Bu hafta da dedemle yaşadığım hikayelerle devam ediyorum.

Bir gün evin önüne bir kamyon yanaştı ve arkasındaki bütün gübreyi evin önündeki boş alana boşalttı gitti. Ben arka bahçede işlerle meşgul olurken dedemin bana seslendiğini duydum. Ve hemen yanına koştum. Bu arada o zamanlar bahçe işlerinde yavaş yavaş ustalaşıyorum. Dedem arada işleri bana bırakıyor, kendimi büyümüş gibi hissediyorum. Ne de olsa bir yetişkinin işini yapıyorum, bu bana güç ve sorumluluk veriyor. Lakin şu taşıma işlerini sevmiyorum, el arabası zor geliyor.

Dedemin yanına gittiğimde, gübreler geldi Cengiz dedi. Ben de taşıma işlerini sevmediğim için işten kaytarmak istiyorum, ben arkadaşlarımla oynamaya gideceğim dede, dedim. O da nasıl istersen dedi. Ama evin içi-dışı çok pis kokuyor, komşulardan sürekli şikayet gelmeye başladı, ben de taşımamakta ısrarcıyım tabi, baktım koku çekilecek gibi değil.. Neyse arkadaşları bıraktım, gübreleri başladık taşımaya arka bahçeye dedemle. Her gün bir miktar taşıyoruz, birkaç gün sonra bitti dağ gibi gübre. Sonra dedemle iş bittiğinde her zaman yaptığımız gibi tuzlu ayranlarımızı içiyoruz. Tabi içerken dedem, bu çocuğa ne anlatsam diye bana bakıyor.

-Cengiz dedi, gübre ne işe yarıyor sence?

-Toprağa atıyoruz, bitkileri büyütüyor, diyorum.

-Peki güzel bir şey mi sence?

-Yok diyorum, baksana dede çok pis kokuyor, etraftan şikayet bile geldi.

Sonra dönüp şöyle diyor :

’Hayatında böyle güzel kokmayan şeyler olacak, sana ve etrafına rahatsızlık verecek. Dedin ya bu gübreler dağa benziyor diye, gözüne bu güzel kokmayan şeyler dağ gibi görünecek bazen…

Sen yine de onları taşımaya çalış; kolların yorulacak, zorlanacaksın, pes etmeyi bile düşünebilirsin belki… Ben sana güveniyorum, senin onları taşıyacağına ve başaracağına inanıyorum...

Ve onları arka bahçeye taşıdığında; kötü kokan, sevmediğin, gözüne dağ gibi gelen, senin kollarını yoran o gübreler, arka bahçede işine yarayacak, güzel kokan çiçeklere, tatlı mı tatlı meyvelere dönüşecek, sana besin olacak, bilesin...’’

O zamanlar dedemin söylediklerini anlamakla anlayamamak arasında bir yerdeydim. Şimdi anlıyorum galiba.

Bu hikaye bana birkaç ay önce bisikletle kampüs yokuşuna çıkarken kafamın içinde yazdığım, sonrasında instagram hesabıma eklediğim bir denemeyi hatırlattı.

"Hayatın yolları bitmez."
Bugün havayı da güzel bulmuşken uzun zamandır yapmadığım bir şeyi denemek için atladım bisiklete.
Birkaç ay önce bundan beş kilo az halimle daha kolay çıkabildiğim kampüs yokuşundan bu sefer biraz zorlanarak çıkmış olsam da akşamüstüne doğru yolda karşılaştığım manzaralar ve kampüs yokuşundan kendimi bisikletle bırakıverdiğimde hissettiğim duygular buna değerdi.
Yukarı çıkarken ne kadar zorlanıyorsan aşağı inmek o kadar keyifli ve kolay oluyor.
Çıkamayacağını düşündüğün sonrasında bunu gitgide kendine inandırdığın tepeler, dağlar, yokuşlar oldu ve olacak.
Bir tepeyi, dağı, yokuşu çıkmak kendince "dağ gibi" birikmiş sorunlarını görmeni sağlayabilir belki.
Belki o sürekli söylediğin dağ gibi olan sorunların dağ değil de hafif eğimli bir yokuştur ve sen çıkmaktan korktukça ve bu korkundan da korkmaya başladığın için artık denemekten vazgeçince bir dağ oluvermiştir.
Belki o sorunlar ayaklarını, nefesini kısaca bedenini güçlendirmek için var.
Kim bilebilir bunu?
Ancak yola çıkmaya niyet eden ve denemeyi göze alan,

Sonrasında yol için hazırlık yapan ve yola çıkan,

Yoldan çıkmayı göze alan,

Yoldaki sürprizlere hazır olan,

Yolun ona sunduklarını ve sunacaklarını olduğu gibi kabul eden…
Her tepe, dağ, yokuş adına ne dersek diyelim; çıktıkça zorlaşıyor, zorlaştıkça güçlendiriyor, güçlendirdikçe:

İnsanın hayatta daha anlamlı ve keyifli yaşamasını sağlıyor.

Şimdi odamın duvarında dedemden hatıra bir söz:

‘’ Sorun dediğin bir avuç gübre Cengiz, taşıyabilirsen evini güzelleştirecek mis kokulu bir çiçek!’’

Sevgiyle kalınız efendim!

Evinizi güzelleştiren çiçeklerin artması dileğiyle...