Toplumun biçtiği rolü kabul etmeyip, birey olmayı tercih eden kadınların her zaman güçlü olmak ve öyle kalmak zorunda olduğunu ifade eden Aydın, zorluklarla karşılaşan kadınlara şöyle sesleniyor: “Pes etme şansımız yok. Çünkü kadın her yerde taşıyıcı kolon, o yıkılırsa her şey yıkılıyor. Her şeyden umudunuzu kesebilirsiniz. Hayat üstünüze çok geliyor olabilir ama kendinizden umudu asla kesmeyin. Siz varsanız ve nefes alıyorsanız henüz her şey bitmiş değildir.”

Güçlü kadınların tümü umudu ve direnci sol memelerinin altından hiç eksik etmeyenlerdir. Her birine hayranlıkla bakarsınız. Nice yıkılmışlıklardan, nice imkansızlıklardan geçmiş, çıkmaz sokaklardan kendilerine yol bulmuşlardır. Siz hep onların kahkahalarını duyarsınız ama gözyaşlarını da saklamazlar görebilene, ayıp değildir çünkü.

Yeliz Aydın da umudunu hiç kaybetmeyenlerden. Karşılaştığınız ilk andan itibaren gülen gözleri sizde inanılmaz bir güven duygusu uyandırıyor. Kendisi ile belki çok eski bir tanışıklığımız yok, ancak bundan sonrasında çok uzun yıllar bir arada olmaktan büyük keyif alacağım ve eminim ki hayata dair çok şey öğreneceğim bir kadın.

Söyleşi sırasında doğum gününün 18 Ekim olduğunu öğrendim. Medyayazar ailesi olarak kendisine sevdikleri ile birlikte sağlıklı , mutlu ve uzun bir ömür diliyoruz.

İyi ki doğdun güzel gözlü, güzel yürekli kadın.

Sevgiyle...

Serap ÖZER

--Yeliz Aydın kimdir, kısaca kendinizden söz eder misiniz?

Öğretmen baba ve ev hanımı bir annenin 1978 model ortanca çocuğuyum. Kökenimiz Artvin’e dayansa da Sakarya’da doğdum büyüdüm. Eğitim hayatıma babamın öğretmen olduğu Geyve’nin Belpınar köyünde başladım. 4.sınıfta Ahmet Akkoç ilkokulu’na nakil olarak bitirdim. Ortaokulu Atatürk Lisesi’nin orta bölümünde tamamladım. Babam kısa yoldan meslek sahibi olmamı istedi. Onun isteği ile Sakarya Sağlık Meslek Lisesi Ebelik bölümünde yatılı olarak liseyi bitirdim. Okul bittikten sonra Geyve sağlık ocağında memuriyete başladım ve üniversite sınavına girdim. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Eğitim sebebiyle İstanbul Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne tayin oldum. Gece çalışıp, gündüz okula giderek eğitimime devam ettim. Üniversite son sınıfta evlendim. Okul bittikten sonra memuriyetten istifa edip avukatlık stajıma başladım. Stajımın 6’ncı ayında oğlum dünyaya geldi. Oğlumla birlikte stajımı tamamladım. 2005 yılında hep istediğim mesleğim olan Avukatlık’a İstanbul’da başladım. 2007 yılından bu yana da Sakarya’da serbest avukatlık yapmaktayım.

--Hemşirelik yıllarınız nasıldı, o günlerden unutamadığınız bir anınız var mı?

