AKP’nin, 2000’li yılların başında bir Dünya Bankası projesi olarak hayata geçirdiği “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile birlikte performansa dayalı ücretlendirmeyle artan hekime yönelik şiddet, “sağlıkta muhafazakârlaşma” ile devam ediyor. İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü, sağlık personellerinin kıyafetlerinin 2020 yılında “edep adap ve inanca göre uygun şekillerde uyarlanması gerektiği” nin belirtildiği bir talimat gönderdi. Kurumlara gönderilen “Sağlık Personellerinin Kıyafetleri Hakkında” başlıklı yazının dikkat çeken bölümü şöyle:

“Sağlıkta dönüşüm ile birlikte dünya standartları üzerinde çalışan sağlık çalışanlarımızın kendi temayülleriyle karar verilen kıyafet standartlarına göre, hem personelin aidiyet duygusunun gelişimi hem de hizmet verilen kurumumuzun saygınlığı açısından standartlara uyulması, gerektiğinde ana model, desen ve renkler korunarak edep adap ve inanca göre uygun şekillerde uyarlanması ve 2020 yılı başına kadar tüm sağlık personelinin kıyafet standartlarına uyması ilgi sayılı yazımız bildirilmiş olup, belirtilen süre 30.06.2020 tarihine kadar uzatılmıştır.”

Sağlıkta gericileştirme adımlarından bazıları şöyle: 

İmamdan “hekim” yaptılar

İmam Hatip Liseleri Mezunları Derneği (ÖNDER) 2007 yılında “Dünya Hastanelerinde Din Hizmetleri” isimli bir rapor yayımlayarak, hastanelerde uzman din görevlisi bulundurulması talep etti. Dönemin Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise hastalara manevi destek verileceğini açıklayarak bu talebi kabul etti. İmamların hastaneye taşınması 2009 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Sosyal Açılımlı Din Hizmetleri Stratejisi” adı altında, diyanet faaliyetlerini hastanelere taşımasıyla devam etti.

Diyanet ve Aile Bakanlığı’yla protokol imzalandı

Din ve sağlık hizmetlerinin bütünleştirilmesi 2010 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı adı altında yapıldı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı; Sağlık Bakanlığı ile imzalanan bir protokolle resmi olarak sisteme dahil edildi. Aynı yıl  “kupa terapisi” ya da bilinen ismiyle hacamat, Emine Erdoğan tarafından tıp dünyasına tanıtıldı. Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Toplum Ruh Sağlığı Derneği ile Palyatif Sağlık Hizmetleri Derneği tarafından Ankara’da “I. Ulusal Din Psikolojisi ve Manevi Bakım Çalıştayı” düzenlendi.

Kürtaj hakkını engellediler

2012’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Sezaryene karşıyım, kürtaj cinayettir” açıklaması yaparak “kürtajın sınırlandırılması için harekete geçilsin” talimatı verdi. Bu talimat gündem olarak AKP’nin Merkez Karar Yönetim Kurulu’na ve Sağlık Bakanlığı’na taşındı. MYK’da 10 haftalık yasal sürenin sadece annenin sağlığını etkileyecek zorunlu haller dahilinde 4 haftaya indirilmesi ve isteğe bağlı kürtajın yasaklanması üzerine görüş birliği sağlandı. Sağlık Bakanlığı’nın konuyla ilgili raporu sunmasından sonra kürtaj meselesinin TBMM’ye taşınmasına karar verildi. 2012 yılında 2827 numaralı kanunun esası ve şeklinde bir değişiklik yapılmasa da sağlık personeline kürtaj yapmama hakkı tanındı. Türkiye’de sağlık personelinin, kürtaj yapmamayı tercih edebilmesinin önünü açan bu uygulamanın yanı sıra kürtaj için gelen anne-babaya 4 gün düşünme süresi verildi. Kürtaj, fiilen uygulanamaz ve yasak kılındı. Günümüzde kürtaj yasal olarak 10 haftaya kadar serbest  ancak uygulamada özellikle devlet hastanelerine gelen kadınlar, kürtajın yasak olduğu ya da bu operasyonu gerçekleştirecek bölüm veya doktorların olmadığı gibi gerekçelerle geri çevriliyorlar.

Yenidoğan bebeğe din soruldu

Yenidoğan bebeklerin hastalığı olup olmadığının anlaşılması için yapılan ‘yenidoğan tarama formları’na “Baba TC kimlik numarası, çocuğun evlilik içi ya da dışı olup, olmadığı ve çocuğun dini” gibi alanların eklendiği 2013 yılında, din görevlilerinin evde bakım çalışmaları hastanelere taşındı. İlahiyat fakültelerinin “Din Psikolojisi” bölümlerine, “Manevî Bakım Uzmanı” yetiştirme görevi verildi.

Bilimsel olmayan uygulamalar yasallaştırıldı

Sağlık Bakanlığı’nın “Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği” 27 Aralık 2014 günü Resmi Gazete’de yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Yönetmelikle birlikte Akupunktur, Apiterapi, Fitoterapi, Hipnoz, Sülük uygulaması, Homeopati, Kayropraktik, Kupa uygulaması, Larva uygulaması, Mezoterapi, Proloterapi, Osteopati, Ozon uygulaması, Refleksoloji ve Müzikterapi yöntemleri “geleneksel ve tamamlayıcı” uygulamalar kapsamına alındı. Etkinlik ve güvenilirlikleri kanıtlanmamış bu yöntemler yasallaştırılmış oldu.

Sezaryen suçlandı

Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın 2016 yılında yaptığı açıklamada, “Sezaryen Türkiye’de bir çılgınlık halini almış durumda. Özel hastanelerde yüzde 70’in üzerinde, yüzde 75’ler civarında sezaryen oranları var. Bu hususta yeni bir eylem planımız var” diye konuştu. 2011 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ, doğum sayısını azalttığı gerekçesiyle sezaryeni suçlayan açıklamalar yaptılar. TTB Merkez Konseyi tarafından yapılan açıklamada “Sezaryen karşıtı bu açıklamalardan sonra sezaryenle doğum girişimleri çok sıkı takibe alınmış, baskı ve yaratılan korku gereklilik olduğunda bile sezaryenden kaçınmaya yol açmıştır. Bu durum, zor doğum nedeniyle bebeklerde oksijensiz kalmaya bağlı kalıcı sağlık sorunlarına neden olabilirken, annelerin ölümüyle sonuçlanan doğumlar yaşanmıştır. Kadınların yaşam haklarını engelleyen sağlık politikaları kabul edilemez” ifadeleri yer aldı.

Bakanlık aşıya gerek yok dedi

Türkiye’de giderek artan aşı karşıtlığı üzerine 2018 yılında TTB Merkez Konseyi, TTB Halk Sağlığı Kolu ve TTB Aile Hekimleri Kolu tarafından bir bildiri deklare edildi. Sağlık Bakanlığı’nın rakamlarına göre çocuğuna aşı yaptırmayı reddeden aile sayısının 2011’de 183 iken 2016’da 12 bine, 2017 ise 23 bine çıktığını belirten TTB’nin bildirisinde, “Ne yazık ki günümüzde sadece aşı yaptırmayan değil aşısı olan çocukların da risk altında olduğu bir durum söz konusudur” ifadelerine yer verdi. Sağlık Bakanlığı ise aşı ve bağışıklama hizmetlerine faaliyet raporlarında yer vermedi ve artan aşı karşıtlığı üzerine herhangi bir açıklama yapmadı.

 Senem Büyüktanır / gazeteruzgarli.com/-