Feminizm nedir, kadın hakları mücadelesindeki rolü nedir? 

Feminist literatür kadın mücadelesi için ne diyor? 

Feministler erkek düşmanı çirkin kadınlar mı yoksa başkaca dertleri mi var?

Tüm bunları araştırma görevlisi Aslı Eda Şeran ile konuştuk

Serap ÖZER

-Merhaba, öncelikle Feminizm nedir diye sormak istiyorum. Pek çok kesim tarafından erkek düşmanlığı olarak kabul edilen bu terim aslında neyi ifade etmektedir? Feministler gerçekten koca bulamamış çirkin kadınlar mı?

Feminizme dair pek çok tanım var ama belki de şöyle denebilir; Feminizm ataerkiyi görünür kılmaya çalışan, kadınların cinsiyet olarak  sistemli ve yaygın bir şekilde ezildiğini ve toplumdaki  kaynaklardan erkekler kadar yararlanamadığını ortaya çıkartan ve bu durum karşısında  özgürlük, eşitlik talebiyle politikalar ortaya sunan, kadınların da insan olduğunu üzerine basa basa söyleyen, kendi içindeki çeşitliliğiyle zengin bir toplumsal hareket, bir fikir akımıdır.

Kadınların da insan olduğunun altını çizelim dedim, çünkü biliyorsunuz ki insan hakları ya da insanlık kavramı denildiğinde, tarihte oldukça uzun bir süre yalnızca erkek insanın  varlığı ve hakları gündemdeydi  ve zihnimizde hala çoğu zaman  bir  erkek imgesi  canlanıyor.

Oysa bu imgeden farklılığı ve aynılıkları ile kadının bir özne olduğunu söyleyen ortaya çıkartan,  görünür kılan  feminizim oldu.

-Ülkemiz de kadın hareketlerinin Osmanlı’dan bu yana var olduğunu biliyoruz. Özelikle Meşrutiyet döneminden itibaren kendini var eden bu hareket neden gerekli şekil de yaygınlaşamıyor? Ülkemizde bu hareket neden bu kadar yavaş ilerliyor?

Zaten tarihsel olarak baktığımızda feminizmi tarihini dalgalar olarak ifade ediyoruz. 

Birinci dalga, ikinci dalga, üçüncü dalga gibi. Ve dalga hareketinde biliyorsunuz bir ileriye gider sonra bir geri çekilme yaşanır. Tarihin dinamiklerinde de kadınlar bazı kazanımlar elde ediyorlar, sonra bir geri çekiliyorlar ya da çekilmeye zorlanıyorlar. 

Örneğin Dünya savaşları dönemi, kadınlar  erkeklerin savaşta olması toplumsal hayata daha çok katılmaları yönünde teşvik edilirken onların dönüşleriyle yeniden aile içine yönlendiriliyorlar.   Daha sonra yetmişlerde başlayan neo liberal dönüşüm karşısında pek çok toplumsal hareket gibi 80’lerde geri çekilme, sömürgelerin bağımsızlaşmasının ayrıca bir etkisi, bu ülkelerin kendi getirdiği feminist bilinç ve bunlara bağlı olarak sürekli ileri geri bir hareketi var. 

Türkiye’de de benzer bir hareketi var.

 Zaten Osmanlı’nın son dönemi  hareketin öncüllerinin ortaya çıkışı, sonrasında saltanatın sonlandırılıp cumhuriyete geçişle büyük bir paradigma değişikliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve kadınların eğitim ve oy hakkı  mücadelesinin devamı,  aslında cumhuriyetin başında da etkin fakat sonra biraz resmi ideolojinin etkisi altında Türkiye’de kadınlara oy hakkı verilince kadın sorunu  çözülmüş gibi bir algı oluyor. 

Türkiye’de çeşitli kadın hareketleri olsa da feminizmin bir toplumsal hareket olarak ortaya çıkışı seksenlere rastlıyor.

Bunu sosyalistler sanki seksen darbesi ile sosyalist hareketin darbe almasının yarattığı   boşluktan  feminizm ortaya çıkmış gibi yargılıyor, oysa o feminist mücadeleyi veren kadınların pek çoğu sosyalist hareketten geliyorlar. Belli bir çeşit devam da olduğu söylenebilir.  

Bu dönem de siyasi mücadele yürüten  erkeklerin pek çoğunun  hapse girmesi, politik mücadele de kadınların sorumluluklarını arttırıyor. Örneğin hapisane önündeki hak mücadelesi süreçleri. Aynı süreçte Fransızca’dan ve İngilizce’den bazı feminist metinlerin çevirisi gündeme geliyor. Kadınlar kendilerini konuşmaya başlıyorlar, dergiler ve yazılar yayınlıyorlar. 

Kendilerine dönüp bakıyorlar ve erkek şiddeti, aile içindeki dayak gündeme geliyor ve gelişiyor.1987 yılında Yoğurtçu Parkı’nda düzenlenen Dayağa Karşı Eylem feminist hareket açısından bir dönüm noktası olarak anılır. 

