Yazmaya hiç mecalim yok. Her yanımız acı kan ve gözyaşı dolu iken hikâye yazamıyor insan. Geçmişten hikâyeleri hatırlayıp gülemiyor.  Yaşayamadığı gibi yaşadıklarını da yazamıyor. Bir felaketi sindiremeden başka bir felakete uyanmakla geçiyor günlerimiz. Ölüm artık bizim için bir alışkanlık. ‘Zam’ için ‘güncelleme’ denmesine gülmeyi öğrenmiştik ama ‘ölüm’ için ‘yer değiştirme’ denmesi ağır yaralıyor bizi. Her düşmanlığı bitiren ölümün bizim ülkemizde yeni düşmanlıklara sebep olmasını izliyoruz hayretle. 

Babasız kalan bir çocuğu bağrımıza basarken, suda dalgalardan kurtarılan çocuğu görmezden gelebiliyoruz. Bir ölüme gözyaşı dökerken, bir başkasının ölmesini dileyebiliyoruz. Koskocaman bir yalanın içinde yaşadığımızı kabullendiğimizden olsa gerek duyduklarımıza da inanmıyoruz. İnsan sayısı olduğunu unutarak, rakamlarla kavgaya tutuşuyor. Kavgalarımıza alet ediyoruz rakamları. Düzelmez bir kargaşa hüküm sürüyor her yanda. At izinin it izine karışmasına alışığız da merhamet ile nefretin, dua ile bedduanın aynı anda aynı yerde birbirine karışması dehşete düşürüyor bizi. Dünyada ölümden başkası yalanken, her gün bambaşka yalanlara uyanarak sevgisizlikle öldürüyoruz birbirimizi. Her ölenle bir kez daha ölerek ve öldürülerek üstüne üstlük. 

Çok şey yazılıp söylenebilir ama dedim ya yazmaya mecalim yok. 

Ece Temelkuran özetlemiş; 

“Kesif acı. Dipsiz ikrah. Çıldırtan bir kibir. 

Korkunç cahillik. Kanlı bir hırs. 

İsyana mecali kalmamış anneler. 

Gazoz kapağı gibi oynanan insanlar. 

Ölüm, sonra daha çok ölüm. 

Borsa takip ederken rahmet dileyenler.

‘Sözün bittiği yerdeyiz’ler... 

İçimiz çürüdü, içimizi çürüttüler.”

Evet, çürümüşlük ele geçiriyor bizi. Sefil yalanlarla zehirlenmiş dünyayı gördükçe gitgide daha çok yabancılaşıyoruz insana. Ve bu dünyayı ancak bir yabancı gibi yaşayıp seyredince huzur bulup korkusuz olacağımıza inanıyoruz. Şimdi soralım kendimize. Ne kadar insan kalabildik bu çürümüşlük içinde? Kötü dediklerimizden farklı bakabiliyor muyuz? Kendimizi onların bakış açısından ayırabiliyor muyuz? Yüreğimiz nerede bir can ölse oralı olabiliyor mu? Benden bir kaç tane ondan çok tane diye karşılaştırmak rahatlıyor mu? Başkasının yangını evimizi ısıtıyor mu? Artırın soruları olabildiğince. Başkalarına sorduğunuz soruları, cesaretle sorun kendinize. Belki yüzleşmek hatırlatır insan olduğumuzu, bu çürümüşlükten kurtarır ruhumuzu. 

Ben bütün bu çürümüşlük içinde yine de umutluyum insandan. Çocuksu bir umut, gizli bir inanç, anlamsız bir cesaret taşıyorum. Herkesten umudu kessem de kendime sorduğum sorulara verdiğim insani cevaplardan alıyorum cesareti. Dilin, dinin, ırkın, cinsiyetin önemi olmaksızın insanlık paydasında buluşan dostların varlığında buluyorum umudu. Ve önümde yaşanılacak güzel günlerin olduğuna tutunuyorum inançla. 

İnsan doğanların çoğu terk etse de insanlığı, biliyorum ki insan kalma mücadelesinde birbirine tutunanlar az değiliz. Güvensiz kalplerimizi kötü insanlara borçlu olsak da yine de vazgeçmeyiz insan kalmaktan ve inadına iyilikle yaşamaktan. Baharın geldiğini bile fark edemedik kötülükle boğuşmaktan. Hep birlikte, iyiliğe inançla, karşılayalım baharı. Her şeye rağmen kaybetmeyelim içimizde ki insanı. Yaşanan acıların son bulacağına ve dünyayı bu çürümüş sefaletten, iyi insanların kurtaracağına inanalım. Hep birlikte kurtulmak için inatla iyi kalalım.

Hadi kendimize ve insana inançla çıkalım yola. Hoş geldin diyelim bahara.

Diyorsanız ki halim yok bir adım atamam ileri;

Unutmayın! 

“Gün daima bulutta kalmaz. Herhal ilerdedir. Yaşanacak günlerin en güzelleri... ”