Efendim adettendir, bayramda gülümseten yazılar yazılır. Ben de ona uyayım, ağlanacak halimize güleceğimiz bir şeyler yazayım istedim. Ne diyordu Cansever; ‘Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir’. Biz de artık yaşadıklarımıza güler olduk. Ben yazımı yazarken, YSK tekrarlanan seçimlerin aynı seçim kurulları ile yapılacağını açıkladı. Delirme sınırlarında dolaşıyoruz. Şair halkın gülmesinden bunu kastetmiş olmasa da, halimiz bu. Tabi bayramda yazılan yazılarda bir diğer adet de, geçmişten bahsetmektir. Çoğunlukla bahsedilen, geçmiş bayramlardır. Ben ‘nerde o eski bayramlar’ yerine, biraz güzel ülkemizin siyasi tarihinden bahsedeceğim. 

Yakınımdakiler bilir, ara ara yazarken de bahsederim; mevzubahis Türkiye tarihi ise hakkında okumayı en sevdiğim dönemler 1950’lerdir. Çok partili hayata geçişle birlikte siyasetin kendi geleneklerini oturtma çabası, hayatın her alanındaki arayışlar ve 1960 sonrası görünür hale gelecek işçi mücadelesinin dip akıntılarını görmek için, 1950’lere bakmak gerekir. 1950’ler demişken geçen hafta 27 Mayıs askeri darbesinin yıldönümü idi. Bu nedenle çok fazla şey yazıldı, çizildi. Siyasi partilerce kınama açıklamaları yapıldı. Yeri gelmişken söyleyeyim; görüp, okuduklarım arasında katıldığım iki şey var; bunlardan birincisi ölüm cezasının kabul edilemezliği ve askeri müdahale ile hiçbir fikrin yok edilemediği, ikincisi ise kimi açılardan bugünkü iktidarın Demokrat Parti’nin fikri takipçisi olduğu. Ne demek mi istiyorum. Paylaşayım, yorumu siz yapın.

Başlığa da adını veren dernek ve hikayesini Yordam Kitap'tan 2015 yılında çıkan ‘Osmanlı’dan günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat’ adlı kitabını okurken öğrendim. Osmanlı’dan başlayarak bugüne kadar Türkiye siyasi hayatını konu eden kitap, okuduklarımın en iyilerinden. Hikayeyi, yazıyı yazarken büyük ölçüde faydalandığım Gökhan Atılgan’ın kitaptaki 1950-1960 yılları arasını değerlendirdiği ‘tarımsal kapitalizmin sancağı altında’ adlı makalesinden nakledeceğim.

1950’ler hepimizin bildiği gibi Türkiye’de çok partili siyasetin kuruluş yılları. 1946 yılında CHP’den ayrılan vekillerce kurulan Demokrat Parti, 1950 yılında yapılan seçimler ile iktidara gelir ve cumhuriyet tarihinde ilk kez kurucu parti CHP dışında bir parti yönetimdedir. Demokrat Parti iktidara yürürken, ağır vergilerden bunalmış kırda yaşayan köylüler, milli koruma kanunu nedeni ile fakirleşmiş işçi sınıfı, özgürlük beklentisi içerisindeki aydınlar gibi çok farkı kesimlerin desteğini alır. DP iktidara geldikten sonra CHP’nin son döneminde başlamış olan batı bloğuna yakınlaşma çabalarını arttırarak sürdürür, tarımsal kalkınma hamlesi gerekçesi ile yurtdışından krediler alınır, NATO’ya girebilmek için Kore’ye asker yollanır. Kısaca uluslararası ilişkilerden, ekonomi programına her şey küçük bir Amerika olma hayaline göre yeniden dizayn edilir. Değişen sadece siyasal alan değildir. Kültürel hayattan, günlük yaşama her şey baş döndürücü bir hızla değişir. (İlgilisine Levent Cantek’in 1945-50 arası gündelik yaşamdaki değişimleri irdeleyen ‘Cumhuriyet’in Buluğ Çağı’ adlı eserini şiddetle öneririm.)

