Bu kentin ekonomik, sosyolojik, politik ve psikolojik verilerine bakıldığında, yüzyıllık bir süreçte muhafazakar kültürün izlerini görürsünüz.

Bu görüntüye herkes öylesine alışmış ki, kent dışına çıkınca rastladığınız kişilere ‘’Sakarya’yı nasıl bilirsiniz’’ sorusunu yönelttiğinizde, 10 kişiden 9’u ‘’muhafazakar ve milliyetçi’’ diye tanımlar. Ancak, bu tanımlamanın kenti hak ettiği yere getirdiğini de kimse söyleyemez.

Değerlerine bu kadar sıkı sıkıya bağlı olan, muhafazakar kültürün emrettiğinin dışında adım atmayan nüfus yoğunluğunun olduğu kentte, kültürel, akademik ve ekonomik gelişme aynı oranda yaşanmıyor, yaşatılamıyor.

O nedenle, muhafazakar ve milliyetçi yaklaşımlar dışında başka değerlere ihtiyaç olduğu da bir gerçek. Bunun için de, Sakarya’nın kabuk değiştirmesi şart.

Değiştirir mi, değiştirmez mi onu halk bilir. Ama, yeniden ayağa kalkması, ülkenin siyaset ve ekonomi alanında hak ettiği yeri alması için değişmesi zorunludur. Artık, başka politik anlayışların elinin değmesi gerekir bu kente.

Daha ilerici, daha çağdaş, üretim için planlama yapan, yaratılan artı değeri hakça bölüşen ve emek sömürüsü yerine emeğe alınteri kurumadan hakkını veren bir anlayışı hakim kılmak, kabuk değişimini de sağlayacaktır.

Düşünsenize, yüzbinlerle ifade edilen işçi ve emekçinin yaşadığı kentte, onların sözünün geçtiği ya da geçeceği tek bir zemin yok. Mevcut zeminlerin tümü muhafazakarlık kuşatması altında hak arayışını bile engelliyor.

Sınıf ideolojisine dayalı siyaset yapan sosyalistler ve komünistler üzerinde din ve vatansızlık baskısı yaratan muhafazakar kültür, böyle düşünenlerin linç edilmesi için gereken zemini Yaratmış ve bu zeminin kaybedilmemesi için de her yolu dener hale gelmiş. Bir de, ırk kökenli yaklaşımları buna eklemlemeyi başaran odaklar oluşturulunca, kent abluka altına alınmış ve adeta milliyetçi-muhafazakar düşüncelerin dışındaki düşüncelere yaşama hakkı tanınmamış.

Tarihe de bakıldığında durum budur ama bu kalın kabuk kente kazandırmak yerine sürekli kaybettirmiştir.

Milyarlarca dolarlık yatırımını bu kente getiren ulusal ve uluslararası sermaye, hak arayışını bile ‘baş kaldırı’ olarak algılatan mevcut muhafazakar-milliyetçi kültür kuşatması altındaki yaklaşımın sıkıştırmasıyla, işçi ve emekçileri boyunduruk altında tutmayı başarmış.

Bunu, 1988’den itibaren ülkede uygulanmaya başlanan özelleştirmeler karşısında yeterli tavır takınamayan bir kent olunmasından anlayabiliriz.

O dönemlerde başlayıp bugüne değin süren ve elde avuçta ne varsa sermayeye peşkeş çekilen ulusal değerlerine (milli ve manevi değerler) sahip çıkamayan, sahip çıkanlara da ‘’bunlar bozguncu’’, ‘’kökü dışarıda münafıklar’’ veya ‘’her şeye karşı çıkan, ülke çıkarı yerine kendi çıkarlarını düşünen komünistler’’ diye yapılan kara propagandaya boyun eğen işçiler, şimdilerde tank-palet özelleştirmesi karşısında, ölümüne milli ve manevi değerlere sahip çıkmanın yolunu arıyor.

Bu arayış önemlidir. Bu arayışın sonrasında atılacak adımlar daha da önemlidir. Yaşanan 30 yıllık özelleştirme sürecinde bugün farklı çıkan seslere kulak kabartan bir kent halkının olduğunu görmek çok önemlidir.

Kent halkı, artık daha adil, eşitlikçi, özgürlükçü talepleri dillendiren siyasetçilere de daha yakın duruşlar sergilemeye başladı.

Özellikle Marmara depremi sonrası yitirilen değerlerin yerine konulamayışının acısını halen çok canlı biçimde hisseden kent halkı, bu dönem bir değişimin iyi olabileceği düşüncesine daha sıkı sarılacak gibi görünüyor. En azından, mevcut statükonun kırılması için lokal de olsa bir kabuk değişiminin yaşanacağına ilişkin mesaj veriyor.

Bu önemli adımları sıklaştırmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, daha fazla nefes almak, engin denizlere açılmak, refah seviyesini artırıp daha paylaşımcı bir yaşamı kurgulamak ve yeni nesillere örnek olmanın yolu kabuk değiştirmekten geçiyor.

‘Biz kabuk değiştirmeye varız, ya siz ?’ sorusunu sorup yanıtı ‘evet, varız’ olanların çoğaldığını gördüğümüz bir mart sonu baharı yaşar mıyız ?

Biraz gülümseyin ve düşünün ki, neden olmasın…