Geçen hafta ülkenin değilse de Sakarya’da en önemli gündemi Tank Palet Fabrikası’nın özelleştirme süreciydi. Muhtemeldir ki süreçte sondan bir önceki adım olan, fabrikanın mülkiyetinin Asfat A.Ş.’ ye devri gerçekleşti. Hatırlarsak seçimden kısa bir süre önce bir sabah uyanıp haberdar olduğumuz Tank Palet Fabrikası’nın Ethem Sancak’a satışı, muhalefetin ve işçi örgütlerinin yoğun tepkisine neden olmuş, Türk-İş federasyonuna bağlı ve fabrikada örgütlü Türk-Harb İş Sendikası öncülüğünde Gar Meydanında görkemli bir miting düzenlemişti. Tepkiler üzerine ortada bir özelleştirme olmadığını söyleyen Recep Tayyip Erdoğan ve AKP yetkilileri yapılanın sadece işletme devrinden ibaret olduğunu ifade etmiş hatta buna özelleştirme diyenleri suçlayıcı ifadeler kullanmışlardı. Seçim sürecinin bitmesi ve yazın etkisi ile en azından şehir halkı için unutulmaya yüz tutrmuş özelleştirme süreci, fabrikanın Asfat AŞ işletmenin ise Sancak Grup’a verilmesi ile tekrar gündeme geldi.

Fabrikanın Asfat AŞ’ ye resmen devrinin olacağı gün, konunun şehir ve ülke gündemine gelmesinde de önemli rol oynayan Cumhuriyet Halk Partisi kent merkezinde Şemsiyeli Park olarak bilinen alanda 12 saatlik bir oturma eylemi gerçekleştirdi. ‘Uyanık kal Sakarya’ sloganı ile yapılan eyleme çok sayıda CHP Milletvekili Sakarya’ya gelerek destek verdi. İtirazın devamı açısından önemli bulduğum eylemin yapılış şekli, değiştirilen yeri, ses düzeni eksikliği gibi nedenlerden ötürü eyleme katılanlar arasında serzenişte bulunanlar da mevcuttu. Ben kendi adıma mensubu olmadığım bir siyasi özne bir etkinlik düzenlediği zaman eğer içeriğini doğru buluyorsam destek olmaya çalışıyorum. İlkesel olarak kimin neyi, nerede ve nasıl protesto edeceğine yorum yapmamayı tercih ediyorum. Bildiğim kadarıyla vatandaşların doğru bulmadıkları şeyleri protesto etme hakları Anayasamızda hala mevcut. Aynı davranışı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da öneririm. Bununla birlikte eylemi ziyaret eden Türk-İş Genel Başkanı ile CHP milletvekillerinin hayli samimi görüntüsü için, ‘kendi tercihleridir’ demek te zorlanıyorum. O görüntü beni de oradaki bir dizi insan gibi rahatsız etti. Diyebilirsiniz, ‘kim kiminle samimi olacağını sana mı soracak?’ . Tabi sormasınlar ama o zaman mikrofon uzatılınca da kameralar önünden birbirlerine sallayıp durmasınlar. Aksi halde inandırıcılıkları hayli azalıyor. Benden söylemesi.