Başlangıçta her şey yolunda gider. İkinci dünya savaşından yıpranmış Avrupa ülkelerinin tarım ihtiyacının da etkisi ile ekonomik tablo gayet iyidir. Fakat zaman geçtikçe plansızlık, alınan dış krediler ile parlatılan kalkınma hamlesi 1954 yılına geldikçe yavaş yavaş bozulmaya başlar ve kitlelerden homurdanmalar, memnuniyetsizlikler de ardından gelir. Korkut Boratav’ın ‘plansız-programsız, günü gününe yönlendirilen’ diye tarif ettiği ekonomi, güvenilen Amerikan yardımlarının azalması ile bozulur. Özgürlük, kalkınma, refah iddiası ile çıkılan yolda kısa bir süre sonra buğday ithal edilir hale gelinir. Bozulan ekonomi ile birlikte hem parti içinden, hem de parti dışından gelen eleştiriler artmaya başlar. Kasım 1955’te DP grup toplantısında yapılan sert eleştirilerden kabinesini değiştirerek kurtulan Menderes’in, parti dışı eleştirilere karşı tutumu serttir. Muhalefete baskı artmaya başlar. Seçimler dışında açık hava toplantıları yasaklanır, toplantı ve gösteri yapılamaz hale gelir, itiraz eden gazeteciler ve siyasetçiler cezaevine konulmaya başlar. Durumu eleştiren Üniversite de baskıdan payını alır. Menderes durumu protesto için yürüyen Profesörler için, ‘Bir zümre tarafından kiralanmış birtakım kara cüppe giymiş kuklalar’ der. Muhalefeti susturma çabası meclise kadar uzanır. Öyle ki, muhalefetin etkili ismi, milletvekili Osman Bölükbaşı, 1957 seçimlerinde yeniden seçildiği esnada cezaevindedir. CHP genel sekreteri Kasım Gülek 1954 seçimlerini eleştirdiği için; “1954 seçimlerini topyekun inkar etmek, milli irade ile seçilen TBMM’yi topyekun inkar etmek anlamına gelir” gerekçesi ile cezaevine konur.

Devran artık değişmiş, 1950 seçimlerine giderken büyük bölümü Demokrat Parti’yi desteklemiş olan gazete ve gazetecilerin eleştirilerine de tahammül kalmamıştır. Yüzlerce gazeteci hapse girer ve ülkedeki cezaevindeki gazeteci sayısı ile dışarıdakilerin eşit olduğu iddia edilmektedir. Şerif Mardin 1959’da hazırladığı bir çalışmada mevcut basın kanununun, zamanının Osmanlı Basın Kanunu’ndan kötü olduğunu yazar. 1954 yılında basın tarihine 'ispat hakkı' kavramı ile geçen ve basın özürlüğü açısından son derece sıkıntılı olan yasa, 1956 yılında daha da kötü hale getirilir. Yasaya göre, 'Ammenin ihtiyaçları için zaruri sayılan maddelerin azalmasını veya fiyatlarının yükselip düşmesini tevlit edebilecek' haber yapanlar 1 seneden 3 seneye hapis ve ağır para cezası ile cezalandırılacaktır. Gazetecilik yapmak imkansız hale gelmiştir ve Eskişehir’de yayımlanan Sakarya gazetesi şu manşetle çıkar; ‘Patlıcan Dolması Nasıl Yapılır’.

İktidar baskısını arttırırken, muhalefet de kendini yenileme çabasındadır. 1953 yılında gerçekleşen 10. Kongresinde, daha sonra ‘ilk hedefler beyannamesi’ nde göreceğimiz bir dizi şey CHP programına eklenir. Kemalizm parti programında ‘Atatürk Yolu’ olarak değiştirilir. Demokrat Parti’nin vaat edip gerçekleştirmediği işçilere grev hakkının tanınması, köy salmasının kaldırılması ve küçük esnafın desteklenmesi, hafta ve genel tatil günlerinde tam ücret verilmesi gibi vaatler ile desteği yitirilen halk kesimlerine ulaşmak üzere adımlar atılır.

Bu esnada Demokrat Parti içerisinde memnuniyetsizlik artmaktadır. İçlerinde partinin kurucularından Fuad Köprülü’nün de olduğu, parti içi muhalefet 1955 yılında DP’den ayrılarak Hürriyet Partisi’ni kurar. 'Demokrat parti liderleri artık demokrasiye inanmadığı için, bu partinin temelinde bulunan demokratik hedefleri gerçekleştirmek adına' partilerini kurduklarını söyleyen Hürriyet Partililer, meclis içinde 32 milletvekiline kadar ulaşır, bir dönem ana muhalefet bile olurlar.