6,5 yıllık memuriyet hayatımda çok anım ve çok dostum var. İlk görev yerim olan Geyve Sağlık Ocağı’nda 3 ay çalıştım. Orada köy köy aşı için dolaştığımız, çalışırken eğlendiğimiz ve üst düzey hürmet gördüğümüz günleri hiç unutamam. Haydarpaşa Numune Hastanesinde 6 ay dahiliye servisi ve 6 yıla yakın yoğun bakım servisinde çalıştım. Memuriyete ek olarak özel hastanede nöbet ve evde hasta bakımı da yaptım. 6 ay kadar da sürücü kursunda ilk yardım dersi verdim. Çalışma hayatımız zordu ama eğlenerek çalışmayı öğrenmiştik. Bizim çalıştığımız yıllarda henüz sağlıkta devrimde yapılmamıştı üstelik. Her nöbetimiz de ayrı bir anımız vardır. Yazsam kitap olur. Ama morgda cenazesini bulamayan hasta yakınının onlarca gazeteci ile yoğun bakımı basması sırasında, çaresizce kapıyı kapatmaya çalışırken çekilen görüntülerimin tüm ulusal kanalların ana haberlerinde ilk sıralarda verilip, günah keçisi ekran yüzü olmamı herhalde en unutulmazlar arasında sayarım.

--Sağlıkta devrim yapılmamıştı dediniz. Şimdikinden farkları nelerdi? Ve bilinen üzere son yıllarda sağlık çalışanlarına şiddet oldukça arttı ve biz hep hastaların gözünden yaşananları dinledik, eski bir sağlık personeli olarak bize biraz da diğer tarafın gözünden hasta ve hasta yakınlarını anlatabilir misiniz?

Mesleğin içinden gelmiş biri olarak bu lafa çok güldüğümden özellikle söyledim. Aslında hep olan ama uygulanamayan şeyler, yeniymiş gibi ‘devrim yaptık’ edası ile paylaşılıyor çoğu zaman. Mesela yatan hasta artık ilacını kendi almayacak diye haber yapılmıştı birkaç yıl önce ama bu yıllardır böyledir kanunen. Fakat hastanenin imkansızlıkları sebebi ile ilaç bulunamadığından hasta yakınından istenirdi. Çoğu imkansızlık ve yokluk halen giderilemediği halde, bu şekilde lanse edildiğinde sanki sağlık çalışanı olması gerekeni yapmıyor da kurala rağmen hasta yakınından talepte bulunuyor gibi görünüyor. Dolayısıyla hasta yakını ve sağlık çalışanı karşı karşıya getirilmiş oluyor. Çok uzun süre geçti, artık daha modern teknolojiler var elbette ama emin olduğum bir şey var; sağlık çalışanlarından mutlu olan ve işine motivasyonla giden kimse kalmamıştır. Kalite denetimi, performans yönetimi kaygısı ve hasta hakları şikayet mekanizması sebebi ile sağlık çalışanları tedirgin, mutsuz ve inisiyatif almaktan uzak olarak çalışma mücadelesi içindeler. Hasta hakları ile ilgili her gün bir yeni çalışma yapılırken, sağlık çalışanlarının hakları konusunda bir gelişme göremiyorum maalesef.

Sağlık çalışanı bir tarafta, hasta ile yakını diğer tarafta değildir. Hepsinin amacı hastayı sağlığına kavuşturmaktır. Bunun savaşarak değil, dayanışma içerisinde mümkün olduğunun bilinmesi gerekir. Ama günümüzde sorunumuzun temeli duygudaşlık yoksunluğudur. Biraz başkasının yerine koyarak bakabilsek çevremize, eminim daha güzel bir dünyada yaşayabiliriz.

--Avukat olmak için epey mücadele etmişsiniz. Burada sormak isterim neden avukatlık?

