Başlıktaki ifade, çok beylik bir deyim gibi görünebilir. Ama, bu ölçekteki katliamlar, gerçekten de yıllar geçse unutulmaz, unutulmuyor.

Maden katliamı ilk kez Soma’da yaşanmıyordu. Daha önceleri Kozlu, Zonguldak, Dursunbey, Ermenek, Sorgun, Yeniçeltik, Amasra'da ve daha birçok bölgede benzer katliamlar yaşandı. Ve çoğu da, toplum tarafından adeta unutuldu ya da topluma unutturuldu. Ama, söz konusu ocaklardaki çalışma koşulları iyileştirilmeden üretim sürüyor. Yani, yeni katliamlar için zemin hazır.

Soma katliamının üzerinden geçen 5 yılda, katliamın faillerinin yargılanıp gereken cezaya çarptırılmaları ve söz konusu işyerlerinde işçi sağlığını gözeten iyileştirmeler yapılması konusunda bir arpa boyu yol alınmadı.

Soma ve benzeri katliamlar öncesindeki ihmaller, o ocakların sahiplerinin siyasetçiler ile olan ilişkileri, yaşanan katliamlardan sonra olaya el atan TBMM’de verilen soruşturma önergelerinin reddedilmesi ve benzeri gelişmeler, bu ve benzeri olayların faillerini gün gibi ortaya koyuyor aslında.

Bana kalırsa, yaşanan bu katliamlar, ‘kasten ölüme sebebiyet vermekten’ başka bir şekilde adlandırılamaz. Bu ölüm kampları, dünyanın en büyük katliamlarına neden oluyor.

Katiller, aynı zamanda nasıl acı yaşanacağını öğretme cüretini de gösteriyor. Bu ölüm kamplarında katliama seyirci kalacaksın, sonra da Diyanet’ten hoca gönderip ‘duygu ıslahına’ girişeceksin.

Soma, yaşadığımız zaman diliminin en büyük gaz odaları olarak anılacaktır. Buradaki katliam, basının amiral gemilerine değil de mizah dergilerine bakıldığında ‘geliyorum’ diye diye geldiği kolaylıkla görülebilen bir katliam.

Oysa, sadece işverenin kârını değil, azıcık da olsa işçinin sağlığı ve güvenliğini önemseyen bir düzende yaşıyor olsak, bu tür katliamlar asla gerçekleşmeyecektir.

Mesela, o yer altı ölüm kuyularının acil boşaltma için bir plan olsaydı, yerin altında kimin nerede olduğunu bilmek dayıbaşların kafada tutmalarına kalmasaydı, tatbikatlar gerçek ve koruyucu maskelerle yapılsaydı, kurşunu bombayı esirgemeyenler üç kuruşluk maskeyi esirgemeseydi, işçiler kurtulmak için gereken malzemeleri nasıl kullanacaklarını öğrenselerdi, yaşam odaları ve güvenli çıkışlar olsaydı, aynı sonuçlar doğar mıydı ?

Elbette sonuç bu olmazdı, Katliam diye anılan sözde iş kazaları asla yaşanmazdı. Yüzlerce kadın eşşiz, yüzlerce çocuk da babasız kalmazdı.

Türkiye Cumhuriyeti tarihine böylesi kara leke olarak görünen katliamlar sicil bozucu şekilde eklenmezdi.

İşte, bütün bunları düşününce, söylenecek tek söz ‘’Soma’yı unutmadık ki’’ oluyor.

Evet, unutmadık, babasız kalan yavrularımızı…

Evet, unutmadık, bacası bir daha tütmeyen ocaklar oluştuğunu…

Evet, unutmadık, sorumluları hakkındaki yargılamaların ve verilen kararların usulden öteye gidemediğini…

Evet, unutmadık, bu katliamın siyasi sorumluluğunu üstlenen birilerinin halen çıkmadığını…

Evet, unutmadık, Soma’nın ne ilk olduğunu ne de son olacağını…

Unutmadık demenin ötesinde asla unutmayacağımız şeyler de var tabi ki, mesela bu katliamın kesin sonuçları alınmış hukuki sürecin neler getireceği…

Mesela, gerçek sorumlularına nasıl bir bedel ödettirileceği…

Mesela, yaşamını yitiren madencilerin geride kalan ailelerinin insanca yaşam koşullarının sağlanıp sağlanamayacağını…

Dediğim gibi çok şeyi unutmadık, unutmayacağız da. Yine bir 13 Mayıs ve yaramızın depreşme günü.

Bu ülkenin işçileri, emekçileri ve yoksulları olarak o kadar çok öldük, öldürüldük ki, takvimlerde hergünü bir katliam günü olarak anmak bile olası hale geliyor sanki.

Hiç birini unutmadık, unutmayacağız, böyle biline…