Eğitimci-Yazar Arzu Saçlı günümüzün kanayan yarası olan çocuk istismarına dikkat çeken eserinde, bizim yeni bir habere kadar unuttuğumuz bu durumun çocuk için bir şarapnel parçası gibi vücudunun çeşitli bölümlerinde durduğunu ve ne yana dönse battığını anlatıyor. Destek alsa dahi destekle şarapnel parçasının çıkarılamadığını, döndüğünde batttığını ama acısının hissedilmediğini belirtiyor.

Kitabın tüm yaşananlara öfkesinin ürünü olduğunu, amacının kadınların acılarına yenilmeden hayata devam etmeleri gerektiğini ifade etmek olduğunu vurguluyor.

Söylenecek ne kaldı ki, çocuklarını kendi egosuna, şehvetine kurban etmekten çekinmeyen bu ülkede. Her cümle dipsiz kuyuya atılan bir taş gibi, ne ses geliyor, ne doluyor o kuyu.

Çocuk yüzlerine bakacak yüzümüz kalmadı, gözlerinde kendi çirkin ruhumuzu görmemek için kaçırıyoruz gözlerimizi. Ama gölgeleri hep üzerimizde biliyoruz sussalar da çığlıkları bir kambur gibi hep sırtımızda.

Hiç çocuk olmadık, hiç sevilmedik, hiç insan olmayı başaramadık biz.

Bizi affetmeyin çocuklar!

Serap ÖZER

Bildiğimiz kadarıyla Hiç Kimse ilk kitabınız, okuyucuların sizi daha yakından tanıması adına Arzu Saçlı kimdir?

35 yaşındayım bir ortaokulda psikolojik danışman olarak çalışıyorum. Evliyim bir oğlum var. İşimin haricinde genelde edebiyatla ilgilenmeyi seviyorum

Edebiyatla ilgileniyorum dediniz bir okur olmaktan çıkıp yazar olmaya ne zaman karar verdiniz?

Uzun zamandır aklımda olan bir şeydi kitap yazmak. Nihayet yayınlandığı için çok mutluyum. Küçük yaşlarda küçük şiirler, denemelerle başladım. Hatta liseyi bitirdikten sonra bir roman denemem oldu fakat yazarken bir yerde tıkandım ve henüz yazabilecek olgunlukta olmadığımı fark ettiğim için her şeyi rafa kaldırıp, zamanı gelinceye kadar beklemeye başladım. Uzun bir zaman geçti aradan, aslında yazacağım şeyi ertelemeye devam ediyordum.Sonra bir gün Nietzsche’nin bir kitabını tekrar okuduğum da bir yerinde şöyle bir metin ile karşılaştım: ‘’Dağdan inen bir keşiş var, yolda biriyle karşılaşıyor ve artık aydınlandığını, her şeyin çok iyi olacağını düşündüğü bir yerde keşiş diyor ki; (İstersen sana sonsuz hayat vaat edebilirim. Fakat sonsuz hayatın içeriği şöyle belli bir yaşa kadar geleceksiniz, öleceksiniz ve sonra aynı bedende, aynı ailede, aynı şartlarda tekrar doğacaksınız ve yine o yaşa gelene kadar tekrar yaşamaya devam edeceksiniz ama ölüp dirilme durumu sürekli bir hal olarak devam edecek bunu kabul eder misiniz?) Adam, acaba ben bu hayatı yeniden ve yeniden yaşayacak keyifte mi sürüyorum diye düşünüyor: (ertelediğim neler var, şu an ölecek olsam bu hayatı yeniden yaşamak ister miyim?’)

Ordaki bu hal beni çok etkiledi. Benim de ertelediğim birçok şey vardı. Kitap yazmak da bunlardan biri ve dedim ki; (Şu an böyle bir şey karşıma çıkacak olsa ve yarın ölecek olsam geri kalan hayatımı tekrar, tekrar yaşamak ister miyim acaba?)