Hani çok konuşan ve her işe burnunu sokan çocuklar vardır, ‘Bu çene ile avukat olur bu’ derler ya, ben öyle bir çocuktum işte… O yakıştırmadan mı bilmem ama hep hukuk okumak istedim. Sağlık Meslek Lisesine başladığımda da, bitirdiğimde de hemşirelik benim için bir basamak mesleği idi. Aslında savcı olmak istiyordum. Hatta üniversite hazırlık dergilerimin her birinin üstüne Cumhuriyet Savcısı Yeliz Aydın yazmıştım. Ancak 6 yılı aşkın devlet memurluğu yapınca, bağımlı çalışmanın hem bana hem de mesleğin ruhuna aykırı olduğuna karar verdim. Bağımlı bir hakim, savcı olacağıma tam bağımsız avukat olmaya karar verdim. Hakim savcılık sınavlarına denemek için dahi girmedim. Noterlik belgesi almadım. Ben küçükken bana dedikleri gibi benden Avukat olurdu. Molierac’ın şu sözü benim için, bu mesleği seçme sebebim ve mesleğimizin özetidir: “Görevimizi yaparken “kimseye, ne müvekkile, ne hakime hele ne iktidara tabiyiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz. Fakat hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin, en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar, fakat efendileri de olmadı.”

--İlk davanızı hatırlıyor musunuz? Girdiğiniz en ilginç dava hangisiydi?

Kendine ait ofiste tek başına aldığın dava ilk davadır bizde. Bende Sakarya’ya ofisimi açtıktan sonra bizim meslekte çok sık olmayan şekilde, tabelayı görüp ofisime gelen bir genç kızın iş davasını almıştım. Davayı bitirmeden karşı taraf ile anlaşmıştık. Son zamanlarda her fırsatta reklam yasağını delen meslektaşlar gibi fırsatını bulmuşken ilk davamı kazandım, o günden bu yana hiç dava kaybetmedim falan dememem şaşırtmasın sizi. Meslek kuralları mesleğimizin saygınlığı açısından istisnasız uyulması gereken kurallardır.

--Son yargı reformu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bizde bu kavramların kullanımı konusunda derdim var dedim ya… “Sağlıkta devrim” ya da “Yargı da reform” gibi iddialı tanımlamalar, bana var olanı allayıp pullamak, hastayı tedavi etmek yerine yüzünü makyajlamakla aynı anlama geliyor. Devrim toplumun en alt katmanından başlamalı. En aşağıdan başlayarak yukarı giden bir hareket, ancak bir şeyleri değiştirebilir. Asıl sorunlar görmezden gelinerek yapılan değişiklikler, devrime de reforma da acı bir gülümseme ile bakmamıza sebep oluyor. Bizim Yeşil pasaporta değil, bağımsız bir yargıya ihtiyacımız var. Serbest dolaşım hakkı değil mesleğimizi özgür yapma hakkı istiyoruz. Bu ülkede mesleğini yapmaya çalışmak dışında bir şey yapmadığı halde tutuklu meslektaşlarımız, ‘vereceğimiz karar başıma ne iş açar acaba’ diye düşünen hâkimler, mahkemedeki adaletten ümidini kesmiş vatandaşlar varken ve sayıları her geçen gün artar iken 3-5 değişiklik yapıp bunun adına reform diyemezsiniz. Yasa konusunda hiç eksiğimiz olmadı zaten bu ülkede yıllardır. Sorunumuz bir türlü hukuk devleti olamamakta!

-- Baro başkan yardımcılığı da yaptınız o dönemde yapmak isteyip de gerçekleştiremediğiniz bir şey var mı?

İki dönem Sakarya Barosuna Başkan yardımcılığı yapmak benim için büyük bir onurdu. Hem mesleki olarak, hem de kadın temsilini baro yönetiminde var etmek açısından kariyerimde oldukça büyük önemi vardır. Ülkenin ve mesleğin şartlarının oldukça çetin olduğu bir dönemde yoğun bir gündem ile dönemlerimizi geçirdik. Birçok ilkeli ve başarılı çalışmaya imza attık ama yine de her istediğimizi başarabildiğimizi söyleyemem. Keşke daha çok şey yapabilseydik. Barolar ülkede de, şehirde de öncü ve önemli sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu görevler o bilinçle icra edilmeli diye düşünüyorum. Genel açıdan çok şey sayabilirim ama şehrimiz özelinde adliye sorunumuzu çözememek ve Sakarya’nın halen bir kadın baro başkanı seçememiş olmasını özellikle söyleyebilirim.