Eylem ile ilgili söylenen şeylerden bir diğeri de işçi katılımının beklenenden az olduğuydu. Bildiğim kadarıyla sendikanın yapılmasına kısa bir zaman kala işçilere duyurduğu eyleme ilgisizlik hem süreç hem de sendika ve çalışanların gelinen noktadaki ilişkisine dair bir veri sunuyor. Özelleştirme süreci boyunca konuştuğumuz Tank Palet çalışanlarının en temel şikayeti, sürecin olası sonuçları ve özlük hakları ile olası kayıpları konusunda yeterince bilgilendirmedikleri yönünde idi. Yine hukuki itiraz sürecinin yeterince etkin yürütülmediği konusunda işçilerin ciddi kaygısına şahit oldum. Fabrikadan tayin için dilekçe veren işçilerden, önce bir bölümünün dilekçesi yaptıkları görevlerin kritik olduğu gerekçesi ile kabul edilmedi. Ardından ciddi sayıda işçi fabrikanın Asfat Aş’ye devri sürecinde tayin dilekçelerini geri çekti. Buna karşılık 215 civarında işçi ise farklı illere tayin oldu. Tayin olanların temel kaygısı kamu işçisi statülerini koruyarak, fabrikanın Asfat AŞ’ye devri sonrası olası hak kayıplarının önüne geçmekti. Tayin isteğinden vazgeçen işçilerin ise işverenlerinin kim olduğu ve kadrolarının statüsü konusunda kafaları karışık. Bu kadar kritik bir süreçte işçilerinin tek yürek davranmasının sağlanamamış olması bile başlı başına bir basiretsizlik olarak sendikanın hanesine yazılabilir. Burada kolaycılığa kaçıp ve çoğunlukla yapıldığı şekilde faturayı tamamen sendikacılara kesmek niyetinde değilim. Yine de 94 yılında o dönem genel başkan olan İzzet Çetin öncülüğünde, özelleştirme karşı mücadelenin temel kurumlarından olan KİGEM(Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi)'in kuran 3 sendikadan biri olan Türk Harb İş Sendikası'nın günümüzdeki yönetiminin bu gelenekten hayli uzak olduğunu ifade etmek durumundayım. Mevcut Türk Harb İş yönetiminin sendikal alana, sınıf mücadelesine bakışı, yakın zamanda Kamu İşçilerinin Toplu İş Sözleşme süreci nedeniyle çokça eleştirilen Türk İş Başkanı ve yöneticilerinin bakışından farklı değil. Bu anlayış ancak iktidar ile uzlaşma yoluyla işyerlerinde sorun çözme kapasitelerinin artacağına inanıyor. Buna uzun yıllardır kamu iş kolunda örgütlü olmaları nedeniyle sendikacılıktan büyük ölçüde ücret pazarlığını anladıklarını da eklemek gerekir. Daha önceki özelleştirme süreçlerinde yaşandığı şekilde, sendikal anlayış ve gelenekleri bu sendikalarının özelleştirme gibi iş güvencesi ve özlük hakları gibi daha önce pek mücadele etmedikleri gündemler karşısında hayli bocalamalarına yol açıyor. Yine de ülkede 10 yıllardır yaşanan özelleştirme süreçleri sonrası hem hukuki hem de fiili olarak sermaye sınıfının ciddi ölçüde deneyim biriktirmiş olmasına karşılık aynı şeyi işçi sınıfı ve örgütlerinde görememek çok acı. Bir özelleştirme süreci gündeme geldiğinde Sendikaların ilk aklına gelen milliyetçi bir söylem ile özelleştirme sürecine karşı çıkmak. Özelleştirme süreçlerine karşı çıkmak bu ülkedeki tüm yurttaşların hakkı olan, kamuya ait bir mülkiyeti savunmak ve özelleştiren işyerinde çalışan işçilerin haklarını savunmayı birlikte gerektiriyor. Bizdeki karşı çıkışlarda ise satılan mülkün hepimize ait olduğu vurgusunun zayıf kaldığını buna karşılık ‘vatan ve devlet’ gibi vurguların öne çıktığını gözlemlemek mümkün. Bu söylemlerin -özelleştirmeyi yapanlar zaten kendilerini devletin yöneticisi ve söz sahibi olarak gördüklerinden- onlar nezdinde çok etkili olduğunu düşünmüyorum.

Ben böyle düşünsem de Tank Palet’in özelleştirme sürecinde de hem Sendika hem CHP fabrikanın satışına itiraz ederken böyle bir söylemi öne çıkarmayı tercih etti. Bir ülkenin ordusuna üretim yapan bir fabrikanın satışının stratejik öneminin farkındayım. Yine de fabrika çalışanlarının hakları açısından bakıldığında fabrikanın askeri malzeme ya da ilaç üretiyor olması arasında bir fark yok. Orada çalışanlar emek güçlerini satarak hayatını sürdüren insanlar ve sendika fabrikanın ürettiğinin ne olduğundan bağımsız olarak onların haklarını savunmak durumunda. Konuştuğum kimi işçiler tayin istediklerinde kendilerine ‘bu kadar vatan dediniz artık ülkenin neresine yollarsak kabul edersiniz’ dendiğini söylediler. Ben fabrikanın satışına karşı çıkarken kamu mülkiyetinin savunuluyor olması, fabrika çalışanlarının hakları gibi birbiri ile ilişki ama farklı ve birlikte savunulması gereken konuların fazlası ile iç içe geçtiğini düşünüyorum. Deneyim biriktirememe konusuna bir örnek vermek gerekirse; Tank Palet savunulurken kullanılan strateji ve söylemlerin bire bir daha önce de mesela Şeker Fabrikalarının, özellikle Telekom’un özelleştirilmesinde kullanıldığını ve özelleştirmeyi yapanların daha önce karşılaştıkları bu savunuya hazır olduklarını unutmamak gerekiyor.