Bu şartlar altında girilen 1957 seçimleri Demokrat Parti için hayli sıkıntılı geçer. Oy kullanımı devam ederken saat 14.00’de TRT radyosundan Demokrat Parti’nin seçimi açık ara kazandığına dair yayınlar yapılan seçimin sonunda DP’nin oyu %47’ye düşerken, CHP %41 oy alır. Menderes’in ‘Allah bana bir daha böyle bir gün yaşatmasın’ dediği söylenen seçimlerin neticesinde, kitle desteği azalan DP’nin buna bulduğu çare eleştiri kanallarını daha da daraltmak, muhalefet üzerindeki baskıyı arttırmak olur. Meclis iç tüzüğü değiştirilerek toplam milletvekili sayısının yüzde 5’i kadar vekile sahip olamayan partilerin meclis grubu kurması engellenir. Bunun üzerine Hürriyet Partisi CHP’ye katılma kararı alır.

1959 yılında 14. Kurultayını yapan CHP “ilk hedefler beyannamesi” ni kabul eder. Beyannamenin içinde vatandaşa eşit muamele edilmesi, Anayasa Mahkemesi’nin kurulması, basın hürriyetinin sağlanması, sosyal adalet, iki meclisli bir yapı gibi tamamı 27 Mayıs Anayasa’sında yer alacak maddeler vardır. Muhalefet için ortak hedefleri içeren bir demokrasi manifestosu niteliğindeki beyannameye karşı, 5 gün sonra DP tarafından 'Vatan Cephesi' hareketi başlatılır. İl merkezlerinden ücra köylere kadar Vatan Cephesi Ocakları açılmaya başlar. Vatan Cephesine katılımı teşvik için katılanların isimleri her gün radyodan okunmaya başlar ve önceleri ana haber bülteni öncesi 5-10 dakika ile sınırlı olan isim okuma, bir süre sonra çığırından çıkar ve 2 saati aşmaya başlar. Rahatsızlık öyle bir boyuta gelir ki, İstanbul’da Avukat Bedri Çalışkur öncülüğünde bir dernek kurulur.

Partizanca Neşriyatı Dinlemek İstemeyenler Derneği

Dernek kurucuları amaçlarını, “asabı bozulan vatandaşlara tıbbi ve psikolojik yardımda bulunmak” olarak açıklarlar. Dernek kuruluşundan 1 gün sonra kapatılır, fakat başkan karara itiraz ederek tekrar açılmasını sağlar. Kapatma kararı ardından üyelik başvurularında artış olur, bu arada savcılık derneğin 'adaba ve genel ahlaka' aykırı olduğu gerekçesi ile kapatılması için tekrar başvurur. Başkan tekrar itiraz eder ve dernek tekrar açılırken, derneğe kamuoyu ilgisi giderek artmakta ve iktidarın öfkesi büyümektedir. Bu kez valilik derneği kapatır, fakat itirazla 3. Kez açılan derneğe ülkenin her tarafından binlerce üyelik başvurusu gelmektedir. Dernek son olarak ilk davayı açan mahkeme tarafından süresiz kapanır ve mahkeme dernek yöneticilerini 'radyo ve neşriyatını hafifseme ve onunla alay etme' gerekçesi ile 3’er liralık sembolik para cezasına mahkum eder. Çalışkur savunmasında; 'ben memleketimde ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek isterim ve radyoda bunları duymak istemek benim en tabii hakkımdır. Fakat açıyorum, memleketin en küçük ilinin en küçük kazasının en küçük köyünde, dokuz kişilik bir ailenin Vatan Cephe’sine ilhakını dinlemek zorunda kalıyorum. Bunlar yüzünden sinir hastalığına uğradım, aynı şekilde rahatsızlanan diğer insanlara yardım etmek istedim' der. Bilmem avukatın hali tanıdık geldi mi?

Kıssadan hisse dostlar, baskı varsa, her dönem direniş de var. Biliyoruz, korku bulaşıcıdır; keza cesaret de, yeter ki kararmasın sol mememizin altındaki cevahir. Herkese huzur, sevgi ve barış dolu bir bayram diliyorum.