Hayat sürprizlerle dolu. Bundan yaklaşık beş ay önce, yeni yıla ilk adımımızı attığımız günlerde, bize yeni yılın neler getireceğini bilseydik sevdiklerimize daha çok sarılmaz mıydık? O zamanlar yolda maskeli birini görsek  ya ‘’Yazık, kanser galiba”  ya da “Deli mi?” diye düşünürdük. Hatta yanımızdan geçtikten sonra birkaç kere dönüp dönüp bakar anlam vermeye çalışır, belki arkadaşımıza bile anlatırdık. Bugünse maske takmayana düşman gibi bakıyoruz. Hatta bir arkadaşım “Yolda, maske takmayan gençleri gördükçe gidip saçını başını yolasım geliyor” diyordu. Nereden nereye... Hatta modacıların kısa sürede yeni modelleri  piyasaya sürmesini bekliyoruz. Aman  tüketim çılgınlığı durmasın, insanların canı pahasına çarklar dönmeye patronlar kazanmaya devam etsin. (!) 

Peki bütün maskeler böyle görünür mü?
Ya görünmeyenler?
Onların arkasına neleri saklarız? 

Hangi yaralarımız, kıskançlıklarımız, korkularımız, gün yüzüne çıkmaması gereken karanlık düşüncelerimiz durur arkasında?
Üstelik bir tane değil çeşit çeşittir o maskeler. Bazen buruk bir gülümseme gizler gözlerimizdeki yaşı,  bazen iğneleyici bir sözün içinde şefkat ve sevgi gizlidir, göstermekten korktuğumuz. Kimi zaman her şeye boş vermiş, hiçbir şeyle ilgilenmez görünür  karşımızdaki, sanki orada olduğumuzun farkında bile değilmiş gibi, sonra öyle bir şey söyler ki şaşakalır, hangi kuytu köşeye sineceğimizi bilemeyiz.  

En kötüsü de dostlukları maske yapanlardır. Güvenirsin, sırtını yaslarsın da bir bakarsın boşlukta asılı kalmışsın. İnsan en çok dostlarına yenilir çünkü. Bir tek onlara karşı en yalın halinle çıkarsın ortaya. Zira onların yüreğini kendi göğüs kafesindekinden ayrı görmezsin. Karşındakini kendi aynan kabul edersin. Elbet herkesin kusurları vardır; ancak o kusurlarını kendi eksiklerine kardeş edersin, ayrı tutmaz, bir seversin. O yüzdendir ki, ellerin taşı değmezken dostun bir tek gülü yaralar bizi. Sonunda daha çok büyür daha az inanırsın. Bazı şeyleri bilmemenin, duymamanın, yeri geldiğinde gemileri yakıp gidebilmenin ne büyük özgürlük olduğunu öğrenirsin. Hele ki için çığlık çığlığa iken sukut maskesini takmak zorundaysan. Sahi zorunda mıyız, yoksa kolayımıza gelen bu mudur? Aslında kendi korkaklığımıza bahane midir o maske?

Yılardır namussuzların erdem maskeleri ile arz-ı endam ettiği yurdumda bitmeyen bir ironi hali.

Oysa ne bahtiyardır aynada kendi yüzlerini görebilenler, gece uykularına kaygısız dalabilenler. Sandıklarında çürük meyvesi olmayan ve o meyve ile birlikte ruhları da çürümeyenler. Sırtlarında umutlarından başka yükleri olmayanlar. Sevdiklerinin gözüne korkusuz bakabilenler. Kendi sırlarının esiri olmayan, söyledikleri büyük laflar boğazına takılmayanlar. Bu dünyadan giderken yüreklerinde baharın sıcaklığını, suyun berraklığını bırakabilenler. 

Maskeli balonun çıplakları olmayı başarabilenler.