DW Türkçe: Türkiye’nin ilk komünist belediye başkanısınız. Türkiye’nin mevcut siyasi ortamında Tunceli'de bunu nasıl başardınız?

Mehmet Fatih Maçoğlu: Bu yaşadığımız şehirde sosyalist bir anlayışın çok örgütlü olduğunu söylemek isterim. 1970’lerden beri özellikle Kaypakkaya geleneği, Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar… Bu sosyalist gelenek 1970'lerden bu yana, Dersim’deki siyasal anlayışı biraz daha örgütlü hale getirdi. Birincisi bu. İkincisi, Ovacık modeliyle de beraber bu biraz daha pekişerek Dersim halkının vicdanında yer edindi. Bu anlamıyla da Dersim'de aydınlara, bilime olan inanç bu süreçte bizim burada iktidar olmamıza büyük bir katkı oldu.

Rakipleriniz CHP ve HDP'ydi. Ovacık’taki yönetim anlayışınız çok benimsendi ancak kent geneli için geçmişe baktığımızda zor rakipleriniz vardı. Sizi onlardan ayıran ne oldu?

Halkla buluşmak, programı iyi anlatmak…Bir de galiba bizim Ovacık Belediyesi'nin toplum tarafından bilinirliği biraz etkili oldu. Bundan kaynaklı da halkın kapısına gittiğimizde bize söyledikleri, ‘şefafflıktan, halkla beraber yaşamak, kravat takıp bürokrat olmamak, halktan uzak durmamak' bunlar da etkili oldu. Şunu hiç unutmayın; toplum yaptığınız her şeyin farkında. Yapacağınız her şeyin de farkında. Onun için dünü, bugünü ve yarını iyi görüyoruz. Demokratik bir yarış yaptık. Bu yarışta belli ki halka bir parça kendimizi ve programımızı daha iyi anlattık. Dersim halkına da teşekkür ederim.

"Şeffaf ve sorgulanabilir olabilme anlayışını yerleştirdik"

Ovacık'ı hiç bilmeyenler için... Neler yaptınız orada?

Ovacık’ta yaptıklarımız hakkında yazdığımız çizdiklerimizle aslında dünyanın birçok yerinde ve Türkiye’de farkındalık yarattık. Biz Ovacık’ta üretim alanlarının genişlemesiyle köylünün, işçinin aslında doğaya geri dönmesi, kendi temel ihtiyaçlarıyla buluşması ve bu ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir alanın üretime açılmasını sağladık… Toplum üzerinde bir kooperatif örgütleme gelişti. Bu anlamda Ovacık aslında üretimle birlikte kooperatiflerin, halkın örgütlülük alanı oldu. Ovacık sosyalist bir anlayışı, özellikle şeffaf olabilme, sorgulanabilme, halkla iç içe olma, halkla birlikte yaşayabilme kültürünü geliştirdi. Birçok şeyin satılmadan, birçok şeyin mümkünse yoksula, ihtiyacı olana destek verilmesiyle aslında sınıfsız ve sınırsız bir dünya hedefinin küçücük de olsa bir destek kültürü gelişmeye başladı.

Mesela belediyelere olan güven gelişti. Vatandaş bir sıkıntı yaşadığında, belediyenin küçük de olsa bir destek sunacağını biliyor. Ve bir de eğitim meselesi. Çocukların dışarıda okuması, bursların verilmesi, 150 çocuğa burs verilmesi, bilişim sınıfları kurularak bilimsel eğitime destek verilmesi, ekonomik sıkıntıları olan öğrencilere kitap, defter destekleri gibi şeyler. Ama bunları yaparken de insanların hakkının korunması, doğanın kirletilmemesi, ökolojik dengenin korunmasının göz önünde bulundurulması da bizim siyasetimizin bir parçası haline geldi.

Peki bunu kent geneline uygulamak mümkün olacak mı? Bunun farklı zorlukları olmayacak mı?

Çok daha rahat olacak. Çok daha rahat. Küçücük bir belediyenin bütçesel sorunlarıyla boğuşmasından ötürü müdahale edebildiği alanlar sınırlı olabiliyor. Biz Ovacık'tan bile dört-beş ilçeye müdahale edebildik. Şimdiyse daha büyük, daha güçlü bir belediye için çalışacağız. Tahıl, bakliyattan hayvancılık ve arıcılığa kadar tüm alanlara dokunacağız ve destekleyeceğiz. Bizim yapmamızdan çok köylüyü üretime katıp onlara mazot, hayvan, tohum desteği sağlayacağız. Ürettiklerini alıp pazara götürme, ürettiklerinin tam hak ettiği karşılığını alabilmeleri önemli. Eğer üretici elindekini satamıyorsa zarar ediyor. Türkiye’de üreticilerin en çok sıkıntı çektiği durum bu. Biz bu konuda da çok güçlü bir destek sağlayacağız. Tüketim kooperatifleri kurarak, kendi ofis ve marketlerimizi açarak büyük şehirlerde bu tarz alanları geliştireceğiz.

(Kaynak: www.dw.com)