Gençlik gelecek… Bunu biliyorlar ve kendi geleceklerini garanti altına almaya çalışıyorlar. “Bak! Hazır OHAL de var KHK’lar çıkarmaya da ara vermişiz, uslu durun haa… Yoksa bi KHK da sizin için çıkarırız.” özgüveni var kendilerinde. Dayandıkları güç aslında hiç de sağlam değil. Baksanıza artık yedikleri nanelerin ülke içinde kalamayacağı, korku iklimiyle sindiremeyecekleri anlaşılınca tutuştular. Kendilerinin ikbalini kurtaracağını anladıkları anda bizim yıllardır mücadele ettiğimiz ABD “emperyalizmiyle” dost olmaya, tüm o hamasi lafları unutmaya meyilliler.

OHAL onlar için korkutma aracı. Başarısız olduklarını söylemek bu durumun ebedi olabileceğini düşünmek kadar saçma değil belki ama yılmadan, teslim olmadan mücadele etmek de bir o kadar gerçekçi. Tüm tarih bu mücadelenin tezahürüdür nasılsa.

Evvel ki günlerde Üniversite’den bir akademisyen twitter’dan Sakarya tarihi konusunda agresif bir şeyler yazdı. Kendisini hem tanımam hem de yalnızca bir tweet yüzünden haklı mı haksız mı olduğuna dair yorum yapmam. Ancak şunu söyleyebilirim; kültürel anlamda bağrında bunca toplumsal katman barındıran, bu zenginliklere sahip bir kentin, Sakarya’nın faaliyetler hususunda bu denli kısır olması yukarıda yazılan ülkenin “iklimi” ve yönetenlerin tercihleri göz önünde bulundurulduğunda gayet “tutarlı” oluyor. Bu zenginlikleri törpüleyeceksin, gelişimini engelleyeceksin hatta tekleştireceksin ki başın sıkıştığında herkesi arkanda tutabilesin. Kitap okumada 88. sıradayız belki ama rahat olun G-20’deyiz. G-20 yeniyor mu paşam? Eğitim mefhumunun ilerlemeye katkısını müfredat değişiklikleriyle engellemeye çalışıyorsunuz, sizden olmayan dahi eskiden dostunuz da olmayan öğretmeleri işlerinden ediyorsunuz ama boşa… Aydınlık düşünceleri, fikirleri engelleyemezsiniz. Gerçeklerin bir şekilde ortaya çıkmak gibi bir huyu varsa, yalanla, dolanla, öyle “kandırıldım” demekle nereye kadar…

Bunları neden yazdık… Şöyle ki, yazının başında “gençlik” dedik. Genç nesil bizlerin arkasından geliyor ve zihinleri bize nazaran daha dinamik. Haliyle gençlerin, bizim “lanet olsun” deyip bir kenara çekilen, kendini sosyal medyada büyük harflerle “haykırmak” suretiyle tatmin eden kesiminden sarih olan zihinleri bu devranı yıkar. Doğa kanunu. İşte tam da bundan korkuyorlar ve bu korkularını muktedir durumlarından hareketle gençleri korkutarak sindirmeye çalışıyorlar.

Nasıl mı? Zor değil herhangi bir kişinin telefon numarasına ulaşmak… Telefon açıyorlar mesela: “Kendilerini Polis, Jitem (mi kaldı), Özel Harekat, MİT vs… olarak tanıtıp sizi kandırmaya çalışanlara itibar etmeyin” SMS’i gibi ama hiç de komik olmayan şekilde ama aynı böyle tanıtarak, pervasızca, ödlek bir özgüvenle hem de…

O telefon görüşmelerinde buluşma tekliflerinde bulunmalar, “akıllı ol”lar, “bak iyi bi çocuğa benziyorsun, teröristlerle (onlardan olmayan herkes bir gün terörist olacak) takılma!”lar, “şu şu kişiler vatan haini, al şu 50 lirayı, bize onlar hakkında bilgi ver”ler, “elinde fotoğralarımız var, baaaakkk”lar…

Yetmedi mi, aileye şikâyet etmeler. “Çocuğunuz teröristler tarafından kandırılıyor”lar… Bu ülkede kimlerin kanabileceğini de kimlerin asla kanmayacağını da bizler iyi biliyoruz. Aileler üzerinden gençlere “sen mi kurtaracaksın bu ülkeyi” algısı yarattırıp, olmadı aileleri de sindirmeye çalışıp kendilerinin geleceğini garanti altına almak istiyorlar. Tekrar ediyoruz, korkuyorlar. Ödleri kopuyor. Ama ipotek altına almayı başaramazlar. Dedik ya doğa kanunu!