Süreçle ilgili maalesef sadece sendika değil sürece itiraz eden muhalif insanların kafası da yeterince net değil. ‘Fabrika Katar Ordusu’na satılmasın’ ya da ‘aslında özelleştirmeler faydalı ama’ ile başlayan Tank Paleti savunmaya çalışan cümleler sıklıkça karşımıza çıkıyor. Mesela aklına ve vicdanına güvendiğim bir tanıdığım, yazdığı köşe yazısının Tank Palet’in satışına karşı çıktığı bölümünde ‘özelleştirmeler verimliliği arttırmak ve bu amaca bağlı olarak devletin sermaye yükünü hafifletmek(kaldırmak değil) için yapılır’ diyor. Sanırım özelleştirme süreçlerine, yani ülkede yaşayan herkesin ortak hakkı bulunan kamu kurumlarının, alanlarının sermayeye transfer edilmesine karşı durabilmek için, ilk başta 25 sene önce söylendiğinde belki kimilerine ‘acaba mı?’ sorusunu sorduran ama günümüzde hükmü kalmamış liberal ezberlerden kurtulmak gerekiyor.

Buradan genç akademisyenlere önerimdir. Oturup Türkiye’de özelleştirme süreçlerinin savunusunu koronolojik olarak incelesinler. Orada harika bir hazine yatıyor. Kim özelleştirmeleri nasıl savunmuş, ne demiş? Bugün ne deniyor? Önce ‘devlet et-süt mü üretir’ le başladılar. Şimdi ülkede et, süt yok deniyor. Et ve süt üretimi için öncü olan kamu kuruluşu belediyeler, başarılı belediye olarak kabul görüyor. Arkasından 'devlet neden kağıt üretiyor?' dediler. Şimdi 'kağıtta neden dışarıya bağımlıyız?' diye özelleştirme sürecinde kılını kıpırdatmamış yerel gazeteler ağlıyorlar. Kağıt fiyatları uçmuş.

Sonrasında Şeker Fabrikaları, Zirai Donatım Kurumları, Telekom, Tüpraş, Rafineriler, Tekel ardı ardına elden çıkarıldı. Elde ne varsa bazen arsa fiyatlarının altına sermaye kuruluşlarına verildi. Stratejik önemde olmayan ne varsa satılabilir dendi. Bu satışlarda satanlar kadar ‘soldan’ devletin rolleri konusunda ahkam kesenlerin de payı var. Bugün stratejik önemdeki Tank Palet fabrikasına kadar sıra geldi. Her seferinde ‘önceki tamam ama bunu satmak yanlış' diyerek parça parça savunulmaya çalışıldı. Artık sizce de ‘ne satılır, ne satılmaz' ı konuşmak yerine, ‘sarı öküz’ hikayesini hatırlamanın zamanı gelmedi mi. Her ne kadar ortada pek bir şey kalmamış olsa da, ülkenin geldiği durumdan örnekler vererek bizim neden satılmamasını anlatmaya değil satanların öncekileri niye sattıklarını yüksek sesle sormamızın vakti geldi de geçiyor.