--Son yerel seçimlerde bir önceki dönem baro başkanı olan sayın Zafer Kazan ile Serdivan belediye başkanlığı için çok başarılı bir çalışma yürüttünüz, bu çalışma sizin için nasıl bir deneyimdi? Bir sonraki dönem için de benzer hedefleriniz var mı?

Benim aslında tek hedefim var, daha yaşanılası bir Türkiye’de nefes almak istiyorum. Bunun olmasına katkı sağlayabileceğini düşündüğümüz her mecra da sesimizi duyurmaya çalıştık. Hedef değil, amaç için mücadele veriyoruz. Nerede ve nasıl olduğunun önemi yok aslında. Her seçimde çalışmalarımız mevcut, kiminde aktif rol alırken kimin de sandık güvenliği için çalışıyoruz. Tek amacımız demokrasinin işlerliğini sağlamaktır. Bunun için de çalışmaya devam edeceğiz elbette. Daha da netleştirir isek kendim için aktif siyaset yapma konusunda bir hedefim yok ama ülke demokrasisi için çalışmaya her zaman hazırım.

--Arada kendi kendinize kaldığınızda, hiç ‘nereden nereye geldim’ diyor musunuz?

Kendi kendime kaldığımda pek geçmişi düşünmem. Olduğum ve sonrasında olmak istediğim yerleri düşünmeyi tercih ediyorum aslında. Hep ileriye bakmak, belki de ilerlememi sağlamıştır. Ama artık çevreme ve hayata daha çok bakarak ilerlemeye çalışıyorum. Yaşam bir yolculuktur. Her anında geçmiş gelecek sorgulaması yapabiliriz tabi ama önemli olan nereden nereye geldim derken iyi hissetmektir. Aşağılardan yukarılara çıktım demiyorum. Kendi yolumda ilerledim sadece…

--Sosyal faaliyetlerde de etkinsiniz? Baronun korosunda ve tiyatro grubunda çalışmalarınız var. Mesleğiniz ile bu çalışmaları nasıl harmanladınız? Sesinizin de çok güzel olduğunu biliyorum. Bu alanda daha profesyonel bir çalışma yürütmeyi düşünüyor musunuz?

Sanatın her dalı ile ilgilenmeyi seviyorum. Sadece kendim için yaptığım ve çok mutlu olduğum zamanlar o faaliyetlere ayırdığım vakitlerdir. Tiyatro ve koro yatılı okuldan beri hayatımda hep oldu. Nefes aldığım sürece de fırsat buldukça hep olacak, onu biliyorum. Dostlarıma şarkı söylemeyi seviyorum. Onlar istedikçe ve bana sus demedikçe de söylemeye devam edeceğim. Hukuk devleti yoksa avukat da yok olacaktır ama en despot düzende dahi sanat var olacaktır. Bu nedenle zor günler için ve yaşadığımız dünyada nefes almak için şarkı söylemeye devam edeceğim.

--Bir oğlunuz var, onunla ilişkileriniz nasıl? Avukat olsun İster misiniz?

O benim hayat arkadaşım. Şimdiki eğitim sisteminin ve sanal düzenin izin verdiği ölçüde iki kişilik hayatımızda yaşamaya çalışıyoruz. Oğlum için hayallerim var elbette. Ama meslek seçimine kendi karar verecek. Benim istediğim tek bir şey var, mutlu olması ve sevdiği işi yapması. Avukat olmak isterse ve ülkede bir şeyler değişmezse eğitimini tamamladığında muhtemelen ülkenin yarısı avukat olmuş olacak. Bir enstrüman çalmayı başarsa ve birlikte şarkı söyleyebilsek daha mutlu olurum eminim.

-- Sizce dostluk nedir, hala dostlukların kaldığına inanıyor musunuz?

