Atölye çalışmasında İstanbul ve Ankara’dan bir grup gazeteci, bölgede çalışan ve mesleki kurumların yöneticileri, iletişim öğrencileri ve Suriyeli gazetecilerin bulunduğunu anlatan Evin, "Fakat Anadolu’da yerel basının üzerindeki baskılar ve sorunlar, ulusal basından az değil. Hatta yer yer çok daha acımasız ve ezici olabiliyor" tespitinde bulundu.

Evin'in yerel basının içinde bulunduğu duruma ilişkin gözlemlerinden bazıları şöyle:

Bırakın Saray’ı, yüksek siyaseti... Şehre dair son derecede sıradan bir meseleyi gündeme getirmek, yazmakbile yerel gazetecilerin sonunu getirebiliyor. Peki bunda gazetecilerin sorumluluğu var mı?

Bir sel sonrasında dahi altyapıdaki sorunları dile getirmeyen, en küçük bir eleştirel haber ya da paylaşım sonrası “basın ilan kurumu”ndan gelecek ilanların kesilmesi tehdidiyle karşılaşan, iş insanları ve bürokratik elitin bülteni şeklinde çıkan bir yerel medya manzarası tarif edildi.

Elbette halkının ve şehrinin faydası uğruna büyük çaba gösterenler, haberciliği büyük bedellerle sürdürenler de var, ama azınlıkta. Kendini gazeteci diye tanımlayanların başka işlerden para kazanıyor olması ve mesleki kimlikle tüccarlığın birbiriyle iç içe geçmesi, yaygın bir hastalık.

İyi de halkla ilişkiler yayıncılığını kim tabiri caizse “satın alır”?

Anadolu’da pek çok şehirde hala onlarca yerel gazete çıkıyor. Büyük çoğunluğu “varol padişahım” tadında, aynı manşet ve haberlerle... Haliyle kimse o yayını, o gazetecileri ciddiye almıyor...

Sonuç: Tıpkı merkez medyada olduğu gibi tek sesli, tek renkli ve hayli etkisiz yayınlar... Sadece bir avuç insanın nemalandığı bir yalan dünya.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız