Seçimler biteli bir haftayı geçti ve ülkenin en büyük kenti ile ilgili resmi sonuç yazı yazılırken hala açıklanmamıştı. İstanbul’da seçimi takip etmenin yarattığı his, tuttuğunuz takım maçı önde götürürken zaten maç yönetiminden şikayet ettiğiniz hakemin, maçı bitirmek yerine uzattıkça uzatmasının yaşattığı his ile neredeyse aynı. Baktım ki hakemin maçı bitireceği yok, ben de seçim sonuçları ile ilgili düşüncelerimi yazmak için İstanbul’u beklememeye karar verdim. Spor terimleri ile ifade edersem, İstanbul’un sayılması ile son maç da bittiğinde aynı zamanda ülkece uzun süredir devam eden bir seçim maratonunu da geride bırakmış olacağız. Dile kolay 3,5 yılda bir halk oylaması, bir başkanlık seçimi ve 3 genel seçimin ardından son olarak bir yerel seçim. Ben bu uzun sürecin şimdilik son parçası olan 2019 yerel seçimlerini, seçim öncesi beklentiler ve sonuçları ile değerlendirmeye çalışacağım.

Öncelikle iktidar açısından değerlendirirsek, şunu söylemek sanırım yanlış olmaz. AKP iktidara geldiği andan itibaren ilk kez bu derece derin bir ekonomik kriz devam ederken, bir seçim süreci yaşadı. Son genel seçimde meclis çoğunluğunu kaybetmiş ve ülkeyi bir süredir fiili bir koalisyonla yönetmek durumunda kalan AKP, seçim arifesinde yükselişi durdurulamayan döviz, artan gıda ve petrol fiyatları, geçici çözüm olarak büyük kentlerde oluşturulan tanzim satış mağazaları ve kapanan işyerleri ile seçim sathı mahaline girdi. Doğaldır ki bunlar seçim süreci boyunca muhalefetin dilinden düşmedi. Krize karşı oy kaybını engellemek isteyen iktidar bloğunun stratejisi, yaşanan tüm sıkıntıların dış kaynaklı olduğu, muhalefetin iktidarı alabilmek için ülkeyi zayıflatmak isteyenlerle işbirliği içinde hareket ettiğiydi. Başkanlık sistemi ile birlikte fiilen 2 bloklu bir sisteme dönüşen ve kazanmak için yüzde 50’ye yaklaşma gerekliliği, iktidar açısından eldeki yüzde 50’yi korumak demekti. Seçim stratejisi de haliyle buna uygun şekilde oluşturuldu. AKP seçim boyunca milliyetçi söylemini tırmandırarak, seçimlerin ülke açısından bir beka sorunu olduğu vurgusunu son güne kadar tekrarladı, bunu seçim propagandasının merkezi haline getirdi. Amaçlanan hem krizden etkilenen kendi tabanının uzaklaşmasını engellemek, hem de karşısında farklı ve uzlaşması zor partilerden oluşan blokun iç çelişkilerinden faydalanmaktı. Futboldan örnek verirsek iktidar önde olduğu bir maçta sıkı defans yaparak gol yemeden maçı kazanmayı hedefledi. Bu strateji başlangıçta iktidar için kriz koşullarında seçmenini tutabilmek için en doğru strateji gibi gözükse de, sonuçları istendiği gibi olmadı. 31 Mart akşamı sonuçlar değerlendirildiğinde, Cumhur İttifakının ülke ölçeğinde oy kaybı çok fazla gibi gözükmese de, büyükşehirlerin çok büyük bölümü kaybedildi. Bunun temel nedeni iktidarın seçim boyunca sürdürdüğü, belki de tek çıkış yolu olarak düşündüğü strateji idi ki bu konuya birazdan değinmeye çalışacağım. Sonucunda, 4,5 yıl her şey olağan şekilde devam ederse, AKP kurulduğundan beri ilk kez büyükşehirlerin çok büyük bir bölümünü yönetmediği bir genel seçim sürecini yaşayacak.

Muhalefet açısında değerlendirdiğimde ise ilk olarak şunu söyleyebilirim. Büyük partisi CHP olan millet ittifakı; hem söylem hem uyum açısından son derece disiplinli bir seçim süreci geçirdi. Ana hedef olarak büyükşehirlerin alınmasını hedefleyen millet ittifakı, ittifak içinde Sakarya’nın da yer aldığı bir dizi şehirde sorunlar yaşasa da temel hedefine ulaştı, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere ülkenin çoğunda büyükşehir belediyelerini kazanarak ciddi bir moral üstünlüğü kazandı. Sürekli eleştirilen ve liderliği tartışılan Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim stratejisi, CHP’ye son 25 yılın en başarılı yerel seçim sonuçlarını sağladı. Hali hazırdaki belediyelere İstanbul, Ankara, Antalya, Adana gibi büyük şehirleri ekleyip Bursa’yı kılpayı kazanamayan CHP, elinde bulunan İzmir, Eskişehir gibi illeri korumayı da başardı. Seçim boyu iktidarın tüm çabasına karşılık Millet İttifakı adayları, ülkenin her tarafında beka tartışmasına girmeksizin, kendi sözünü anlatmaya çalıştı. Kendi adıma ülke ölçeğinde her seçim alıştığımız ve iktidara malzeme veren gafların neredeyse hiç yaşanmadığı, semboller ve metaforlar ile dolu bir propaganda yerine derdini anlatmaya, sözünü söylemeye ve ötekine ulaşmaya çalışan bir çabanın ve dilin öne çıktığı bir seçim süreci gözlemledim. Bu söyleme uygun aday profilleri ile oy oranlarını inanılmaz yükseltmese de Millet İttifakı hedefine ulaştı ve bununla beraber seçim süreci boyunca belki de AKP seçmenine hiç olmadığı kadar dokunma imkanı buldu. Burada sanırım Ekrem İmamoğlu ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na özel bir parantez açmak gerekiyor. Hem seçim süresince, hem de seçim günü performansları ile bir seçimi kazanmanın yegane yolunun bir parti örgütünün varlığı olduğunu herkese tekrar hatırlattılar. Çok uzun süredir, iktidarın her açıklamasına karşı verilen yuvarlak, belirsiz cevaplar ile umudu kırılan muhalefet seçmeni, ilk kez kendinden emin, sahaya ve sonuçlara hakim bir liderlik ile karşılaştılar. Yüzlerce gönüllü o gün sabaha kadar ve hala sandık başlarında ve seçim kurullarında fedakarca bekliyorsa nedeni o akşam gördükleri kendinden emin tavırdır. AKP İstanbul İl Başkanı’nın örnek verdiği bir tutanağın gerçeğinin, kısa bir sıra sonra ekranlarda CHP yetkilisinin elinde sallanıyor olması, kimbilir belki de bir makus talihin yenilme anıdır. Umarım bu, her seçim öncesi ve sonrası “bilgisayarlarda şöyle yapıyorlar”, “ne yapsak olmaz” diyen mıy mıy “muhalif” seçmenin sesini kesmesi sonucunu doğurur ve İstanbul’un kazanılmasının yanı sıra bu tipolojiye enerji harcamaktan da kurtuluruz.

Ülke açısından değerlendirmemiz gerekirse, ortaya çıkan sonuç tablosu belki de cumhuriyet tarihinin sosyolojik açıdan en parçalı dönemini yaşadığımız gerçeğini hepimize gösterdi. AKP’nin kazanabilmek uğruna herkese seslenmekten vazgeçip, seçmeni kutuplaştırarak elindeki çoğunluğu koruma stratejisi, ülkenin farklı yerlerinde birbirinden çok farklı seçim sonuçları ile karşılaşmamızın ana nedeniydi. Muhalefetin -krizin de etkisi ile- 1977 ya da 1989’a benzer bir sol rüzgar beklentisi gerçekleşmedi. Ülkenin tamamında muhalefetin oylarını arttırarak 1.parti olarak çıktığı bir sonuç bir yana, iktidardaki Cumhur İttifakı ülke çapında oyunu korudu ve en çok oyu almayı başardı. Yine 1994 seçimlerinde Refah Partisini iktidara getiren dönemdeki gibi, sessizliğini koruyan seçmenin iktidardan desteğini çekeceği beklentisi karşılık bulmadı. İktidar seçmeni sahada olanların sıkça ifade ettiği şekilde süreci sessiz biçimde takip etse de seçim günü geldiğinde sandıkta iktidara desteğini sürdürdü. Sonuçlar açıklandığında ülkenin tamamında iktidara olan desteğini belirgin biçimde devam ettiği anlaşıldı. Elindeki basın ve propaganda olanaklarının da önemli katkısı ile pompalanan “Beka sorunu” söylemi, özellikle Cumhur ittifakının güçlü olduğu yerlerde karşılığını buldu. AKP tek başına seçime girmiş olsa kaybetme ihtimali olan oylar, tıpkı 2018 seçimlerinde olduğu gibi MHP ile yapılan anlaşma sayesinde ittifak içinde kaldı. Cumhur İttifakı’nın muhalefeti suçlayıcı ve öteki seçmene seslenme kaygısı gütmeyen kutuplaştırıcı dili Konya, Sakarya, Rize gibi güçlü olduğu yerlerdeki kaybın 5 puandan fazla olmasını önledi. CHP ve Millet İttifakı da aynı nedenden ötürü, özellikle sahil kesimindeki illeri zorlanmaksızın elinde tuttu. Öyle ki ülkenin bir başka köşesinde bu atmosferin bir etkisi olarak da değerlendirebileceğimiz bir ilk yaşandı. Bir kuşak önceki seçmen için CHP’nin kalesi sayılan ve bir süredir CHP’nin HDP ile yarıştığı Tunceli’de sosyalistler belediye başkanlığını kazandı. Ülke ölçeğinde genel bir sosyalist yükselişin görülmediği koşullarda, yakın zamanda Ovacık ilçesindeki uygulamaları ile ülkenin tamamına ulaşmayı başarabilen Fatih Maçoğlu’nun adaylığında oluşan sosyalist ittifak, TKP ismi altında girilen seçimleri kazandı. CHP ise seçimi ancak üçüncü olarak tamamlayabildi. Sosyalistler ise ülke ölçeğinde neredeyse etkisiz oldukları bir seçim atmosferinde bir il belediyesini kazanarak cumhuriyet tarihinde bir ilki gerçekleştirdiler.

Cumhur ittifakının bu söylem ve stratejisinin en az karşılık bulduğu yerler ise kültürel ve sosyolojik geçişkenliğin en fazla olduğu metropoller oldu. Muhalefetin büyükşehir belediyesi elinde olmasa da kimi ilçe belediyelerine sahip olduğu metropollerde, iktidarın stratejisi ve söylemi seçmeni konsolide etmeye yetmedi. Seçmenin büyük kent ve metropollerde 2017 referandumuna paralel bir tercihte bulunması, Cumhur İttifakı’nın 3 büyükşehirin yanı sıra Adana ve Antalya’yı kaybetmesine Antakya’yı, Eskişehir’i kazanamamasına yol açtı. Öyle ki, Bursa’da CHP adayı neredeyse 2018 genel seçimindeki 20 puan farkı kapatarak belediye başkanlığını kazanıyordu. Metropoller ve diğer kentler arasında her dönem var olan ama bu dönem ciddi biçimde farklılaşan seçmen davranışı, siyaset ile ilgililerin bundan sonrası için değerlendirmesi gereken önemli bir parametre olarak var olacak. Son olarak muhalefetin metropollerde kazanabilmiş olmasında, HDP’nin kayyum atanan belediyeleri tekrar kazanarak gücünü ispat etmek ve batı da ise en güçlü adaya destek vererek iktidar bloğunu geriletmek diyerek tarif edilebilecek stratejisinin de ciddi rol oynadığını atlamadan ifade etmek gerekiyor.

Bundan sonrasına dair sanırım ilk söylenecek olan şu; olur da süreç olağan akışı ile devam ederse hepimizi 4,5 yıl seçimsiz bir dönem bekliyor. Üstelik derinleşerek devam eden bir ekonomik kriz ve seçimden sonraya ertelenmiş acı reçetelerle dolu günlerle birlikte. 2017’de ülkenin sisteminin tıkandığı ve yeni sistemle birlikte şaha kalkacağı iddiası ile referandumu kazanan AKP, o günden beri erimeye devam ediyor. Bugün ülkeyi ancak koalisyonlar ile yönetebilir hale gelen AKP’nin, seçim sonrası yüzleşmesi gereken bir ekonomik kriz, kaybedilmiş büyükşehirler ve kendisine desteğini sürdüren ama her seçim yaş ortalaması yükselen bir seçmen kitlesi var. Hayatın akışı lehlerine ilerlemiyor.

Sol açısından ise başarılı gözüken bir seçim dönemi sonrası moraller yerinde olsa da, işin aslı hiçbir şey güllük gülistanlık değil. Mevcut sistem nedeni ile iktidar olabilmek için yüzde 50’ye ulaşma gerekliliği ve sağ seçmen ile aradaki büyük kültürel bariyerler varlığını hala sürdürüyor. Ayrıca çoğunluk ve anlık başarılar ancak sağ partiler ile kurulan stratejik ittifaklar ile mümkün. Bu zorunluluk özellikle CHP’nin atacağı her adımda önemli bir baskı unsuru. Oysa ki büyümek ancak geniş kitlelerin bir sol programa iknası ve buna inanmış bir genç kuşak ile mümkün. Büyükşehir belediyelerinin büyük bölümü kazanılmış olsa da, belediyelerin içlerinde bulundukları ekonomik durum ve merkezi yönetimin çıkaracağı olası zorluklar ile bu belediyeler yönetilmeye çalışılacak. Etkisini arttıran ekonomik kriz ve giderek derinleşen işsizliğin insanlar üzerindeki etkisi ve bu insanlarla bağların hayli zayıf olması yine bir başka önemli gündem olarak sol için varlığını koruyor.

Eklenecek, yazılacak çok şey var. Yazıyı daha da uzatmamak adına, sonrasına dair zihnimdekileri ve Sakarya’daki sonuçları değerlendirmeyi diğer yazıya bırakıyorum. Yazımı ise Metin Çulhaoğlu’nun seçim sonrası sosyal medya hesabından paylaştığı ve 1977 seçimleri sonrası TİP’in yayın organında atılan başlıkla bitirmek istiyorum. Sanırım sonrasına dair yapılacaklar ile ilgili onlarca cümleden fazlasını ifade ediyor. Başlık CHP’nin yerel seçim başarısı sonrası sevinen halk kitlelerinin fotoğrafının üzerine CHP’ye seslenmek üzere atılmış.

“Bu sevinç karşılıksız bırakılmamalı”