O zaman yapmak istediğim ve uzun zamandır ertelediğim şeylere baktım. Biri de çok uzun zamandır istediğim bu kitabı yazmaktı. Ben de artık zamanı geldi diye düşündüm ve yazmaya başladım.

Bu kitabınız ne kadar sürede ortaya çıktı?

Hazırlık aşaması uzun sürdü. Yazım aşaması 4 ay gibi kısa bir sürede bitti. Fakat ilk hali ile şu anki hali arasında farklar var. Çünkü iki yıl demlenmeye bıraktım. Kitap demlendi. Çünkü kitaba, karakterlere çok yakınlaşıyorsunuz ve kitabı çok okuduğunuz için bir süre sonra çok keyifle yazdığınız bir cümle sizi rahatsız etmeye başlıyor ya da çok etkilenerek yazmadığınız bir şey daha sarıp sarmalıyor sizi, o yüzden biraz beklemek istedim. Çünkü kitap çıktıktan sonra bir daha müdahale şansınız yok. Bu nedenle bu hakkımı mümkün olduğunca uzattım. Aslında kitabın süreci üç buçuk yıl.

Kitabınızda cinsel istismara uğrayan küçük bir çocuğun yaşadıklarını anlatmışsınız. Ancak çok detaylı psikolojik tahliller var. Bu kadar detayı verebilmek için destek aldınız mı?

Kitabın ikinci bölümündeki danışma seansların anlatımı sürecinde teknik açıdan bilgi almak için psikiyatristlerle çalıştım. Zaten geri dönüşlerde sadece bir tanımda yanlış yazdığım söylendi.

Peki neden böyle bir hikaye yazma gereği duydunuz? Çünkü romanda her geçen gün artan bir istismar vakası sonrası süreci anlatıyorsunuz.

Maalesef böyle durumları yaşayan çocuklarla çalışıyorum. Ve çok hızlı yanıp sönen duygu durumumuz var. Çok hızlı tepki veriyoruz, ancak sonra unutuyoruz ama çocuk o durumda kalmaya devam ediyor. Maalesef uzun zaman destek alsalar dahi yaşadıkları travmayı atlatmaları çok zor. Bu durum bir şarapnel parçası gibi vücudunun çeşitli bölümlerinde duruyor ve ne yana dönse batıyor. Destek alsa dahi destekle şarapnel parçasını çıkaramıyorlar. Sadece döndüğünüz zaman batıyor ama acısını hissetmiyorsunuz bir yerden sonra. Yani tamamen yok etmek mümkün olmayan çok travmatik bir hal. O yüzden ona takılıp kalıyorum, çocuk şu an ne hissediyor?

Ayrıca sonrasında da insanlara güveni sarsılıyor, hele bir de bu olay aile içinde yaşanmışsa. Aile dışında yaşananlarda çocuğu kısmen sarıp sarmalayacak bir aile var ama maalesef çocuk istismarlarının büyük bir bölümü aile içinde yaşanıyor. Böyle bir durumda da ailesinden alındığı, çevre değiştirmek zorunda kaldığı için, cezalandırılan yine çocuk oluyor. Eğer bu durumdaki ailede anne çalışmıyorsa, babaya değil çocuğa tepki verebiliyor, aileyi dağıtanın baba değil çocuk olduğunu düşünebiliyor. Çünkü babaya hala muhtaç, bu hal çok can acıtıcı. Bunu anlatmak istedim. Ne zaman bir istismar vakası ile karşılaşsak destek olamaya çalışıyoruz ama buradaki Çimen karakteri gibi aslında hayatının devamında da bu halin onda bıraktığı etki maalesef devam ediyor.

Neden hiç kimse?