Sonra doksanlar bu hareketin daha kurumsallaştığı bir dönem olarak tarif ediliyor. 

Doksanların sonu ikibinlerin başında kadın dernekleri, vakıfları, kadın örgütlerinin sayısı oldukça artıyor. 

Bu şekilde devam ediyor.

Bir dönem kadın hareketinin dünyada da gerilediği bir dönem var bu tabi ki ülkemize de yansıyor. 

Tabi ki feminizmi uluslar arası bir hareket olarak düşünmek gerekiyor. Emek mücadelesi de öyle. 

Uluslararası durumdan etkileniyor.

Ancak son dönem de bir yükselmenin olduğunu görüyoruz. Her ne kadar tüm dünyada da muhafazakarlaşma ve savaşlar dolayısıyla faşizm koşulları yaşansa da kadınlar son derece güçlüler.

Hatta o kadar ki son dönemlerde ana akımlaşma esnasında popülerleşti ve böyle bazı kavramları zorlanıyor popülerleşme içerisinde kendi anlamını korumak konusunda 

Ben güçlü ve örgütlü olduklarını düşünüyorum .

Türkiye de ikibinonlar geldiğinde kendini feminist örgüt olarak niteleyen pek çok kurumda dağılma oldu. 

Bazı feminist dergiler yayın hayatına son verdi.

Bütün bu tarih içinde dünyada olduğu gibi Türkiye’de de feminizm kendi içinde  çeşitlendiği gibi, Türkiye’de kadın hareketleri birbirleriye etkileşim için de güçlendi, çoğaldı

 Süreç içinde çoğalan , bazen ilerleyen bazen gerileyen bir hareket olarak devam ediyor. 

-Pazar günü  Sakarya Barosunun çağrısı ile ilimiz de çocuk tacizine karşı bir yürüyüş gerçekleşti. Bu sorunu yaşayan veya sadece takip eden pek çok kadın biraz da duygusal bakarak idam tartışmalarında taraf hale gelebiliyor. Siz buna nasıl bakıyorsunuz, sizce idam bir çözüm olacak mı?

Ben kesinlikle idamı savunmuyorum. 

Çünkü bunun gibi geri döndürülemeyen cezalandırma biçimlerinin sonuç vermeyeceğini düşünüyorum.

Cezayı arttırmak çözüm değil

Bu tür ceza biçimleri her zaman dönüp dolaşıp kadınları vurur ayrıca.

Suça neden olan toplumsal koşulları değiştirmemiz gerekiyor.

Evet bu uzun bir mücadele süreci ancak doğrusu bu. 

Örneğin ortaya çıkan pek çok vaka oldu o vakaların ceza süreçlerinin takip edilmesi gerekiyor. 

Bununla birlikte eğitimlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. 

Çocuklara bedenlerini nasıl koruyacaklarını, ailelere bu bilgiyi çocuklarına nasıl vereceğini öğretmek.

Kadın ve çocuk hakları ile ilgili kurumları güçlendirmek.

Bildiğiniz gibi OHAL’le birlikte pek çok kadın dernekleri ve çocuk hakları üzerine çalışan kurumlar kapandı. Örneğin Gündem Çocuk bunlardan biri.

Umarım OHAL bir  an önce kalkar, kadın ve çocuk hakları mücadelesi veren dernekler ve dergiler bir an önce açılır. 

Çünkü sorunun çözümünde  kurumsal mücadele çok önemli.

Özellikle yargı mensuplarının bu konuda eğitilmesi gerekiyor. 

-Biraz da bugünkü etkinlik hakkında konuşmak istiyorum. Sakarya’ya davet edildiğiniz de ne düşündünüz? Etkinliğe katılan kadınlarla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Doğrusu davet edilmek beni çok mutlu etti. Biraz bana moral vermek için yapılmış bir şey olduğunu düşünüyorum. Amacına da ulaştı bu anlamda 

Benim için kadınlarla bir araya gelmek çok keyifliydi. 

Zihinleri birlikte çalıştırmak, deneyimleri dinlemek, yeni arkadaşlar edinmek benim için son derece güzel bir deneyim her zaman. Katılım beklediğimden yüksekti.

Benim için oldukça keyifli bir söyleşi oldu.

-Peki Aslı  bir akademisyen ve bir kadın olarak kendini nasıl tanımlar?

İnsanın kendini tanımlaması zor bir durum. 

İnsanın kendine bir bakışı var ama dışarıdan da bir bakış söz konusu.

İkisi birbirine ne kadar  yakın bilmiyorum ama mücadele eden, dayanışmayı önemseyen bir kadın. 

Özgürlük ve eşitlik mücadelesini bir var oluş sorunu olduğunu düşünüyorum ve bunun için de varlığımı ortaya koydum zaten.

-Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.