Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) bu hafta içinde yayımladığı 2019-2020 Eğitim Öğretim Yılı Hedefleri Listesi'nde toplumsal cinsiyet eşitliği dersinin de eklenmesi bir kez daha bu konuyu tartışma gündemine taşıdı.

Muhafazakar kesimden gelen tepkiler üzerine MEB, bu dersi listeden kaldırmaya karar verdi.

Ancak kadın örgütleri, bazı sendikalar ve cinsiyet eşitliği alanında çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları (STK) da MEB'in kararına tepki gösterdi.

Dünyada başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere birçok çokuluslu kuruluş ile devletin çeşitli politikalarla desteklemeye çalıştığı toplumsal cinsiyet eşitliği, Türkiye'de ise son dönemde muhafazakar kesimin gösterdiği tepkilerle gündeme geliyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği nedir?

Ankara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden Prof. Dr. Nilay Çabuk Kara, toplumsal cinsiyet eşitliğinin "kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamın her alanına eşit katılımları" olarak tanımlandığını belirtti.

Kara, MEB'in internet sitesinde yer alan makalesinde, "Kısacası, kadın ve erkeklerin eşit hak, imkân ve olanaklara sahip oldukları durumdur. Böyle bir eşitliğin mevcut olması halinde, cinsiyete dayalı herhangi bir ayrımcılık olmayacaktır" dedi.

Cinsiyet eşitliği konusunda çalışmalar yapan BM Kadın Birimi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin gerçekleştirilmesinde dünya genelinde kabul gören yaklaşımı "toplumsal cinsiyetin anaakımlaşması" olarak tanımladı.

Bu süreç ise özellikle son 25 yılda hızlandı ve bir dizi adımın atılmasına neden oldu. 

Bu adımlardan ilki 1995 yılında Pekin'de düzenlenen Dördüncü Dünya Kadın Konferansı'nda Pekin Eylem Platformu'nun kabul edilmesiydi. Bu platform, cinsiyet eşitliğinin sağlanması için hükümetlerin önlem alması gereken 12 alan tespit etti ve aralarında yetki ve karar verme ile kurumsal mekanizmaların da olduğu bu alanlarda hükümetlere eylem planı geliştirmeleri çağrısı yapıldı.

Daha sonra 2000 yılında Birleşmiş Milletler Binyıl Zirvesi'nde tüm üye ülkeler tarafından kabul edilen Binyıl Kalkınma Hedefleri arasında toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesi ve kadının güçlenmesi yer aldı.

Bu alanda gelişimin ölçülmesi için üç kriter belirlendi: İlk, orta ve yüksek öğretimde kız çocukların erkeklere oranı, tarım dışı ücretli işlerde çalışan kadınların oranı ve mecliste kadın üye oranı.

Toplumsal cinsiyet eşitliği, BM tarafından da artık bir insan hakkı olarak nitelendiriliyor. 

Türkiye bugüne kadar nasıl adımlar attı?

Kara'ya göre, Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının zeminini Cumhuriyet devrimleri oluşturuyor ve bu dönemde yapılan reformlar kadının yurttaşlık hakkını kazanmasını sağlıyor.

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni (CEDAW) 1985 yılında imzalayan Türkiye, 2000'lerin başından itibaren cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda uluslararası taahhüt ve normlara uymak konusunda bir dizi adım attı.

2004 yılında yapılan değişiklikle Anayasa'nın 10'uncu maddesine, "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür" ifadesi eklenerek, cinsiyet eşitliğine anayasal güvence getirildi.

Aynı fıkraya 2010 yılında da "Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz" cümlesi eklendi.

2004 yılındaki değişiklikle aynı zamanda CEDAW'a ulusal hukuka karşı üstünlük verildi.

2009 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu kuruldu ve 2012 yılında da 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edildi.

Aynı yıl içerisinde kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi onaylandı. Bu, kadınlara ve kız çocuklarına yönelik ev içi şiddeti önlemeyi amaçlayan ilk Avrupa sözleşmesi olma özelliği taşıyor.

Bu sözleşmenin önsözünde kadına yönelik her türlü ayrımcılığı önlemenin ve erkekler ile eşitliğini sağlamanın ancak ev içi şiddetin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabileceği belirtiliyor. 

Bu alanda en fazla çalışma yapan uluslararası kuruluşlardan BM Kalkınma Programı'nın 2018 raporuna göre, Türkiye, cinsiyet eşitliği endeksinde 2017'ye kıyasla beş basamak yükseldi ve 64'üncü sırada yer alıyor.

Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet farklı şeyler mi?

Evet. 

Uluslararası alanda bu konudaki mevcut çalışmalarda toplumsal cinsiyet eşitliğini temel almak ve buna odaklanmak artık bir norm haline geldi.

Kadın çalışmaları, cinsiyet ile toplumsal cinsiyeti farklı şekillerde tanımlıyor.

Cinsiyet (İngilizce olarak sex), doğuştan gelen biyolojik özellikleri içeren bir terim olarak tanımlanıyor.