Aslında bunun hastalıkla alakalı bir bağlantısı var. Burda niyetim Çimen’i silmek değil. Buradaki durum şu, çoklu kişilik bozukluğunda genellikle alterlerden biri görünmez olmak ister. Aslında bu hastalığın bir özelliği, hastanın özelliklerinden biri, bir kişi saklanır ve durum ortaya çıkmasın ister. Bu genellikle en güçlü alterdir. Çünkü şunu bilir ki, durum ortaya çıkar ve fark edilirse tedavi ile ortadan kaldırılabilir bir halim ben. Kendini bir kişilik olarak görüyor ve aslında gerçek kişinin kendisi olduğunu düşünüyor. Bu yüzden aslında teknik olarak hiç kimse

Çimen’in yaşadığı durumda onun karakteri ile hiç bir yakınlığı olmayan kişilikler de vardı. Bu kurgu mu, yoksa gerçekten bu tarz karakterler ortaya çıkabiliyor mu?

Çıkabiliyor. Örneğin burada hiç konuşmayan küçük bir çocuk var. Bazen bir kadının içinde erkek karakter veya tersi de olabilir. Ya da şeker hastası bir karakter olabilir ve vücudun kontrolünü o ele geçirdiği zaman ciddi hastalık belirtileri gösterebilirsiniz.

Hikayede Leyla, doktora geç gittiği için sürekli hayıflanıyor. Sizin hayatınızda böyle bir an var mı?

Aslında hayıflanmak değil kendime öfkelendiğim, böyle bir istismar vakasında çocukla beraber çocuk şubeye ardından ÇİM’e gittik ve onun yanında olmam gerekiyor. İfadesi alındıktan sonra geldi ben şimdi n e yapacağım? Beni nereye götürecekler? Dedi. Saate baktım oğlumun okuldan çıkış saati eşim burda yok ve benim ordan çıkıp okula gidip oğlumu almam gerekiyor. Sanırım yaşadığım en korkunç anlardan biriydi. O çoacuğu orda bırakmak vicdani rahatsızlıktı. Polisler artık bundan sonrası ile biz ilgileneceğiz siz gidebilirsiniz deseler de kendimi çok rahatsız ve huzursuz hissetmiştim. O huzursuzluk da hiç geçmedi. Mutlaka kitaba da sirayet etmiştir.

Hikayede yan ögelerden biri iki farklı kültürel yapıya sahip insanların evliliğinde yaşanan ortak sorunlar. Toplumun hangi katmanın da olursanız olun benzer sorunlarla karşılaşmak mümkün. Burdan yola çıkarak, siz toplumumuzdaki evlilik kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zannediyorum zamana ve insana göre farklı durumları olsa da ortak yerde durduğumuz, oluşturduğumuz , hissettiğimiz şeyler var. İnsan kabul görmek istiyor. Önemli olduğunu hissetmek istiyor. Bunun eğitim durumuyla hiç alakası yok. Sadece kısa bir zaman sonra aslında biz evlilikte neden anlaşamıyoruz. Birbirimize gösterdiğimiz farklı yüzlerimiz var. –haliyle insanız hepimiz bunu yapıyoruz.– Hiç kimse çırılçıplak birinin karşısına geçip ben buyum demiyor. Mutlaka üzerimize giydiğimiz farklı kostümler, farklı kıyafetler var. Aslında evlilik zaman geçtikçe bu kıyafetlerin soyunduğu bir ortam ve bir süre sonra ben bu insanı hiç tanımamışım diyebilirsiniz, aslında bunu söylediğiniz an karşınızdakinin üstünde kıyafetinin kalmadığı ve en çıplak haliyle karşınızda durduğu haldir. Sanıyorum o çıplak hal sizi memnun etmeyince yaptığınız evliliğin iyi olmadığını düşünüyorsunuz.

