Başlıktaki dört deyimi biraraya getiren düşüncem, ülke ekonomisindeki temel kriterlere bakıldığında, kimlerin tercihinin ne olduğunu daha iyi anlamaktır.

Önce eşitsizlik…

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2018 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu, Türkiye'deki eşitsizliği ortaya koydu. Raporda, Türkiye 149 ülke arasında 130. sırada yer alıyor. Rapor, ülkelerde cinsiyet eşitsizliği, eğitim, sağlık, siyaset ve iş hayatı başlıklarındaki incelemelerin sonuçlarını içeriyor.

Türkiye, eğitime, sağlığa, siyasete katılımda kadın-erkek eşitsizliği son 10 yılda iyileşme göstermesine rağmen, bu alanlardaki kadınların katılımı açısından ele alındığında 2017’ye göre geriledi.

2018’de, kadınların iş hayatına katılımında belirgin bir artış gözlense de kadınlar ile erkekler arasında maaş farkı yüzde 51 oranında.

Kadınların yönetim kademelerinde bulunmalarında gözle görünür bir artış var ve bu yüzde 34 düzeyinde. Asma, bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik gibi beceri ve bilgi gerektiren alanlarda kadınlar yine yeterince temsil edilmiyor.

Söz konusu raporda yer alan bilgilere göre, 2006 yılında bu sıralamada 105. Olup da 12 yılda 25 sıra gerileyen Türkiye, "Kadınların ekonomik katılımı ve fırsat eşitliği" konusunda ise Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri arasındaki listede 7. sırada yer alıyor.

Eşitsizliğin yansımaları bir yana bu durumu tetikleyen en önemli sorunların başında herkesin yakından bildiği gibi işsizlik geliyor.

TÜİK’in verilerine göre, ülke genelinde, işsiz sayısı 2018 yılı Eylül döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 330 bin kişi artarak 3 milyon 749 bin kişi oldu. İşsizlik oranı da, 0.8 puanlık artış ile yüzde 11.4 seviyesinde gerçekleşiyor. İstihdam ise bir önceki yılın aynı dönemine göre 266 bin kişi artıp 29 milyon 63 bin kişi oluyor. Bunun oranı da, 0.1 puanlık azalış ile yüzde 47.8 düzeyinde kalıyor.

Bu verilerin tümü elinde olan, çalışma ile ekonomide adaletli dağıtım yapması gereken devlet ne yapıyor peki ?

Devlet, işsize cimri, işverene ise cömert bir tutum sergilemeyi sürdürüyor…

Sadece faiz gelirleri 11 milyar lira olan İşsizlik Fonu, geçen yıl işsize toplamda 4 milyar TL ödeme yapmış, geri kalanını da işverenin cebine aktarmıştır. Bunun en somut örneği, bu yılın kasım ayında fondan işsize ödenen rakamın 500 milyon TL, işverene yapılan ödemelerin ise 1 milyar 200 milyon TL olmasıdır.

Bu da, İŞKUR’un verileridir.

Eşitsizlik, işsizlik, cimrilik ve cömertlik konularındaki genel tablo bu…

Peki, hal böyleyken, bunların yaşandığı bir ülkede durumun normal olmasından, insanların huzur içinde ve kimseye muhtaç olmadan yaşamasından söz edilebilir mi ?

Baskı altında tutulan para piyasaları, daha ne kadar tepkisiz kalır ?

Öte yandan baskı altında tutulmaları için devletin her olanağı kullanıldığında nefes alamaz hale gelen yoksullar, emekçiler ve emekliler daha ne kadar dayanabilir ve sessiz kalır ?

Bu sorulara pozitif ve umut yeşertecek yanıtlar vermek olası değil.

Yanıtsız kalan sorular ise mevcut ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel kaosu

 Derinleştirir. Böylesi bir durumda çıkış yolu aramak için de yükse bir toplumsal bilince ihtiyaç vardır. Bilinç oluşmasının önündeki engellerin kaldırılması mücadelesi vermeyen, ipotekli düşüncelerini bile açıklamaktan kaçınan insan topluluğu, bu ve benzeri dönemlerde çıkış noktası bulamadığından en kötü koşullara bile teslim olarak yaşamayı, geçici olarak da olsa ‘huzur’ ve ‘refah’ içinde yaşamak biçiminde algılar.

Ama, bu algılama yöntemi illüzyonda öte bir anlam taşımaz…