Toplumsal cinsiyet (gender) ise sonradan öğrenilen ve cinsiyete toplum tarafından biçilen rol, sorumluluk ve davranış beklentilerini kapsayan bir terim olarak kabul ediliyor.

Örneğin kadınların ev işleriyle ilgilenmesi ya da çocuk bakımını üstlenmesi gibi beklentiler, cinsiyet değil, toplumsal cinsiyetle bağdaştırılan kavram olarak gösteriliyor. 

Bu alanda yapılan çalışmalara göre, eşitliğin sağlanabilmesi, cinsiyetlere biçilen toplumsal rollerin değiştirilmesi ve eşitlenmesini de içeriyor.

Türkiye'de muhafazakar kesimden neden tepki geliyor?

Türkiye'de muhafazakar kesimin toplumsal cinsiyet eşitliğiyle kavramına ve bununla ilgili itirazlarının temelinde de cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki bu kavramsal fark yatıyor.

Bu konudaki itiraz ve tartışmalar da özellikle eğitim alanında yaşanıyor.

Avrupa Birliği ve Türkiye'nin finanse ettiği ve MEB koordinasyonunda yürütülen Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi (ETCEP), 2014-16 yılları arasında uygulandı.

Daha sonra MEB, "ETCEP kapsamında elde edilen çıktıların yaygınlaştırılması" için BM Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ie işbirliği içinde yeni bir projenin yürütüldüğünü açıkladı. 

Bu proje, geçen eğitim-öğretim döneminde 81 ilde ve 162 pilot okulda yürütüldü.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Aralık 2018'de okullarda toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan projelerin yaygınlaştırılacağını açıkladı ve son olarak, bu hafta içerisinde 2019-2020 Eğitim-Öğretim Yılı Hedef Listesi'ne Toplumsal Cinsiyet Eşitliği dersi de eklendi. 

Türkiye'de muhafazakarlar, toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyecek projelerin kadınların geleneksel rollerini ve bunun bir sonucu olarak da aile yapısını ortadan kaldıracağını savunuyor.

Muhafazakarlar ayrıca, bunların Batı kaynaklı projeler olduğunu ve "fıtrata aykırılık" taşıdığını öne sürüyor.

Milli Gazete yazarı Abdülaziz Kıranşal, Ocak 2019'da yazdığı bir makalede itirazları şöyle sıraladı:

"Bu proje anneliği, eşliği ve ev hanımlığını yok etmek üzere tasarlanmış bir projedir. Çünkü projenin savunucuları, eşitlik ve özgürlük gibi algılarla ev hanımlığını ve anneliği tahammül edilmesi güç bir durum ve kadının özgürlük alanını kısıtlayan, geleneklerin ve dinin kadının sırtına yüklediği bir angarya gibi sunmaktadırlar.

"Bu proje, bir fıtrata müdahale projesidir. Çünkü bu projenin savunucuları biyolojik cinsiyetten farklı olarak LGBTİ gibi sapkınlıkları da toplumun nazarında farklı cinsel yönelimler olarak sıradanlaştırarak, normalleştirerek ve makul hale getirerek topluma sunmaktadırlar."

Yeni Şafak yazarı Ergün Yıldırım da, toplumsal cinsiyet eşitliğinin eşcinsel çiftleri aile olarak tanımladığını öne sürdü.

Temmuz ayında yazdığı makalede, Yıldırım, "Cinsiyet eşitliği ideolojisi, kadının kadınla yaşamasını, erkeğin erkekle yaşamasını aile diye tanımlıyor. Bütün itirazları de engellemek peşinde. Bunun için arsızdır. Saldırıya dur diyen ve itiraz edenleri hemen insan korkusu (homofobik) ile damgalıyor. Eşitliğe karşı çıkmakla suçluyor. Ne mucize bir kelime eşitlik! Oysa en büyük yalan! Yalan masal" dedi.

Muhazakar kesimin önde gelen kadın derneklerinden Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) de toplumsal cinsiyet eşitliği yerine, "toplumsal cinsiyet adaleti" terimini kullanmayı tercih ediyor.

KADEM, bu terimi "eşitliği de kuşatan bir adalet anlayışıyla" tanımladığını söylüyor.

KADEM Başkanı Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu, Ocak 2019'da düzenledikleri 5. Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi'nin açılışında yaptığı konuşmada bu kavramı şöyle detaylandırdı:

"Biz KADEM olarak kadın ve erkeğin ailede ve sosyal hayatın akışı içinde hem adil bir rol paylaşımını hem de eşit fırsatlara erişeceği bir yaklaşımı benimsiyoruz. Ayrıca toplumda oluşacak denge ve ahengin öncelikle kadına yönelik ayrımcılığın önüne geçerek gerçekleşeceğine inanıyoruz. Kadın ve erkeği birbirinin karşısında konumlandıran modern algı yerine; onları birbirinin tamamlayıcısı, dostu ve yardımcısı olarak kabul eden iki insan anlayışıyla hareket ediyoruz."