Bunun yanında bence en büyük problem, evlendiğimiz zaman arkadaşlarımız, eğlencemiz gibi bir çok şeyden vazgeçmemiz. Sanki evlilik bir vazgeçme süreci gibi. Yeni evlilere bakın, her şeyi birlikte yapıyorlar, halbuki iki ayrı insanın bu kadar şeyden ortak keyif alması mümkün değil. Ama birbirine uyma, diğeriyle vakit geçirmek için kendini bir tarafa bırakma durumu söz konusu. Kıskançlık da işin içine girince sorunlar büyüyor. Bizim toplumumuzda boşanmadan sonra bir hazmedememe süreci söz konusu. Bunu da şuna bağlıyorum ben, biz evlendiğimiz zaman bizim zaten hali hazırda bir hayatımız var. Karşımızdaki insan da aynı durumda ve biz evlendikte sonra ikimizde bu hayatlarımızı üst üste koyup bu iki hayattan tek bir hayat çıkarmaya çalışıyoruz. Problem burda başlıyor aslında. Evliliğin iyi olarak devam etmesinin temel koşulu bence siz hayatınıza devam ederken, karşınızdaki insanı yine kendince insan olarak –bekar bir erkek yada kadın olarak değil- yine kendi hayatının olması gerekiyor. Ve ortak paydada evlilik dediğimiz ikisinin de bir şeyler koyduğu bir halin olması gerekiyor. Boşanma ya da ölüm durumlarında yaşanan kayıplarda baktığınız zaman ortada birlikte koyduğunuz şey aslında ortadan kalkıyor ama sizin hayatınız devam ediyor.

Hikayede Çimen’in yanı sıra hala, Pamuk Teyze, Leyla gibi karakterler de işlenmiş, aslında bir kadın hikayesi gibi duruyor. Bunun yanında bahsi geçen karakterlerin yaşadıkları yalnızlık da göze çarpıyor. Hikaye bir yandan şiddeti bir istismar üzerinden anlatırken diğer yandan da bir kadın yalnızlığına değiniyor. Romanın bu şekilde ilerlemesi özel bir seçim mi?

Şiddeti anlatırken sadece fiziksel şiddet olarak yola çıkmadık. Örneğin, Leyla’nın durumunda fiziksel bir şiddet yok.

Şiddetin çok farklı boyutları var. Biz sanıyoruz ki, gidip şikayet etmesi için her yerinin morarması gerekiyor veya çok ciddi ve sürekli bu hale maruz kalması gerekiyor. Öncesinde bir tokat olduğu zaman diyoruz ki, alt tarafı bir tokat. Bunu bizimle, yaşadığımız gördüğümüz şeyle de alakalı görüyorum. Çünkü bir kişi evlendiğinde ilk tokadı yediği zaman, çocuklukta gördüğü duruma geri dönüyor. Annesine babası tokat attığında onun verdiği tepkiyi hatırlıyor. Güzel bir söz var ‘’Biz köleleri önce köle olmadığına inandırmaya çalışıyoruz. En büyük zorluğu onları köle olmadıklarına inandırmaya çalışırken yaşıyoruz. Biz kadına önce yaşadığı şeyin doğru olmadığına inandırmamız gerekiyor. Çünkü kadına da söylediğiniz zaman ‘Kocamdır’’ mantığı da var. Bunun alt yapısında aslında çocuğun evde, çevrede gördüğü kadına dayalı durumlardır. Bu hikayeyi kıracak olanlar da yine kadınlardır. Aslına bakarsanız eğitim alsa da almasa da bir yere kadar, bir kısmı acısının üstüne basıp yükselebiliyorken bazısı da yaşadığı travmatik durumun altında kalabiliyor. Acısının üstüne basıp yükselen tam olarak iyileşmiş ve hayatına devam edebiliyor mu? Hayır ama ağır aksak da olsa yolu alabiliyor. Keşke bütün kadınlar bu hale getirebilsek. Vermeye çalıştığım mesaj da genel de buydu.

Bu güzel kitap ve söyleşi için teşekkür ederiz. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Çok keyif aldım.