Bu hayatta bana eşlik eden beraber büyüdüğüm insanlar var. Yeni hayatıma giren ama hep varmış gibi hissettiklerim de. İnsan yoruluyor bazen baktığında içinde samimiyeti bulduğu gözler ve başını yasladığında sevildiğinden emin olduğu omuzlara ihtiyaç duyuyor. Dostluk içinizde varsa ve dostum dediğiniz insanlar varsa hayat daha katlanılası oluyor. Dostlarım var ve nefes aldığım sürece de olacaklar. Anlattığım kısa öykümün içinde hep vardılar ve yanımdaydılar. Şehirlerimiz ayrıldı hayatlarımız ayrıldı ama biz hiç ayrılmadık. Nazım’ın dediği gibi “O gider, bu gider, şu gider,
Dostluk sen yanı başımızda kalırsın” Dostlarım benim can sularımdır. Hep eminim ben var olduğum sürece benimle kalacaklar .

--Güçlü bir kadınlara örnek olduğunuz için sizi tanımak istedik. Yaşadığı zorluklar yüzünden pes etmek üzere olan kadınlara ne önerirsiniz?

“Odaya geldim, kızın doğdu dediler. Baktım küçücük bir şey, emziği yüzünden büyük prensesim gelmiş dedim ve kucağıma aldım” diye anlatırdı babam doğduğum günü. Ben babamdan başka kimse için prenses olmadım. Olmak da istemedim belki… Biliyordum ki bu ülkede yaşayan bir kadın isen toplumun sana biçtiği rolü reddediyorsan ve birey olduğunu göstermek istiyorsan tek seçeceğin var: Güçlü kadın olmak ve hep öyle kalmak. Pes etme şansımız yok. Çünkü kadın her yerde taşıyıcı kolon, o yıkılırsa her şey yıkılıyor. Kadınlara tek şey söyleyebilirim. Her şeyden umudunuzu kesebilirsiniz. Hayat üstünüze çok geliyor olabilir. Her yer de zorluklar ve baskılar görebilirsiniz. Ama kendinizden umudu asla kesmeyin, siz varsanız ve nefes alıyorsanız henüz her şey bitmiş değildir.

--Ülkemizde kadın dayanışmasının yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?

Ben cinsiyetçiliği her yerde reddedenlerdenim. Dayanışma olmalı ama insan dayanışması. Toplumun her kesimine yayılmayan bir dayanışmanın başarılı olmayacağını da düşünüyorum. Toplumun gelişimine katkı sağlamak isteyen herkesin her yerde dayanışma içerisinde olması gerekiyor. Az önce de söylediğim gibi kadın taşıyıcı kolondur. Kadını geliştirmek ve güçlendirmek toplumda yaşayan herkesin birinci görevi olmalıdır. Çalışmanın farkındalığın ve dayanışmanın yeterliliği olmamalı aslında her zaman hep daha fazlasını istediğimizde ilerleyebiliriz. Ama kadınlar birbirinden güç almalı, ‘o başarmış ben de başarabilirim’ demeli. Kendisini umutsuz hissetmemeli. Bazen birinin elinden tutarsınız somut yardımdır. Bazen de sadece anlatırsınız umut verirsiniz. İyi bir şey yapın yeter ki, o fayda sağlayacak birini elbet bulacaktır. Hayatın içinde daha çok güçlü kadın gördüğümüzde dayanışmada artacaktır buna inanıyorum.

--Bu keyifli söyleşiye vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.Son olarak söylemek eklemek istedikleriniz var mı?

Her şeye umut eklemeyi severim ben. Yaşamaktan yorulduğumda en ihtiyaç duyulası duygu olduğunu düşünürüm. Vazgeçmemek için güç, hayata devam için sebeptir umut. O yüzden içinden her şeyin güzel olacağına dair umudu eksik etmesin kimse. Bu sebeple Metin Altıok’un şiiri son sözüm olsun.

“Yarın farklıdır bugünden,
Adı değişir hiç olmazsa.
Kara bir suyu
Geçiyoruz şimdilerde
Basarak yosunlu taşlara.

Sen bugünden yarına
Birazcık umut sakla.”