Sonbahar güneşinin haylaz sıcaklığı ile merhaba,

Kendini bu şehre karşı sorumlu hisseden bir grup yürekli arkadaşın girişimi ile kurulan bu haber sitesinde dilim döndüğünce, aklım erdiğince, elimden tutan kelimeler eşliğinde burada olacağım. Yazı yazmak doyumsuz bir serüven; her seferinde, yine yeniden serseri yollara düşmek gibi… Bir maniniz olmadığı sürece bekleriz efendim.

Daha önce editör arkadaşa başka bir yazı hazırlayıp vermiş olmama rağmen, son anda yüreğimin şımarıklığına kulak verip, yıllar önce bir gazete köşesinde okuduğum ve aklıma kazınan bir hikâyeyi yazmak istedim. Kişisel yolculuğumda bende fark yaratan okumalardan biriydi. Bilinen bir hikâye olması riskini göze alarak, aklımda kaldığı kadarı ile sizlerle paylaşmak istiyorum.

***

Bir dağ başında, insanlardan uzak yalnız yaşayan bir adam varmış. Sürüsünden ayrılan bir kırlangıç günlerdir onu uzaktan izliyormuş. Bir gün kırlangıç gelip penceresine konmuş. Gagasının ürkek vuruşları ile camı tıklatmış defalarca. İşinden başını kaldıran adam sinirli bakışlarla pencereye yaklaşmış.

“ Kimmiş evimin sessizliğini bozan, beni işimden alıkoyan?”

Cesaretini toplayan kırlangıç, minik yüreğinin kocaman hevesi ile dile gelmiş;

“ Hey merhaba! Uzak diyarlardan geldim. Uzun zamandır seni izliyorum. Seninle dost olmak, yalnızlığını paylaşmak istiyorum, beni içeri alır mısın?”

Adam şaşırmış.

“ Sen de nerden çıktın? Bir insan bir kuşla dost olur muymuş hiç? İşim gücüm var benim, defol git başımdan.”

Vazgeçmemekte kararlıymış Kırlangıç;

“ Aç pencereni, beni içeri al. Sana yoldaşlık ederim, yalnızlığına ortak olurum. Belki sen de seversin beni…”

Huysuz adam parlamış:

“ Bir dosta ihtiyacım olduğunu nereden çıkardın? Hem benim kimsenin yoldaşlığına ihtiyacım yok. Ben yalnızlığımdan memnunum” diyerek kırlangıcı kovmuş penceresinden.

Ümidi kırılan kırlangıç uçup gitmiş. Birkaç gün geçtikten sonra tekrar gelmiş. Adam bu sefer hiç oralı olmamış. Küçük kırlangıcı dinlememiş bile.

Kırlangıç bir zaman sonra bütün cesaretini ve inadını gagasındaki kelimelere yükleyerek tekrar gelmiş adamın penceresine. Daha kararlı vurmuş cama. Adam bezgin bir şekilde camı açınca;

“Soğuklar başladı bak, üşüyorum dışarıda… Sen de yalnızsın. İnat etme hadi içeri al beni. Dostluk güzeldir. Hem sana anlatacak bir sürü hikâyem var. Kış gecelerinde evini şenlendiririm…”

Öfkelenmiş adam. Pencerenin açık kanadını kırlangıcın yüzüne kapatarak sırtını dönüp gitmiş. Zavallı kırlangıç gagasını eğerek gökyüzüne doğru havalanmış, kanatlarını terk eden umutlarıyla gözden kaybolmuş.

Gel zaman git zaman adam pişman olmuş yaptığından ve söylediği sözlerden.

“ Kırlangıç haklıydı belki de. Yalnızlığımı paylaşabilir, iyi dost olabilirdik…”

Günlerce kırlangıcı düşünmüş. Bir daha gelirse teklifini kabul edip onunla arkadaş olmayı kararlaştırmış kendince. Bütün kış pencere önünde beklemiş. Ve ilkbaharda da… Mevsimler dönüp yaz gelince, kuş sürülerini görüp umutlanmış adam. Ama hiçbirinin arasında kendi kırlangıcını görememiş. Oradan geçmekte olan bir kırlangıç sürüsünü görünce koşarak yanlarına gitmiş. Kendi kırlangıcını sormuş onlara.

“Geçen sonbaharda, bir kırlangıç gelmişti pencereme. Onu arıyorum, nerede olduğunu bilen var mı?” İçlerinden biri cevap vermiş, bilgece bir eda ile:

“ O artık gelemez. Bilmiyor musun, kırlangıçların ömrü altı aydır.”

***

Bu hikâyeyi okuduktan sonra hayatımda ‘keşke’lerim olmayacak diye söz verdim kendime. Değerli olanın asla kıyımdan akıp geçmesine izin vermedim. İnsanlardan vazgeçmeyi değil, daha fazla dokunmayı seçtim, onlara verdiğim her şansı aslında kendime de verdiğimin farkında olarak. Her insan bir değerdir ve herkesten öğreneceğin, alacağın bir şey mutlaka vardır, görebilirsen eğer. İnanın bunun verdiği duygu eşsiz… Ve çok az ‘keşke’m var. Ne diyelim, darısı sizin başınıza olsun mu?

Dostlukla…