‘Neler satılır, neler satılamaz’ dışında bir de ‘satılır ama kime satılır’ tavrı var. Bunun hatırladığım en popüler temsilcisi İlhan Selçuk. Kendisi Tüpraş’ın Koç Holding’e satışına karşı Petrol-iş sendikası öncülüğünde mücadele edenlere karşı "TÜPRAŞ ya Araba ya çoraba gideceğine, Koç'a gitsin" diye yazmıştı. Hatta İlhan Selçuk'un bu önerisine ters düşen Prof. İzzettin Önder'in yazısı gazetede sansürlenmiş. Bunun üzerine Prof.Önder yazarlıktan istifa etmişti. Tank Palet konusunda da ‘Katar Ordusu almasın’ denince bunu hatırlıyor ‘ülkede bunu alacak Türk yok muydu’ söylemini son derece tehlikeli buluyorum. İki nedenle. Birincisi niyet her ne olursa olsun stratejik olarak yanlış, ayrıca da anlamsız. Yanlış, çünkü burada karşı çıkılması gereken bu ülkeden yaşayanların ortak mülkü olan bir kuruluşun özel bir şahısa/gruba satılıyor olması. Alanın katar ordusu ya da Koç Holding olması durumu değiştirmiyor. Anlamsız; çünkü biliyoruz ki siz fabrikayı yerli bir gruba da satsanız onun bir yabancıya satışının önünde bir engel yok. İnanmayanlar TEKEL’in özelleştirme sürecine dönüp baksınlar, ne demek istediğimi anlarlar. Bu nedenle her niyetler yapılıyor olursa olsun bu ‘yabancılara satılamaz’ söylemini, ‘satılamaz’ ile değiştirmek durumundayız. Biraz slogan gibi gelebilir ama gerçektir. Günümüz koşullarında ‘anti kapitalist olmayan bir anti emperyalizmin’, hele hele onun 1960 model Avcıoğlu versiyonlarının hiç mi hiç karşılığı yok.

Eminim yaşı ANAP günlerine yetişip, oradan kulakta kalanlarla ‘yani devletin işletmeleri çok mu iyiydi de savunuyorsun’ diyenler olabilir. Bu başka yazının konusu olsun. Ama şu örnekle derdim anlaşılır diye düşünüyorum. Düşünün ki hepimiz büyük ama çok büyük bir sitede oturuyoruz. Sitenin yöneticilerini sitede daha çok ev sahibi olan mülk sahipleri belirliyor. Kendi kiracıları üstünde etkileri, kampanya imkanları var. Yöneticiler istediğimiz gibi değil. Ama sitede hala hep birlikte oturuyoruz. Gün geliyor sitenin ortak alanları bahçesi, parkı, sosyal tesisi satılmak isteniyor. Bakın çay daha iyi olacak, çimler biçilmiş olacak deniyor. Karşı çıkmayacak mıyız? Satılmadığı sürece o alanlar hepimizin, satılınca alan kişinin ve bu kadar yıl sonra biliyoruz ki satışından bize bir fayda zaten yok. Sahi eskiden devletin yaptığı artık özel sektör tarafından verilen hizmetler arasında ucuzlayan falan var mı? ‘Sahi kime yaradı bu verimlilik?’ diye sormayalım mı?

Son olarak bundan sonrasına dair bir kelam ederek yazıya son vereceğim. Kimse süreç sonlandı fabrika gitti, yapılacak ne kaldı diye düşünmesin. Hayat da mücadele de devam ediyor. Mesela bugüne kadar taşeron kavramı ile tanışmamış ya da sınırlı düzeyde tanışmış olan Tank Palet İşçileri muhtemeldir yeni işverenleri vasıtasıyla bu kavramla tanışacaklar, farklı tip sözleşmeler gündeme gelecek, iş güvencesi gibi bir gündem hayatlarının bir parçası olacak. Bir özel işverenin güvenlik, temizlik başta olmak üzere bir dizi hizmetin fabrikanın kadrolu çalışanları tarafından yapılıyor olmasını anlaması zor olacaktır. Popüler tabirle bunu anlamaları fıtratlarına aykırı. Fabrika içinde taşeronu kabul etmek de işçilerin fıtratına aykırı olacaktır. Bu durumda Tank Palet işçileri ile dayanışmayı sürdürmek hala büyük önem taşıyor. Yani durumu futbol tabiri ile ifade edersek, maç devam ediyor moralli olmak ve dayanışmayı diri tutmakta fayda var. Çetin Altan’ın deyişi ile ‘enseyi karartmayalım’.