının büyüklüğü dikkate alındığında, özel sektörün önümüzdeki yıl yeni yatırımları içinde ‘dağ, fare doğurdu’’ denecek cinsten bir yatırım hacmine sahip olacağıdır.

Bence, ülke özel sektörü, bu büyüme planlamasındaki payı dolayısıyla utanç duymalı ve ‘’biz üretiyoruz’’ böbürlenmesiyle orta yerlerde dolaşmaktan vazgeçmelidir.

Peki, bu bütçe planlaması neye dayanarak yapılmış olabilir dersiniz ?

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı, bu programı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 20 Eylül’de açıkladığı 2019-2021 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program (Yeni Ekonomik Program-YEP) hedefleri doğrultusunda hazırlıyor. Ve, Resmi Gazete’nin mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe giriyor.

Yani, damadın, uluslararası tekellere teslimiyet anlamı taşıyan, üretimsizliği teşvik eden ama tüketimi daha fazla pompalamayı ilke edinen YEP’ine dayanılarak hazırlanmış bu programın ülke halkına nefes aldırmasını beklemek bence hayal ve safdillikten öteye giden bir anlayış olamaz.

Nedenine gelince…

Programda, toplam kamu yatırımlarının yüzde 43’ünün merkezi idareler; yüzde 44.7’sinin mahalli idareler, yüzde 11.6’sının KİT’ler, yüzde 0.1’nin özelleştirme kapsamındaki kuruluşlar, yüzde 0.6’sının ise döner sermayeli kuruluşlar ve sosyal güvenlik kuruluşları tarafından yapılacağı tahmini yer alıyor.  

Bu programdaki istihdam endeksli sonuçlar, ekonomideki dengelenme süreci ve bu sürecin ima ettiği düşük büyüme oranları çerçevesinde artışta bir miktar hız kesilmesi anlamını taşıyor. Bunun anlamı da, bir önceki yıla göre istihdam olarak azalma ifadesinin 439 bin kişiye ulaşması ve işsizliğin yüzde 12.1’e yükselmesidir.

Programda dikkat çeken diğer unsurlara da göz gezdirince, enflasyonun iki haneli rakamlardan aşağı düşmeyeceği görülecektir.

Çünkü, o programda, genel devlet harcamalarının Gayri Safi Milli Hasılaya oranla geçen yıla göre 0.6 puan azalması ve yurtiçi hasılaya oranı yüzde 32.1 olması bekleniyor.

Bütçe açığının 80.6 milyar TL olması ve bu kapsamda sosyal güvenlik kuruluşlarının gelir-gider açığının 47.7 milyar TL olması, mahalli idarelerin 4.5 milyar TL açık vermesi öngörülüyor.

Kredi Garanti Fonu’na 3.9 milyar TL kaynak tahsis edilen programda, ihracatın 182 milyar, ithalatın da 244 milyar dolara ulaşması, böylece dış ticaret açığının 62 milyar dolara gerilemesi öngörülürken, 2019 yılını sonunda tüketici enflasyonunun yüzde 15.9 oranına indirilmesi hedefleniyor.

Gerileme olur mu şimdilik bilinmez ama enflasyonun yüksek seyredeceği şimdiden kabul edilmiş görülüyor.

Bir de, elde kalan kamusal değerlerin özelleştirilmesi planından sağlanacak gelir hesaplaması var ki, rakamsal değeri açısından bakıldığında mevcut açıklardan küçücük bir deliği kapatmaya bile yetmeyecek gibi.

Program, Özelleştirme Fonu’nun, 2019’da 10 milyar lira özelleştirme geliri elde etmesini bekliyor. KİT’lerin verimliliklerinin artacağı ve kamu maliyesine yüklerinin azalacağı şekilde yeniden yapılandırılacağı da bu programda yer bulmuş.

Ayrıca, Toprak Mahsulleri Ofisi’nin 2.5 milyon ton buğday ve yarım milyon ton mısır, TÜRKŞEKER’in ise 5.2 milyon ton şeker pancarı alımı yapacağı ifade ediliyor.

Ama, nerelerden ve hangi fiyatla alınacak, genel bütçeye artı getirisi olacak mı olmayacak mı belli değil.

Yoksa, hepsi ithalat yoluyla sağlanacak da, döviz kurunda belli bir standart olmadığı için ayrılacak kaynak hakkında bilgi verilemiyor mu ?

İşte, işin orasını kısa süre sonra anlayacağız.

Daha anlaşılır bir dille ifade etmek gerekirse, şunu söylemek lazım;

Cumhuriyetin 95. Yılı kutlamaları kapsamında ‘muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için var gücümüzle çalışıyoruz’ söylemleri bir yandan öne çıkarılırken, aslında yaşanan ‘Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete’ sözünün hayata yansımasıdır.

Gerçeklere göz kapamamak gerekir…