Bunları yapanlar hep vardı ama son zamanlarda fazlasıyla arttı. Artık “yeni atamalar”la mı ilgili, bilemiyoruz! Hatta gerekli görülen kişilerle bu sıkıntılar paylaşıldı keza. Doğal olarak beklediğimiz üzere “acaba mı ithamlarımız” inkâr edildi. Zaten bu yazılanlar aleni şekilde, “resmi” olarak yapılacak şeyler değiller… Tüm samimiyetleriyle bile gerçekten bilmiyor olsalar da yaklaşımlarından bu durumun işlerine geldiği anlaşılıyor. Üstelik onlar da en yakınlarına, altlarına-üstlerine güvenmiyorlar. “Bugün bana emir veren yarın beni ateşe atar” diye düşünüyor. Bak işte, böyle düşünenler çok haklı. Harbiden ha… İşte bizlerde olup da onlarda olmayan şey bu; Güven. Özgürlük ve eşitlik mücadelesi veren bizlerin bir türlü vazgeçemediği şeyler; güven ve umut!

Bu yukarıda yazılanlar birilerinin en tepeye “kendini ispat etme” çabası herhalde. Son günlerde şehrimizde artan bu korkutma girişimleri, gençlerin örgütlenmesinin önüne geçme çabaları, hesap sorabilecek zihinleri baştan engelleme, düşünmeyen, sorgulamayan, değiştiremeyen, cesaret edemeyen, sinmiş bir kitle yaratma çabaları bize bunun bir kendini ispat etme çabası olduğunu düşündürüyor. Bu çabanın tercümesi, “baaaak ben de çalışıyorum, Saray’a hizmet ediyorum” mesajı olsun olmasın, umurumuzda değil!

Üstelik kim engelleyebilir düşünmeyi? Kimin nerede, nasıl bir mücadele vermesi gerektiği yalnızca o kişiyi ilgilendirir. İktidar gibi, yönetenler gibi düşünmek zorunda değiliz. Buna mahkûm da değiliz. Güzel bir kent için, güzel bir ülke için mücadele etmek suç sayılamaz. Bakın biraz soyut görünen eşitlik-özgürlük-adalet mücadelesi demeyelim de ele avuca gelir birşeyler diyelim; kendimizi ifade edeceğimiz faaliyetlerin yapılması, okullarda düşünce topluluklarının çoğalması, işsizliğin yasaklanması, elektrik ve doğalgaz gibi asgari ihtiyaçların ücretsiz veya çok cüzi bir miktarla halka sunulması, toplu taşımanın yine cüzi bir miktarla ve yoğun olarak kullanılması, trenin kent merkezine geri gelmesi, köylerimizin ve doğamızın talan edilmesine izin vermemek, şiddet gören kadınların korumaya alınması değil, şiddet uygulayanın ıslah edilmesi, şehir hastanesi değil kamu hastanesi, ücretsiz ve eşit sağlık hizmetleri ve eğitim… Bunları istediğimiz için suçlu sayacaksanız bizleri, razıyız efendiler!

Özetle, o tehdit edenler kimse artık; ELİNİZİ GENÇLERDEN ÇEKİN!!!

“Hiç kimse herkesin hayatına karışamaz” ya, gençleri taciz edilmesine göz yummaktan veya veya bunlara kayıtsız kalmaktan vazgeçin! Ailelerine “vatan-millet-bayrak aşkıyla” şikâyet etmeyi bırakın. Yurt onu kirletenlerin değil, onu temizlemek isteyenlerin yurdudur. Hele hele arabaya bindirip, şöyle bir “tur atmaları” sakın ola ki izlemeyin.

Bakın Nuriye çıktı, Semih beraat etti… Yine ders verdiler: Direnen kazanır. Onlarsa korkuyorlar…

“Cesaret bulaşıcıdır” denilmişti ya, evet, cesaret bulaşıcıdır, Gençlik gelecek… ve zulmü yıkacak!

Hayde…