Her 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde özellikle sosyal medyada ‘’ İnsan Hakları İle İnsandır’’ sözü dolaşır. Bu sene de farklı olmadı.

Evet insanı insan yapan başta yaşam hakkı olmak üzere sahip olduğu temel haklardır. Bu hakların korunmasında da bağımsız yargıya büyük görev düşüyor. Adalete olan güvenin sarsıldığı dönemler aynı zamanda insan hakları kullanımının en sıkıntılı olduğu dönemlerdir.

Bizde bağımsız yargı ile insan hakları konusunu birlikte ele alabilmek için Sakarya Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Avukat Saadet Civelek Diriarın ile söyleştik.

Bürosuna gittiğimizde neredeyse başını kaşıyacak vaktinin olmadığını gördüğümüz Diriarın’a o yoğunluk içinde dahi bizi kırmayıp zaman ayırdığı için teşekkür ediyoruz.

İnsan Hakları kavramının sadece metinlerde kalmadığı günlere ulaşmak dileğiyle

Serap ÖZER

- Her ne kadar İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yayın tarihi 10 Aralık 1948 olsada o döneme kadar hem doğuda hem de batıda insanların eşitliği için mücadele eden pek çok kişi olmuştur. Bu gerçekliğin bağlamında bakarsak insan hakları kavramının gelişim sürecini açıklar mısınız?

Aslında insanlık tarihi boyunca pek çok metinde temel haklara yer verildiği olmuştur. Anca bu metinlerde yer verilen haklar günümüzdeki insan hakları kavramından çok uzaktır. Feodal döneme denk gelen bu yasaların düzenlenme nedenleri aslında daha çok bir köle- efendi ilişkisini düzenlemeye yöneliktir. Örneğin; Kral Dungi Yasa Derlemesinde ya da Hammurabi Yasalarında mülkiyet, aile ve kölelik gibi pek çok alanda düzenlemeler bulunuyordu. Ne var ki, bu belgeler insanların devlete karşı haklarını dile getirmiyor; efendinin kölesi üzerindeki yetkilerini gösteriyordu.

Yine Asur Yasa Derlemesi'nde ise insan hakları adına kadını aşağılayan ve günümüz anlayışı çerçevesinde kabul edilemez hükümler vardır. Ataerkil sistemin ağır bastığı bu yasada kadın mal olarak görülmektedir.

İnsan Hakları kavramının yükselişi asıl olarak kapitalizm ve burjuvazinin yükseldiği döneme denk gelmektedir. Özellik Fransız Devrimi ile birlikte ilan edilen "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi"nde doğal haklar "mülkiyet", "özgürlük", "güvenlik"ve "baskıya karşı direnme" doğal haklar olarak düzenlenmiştir. İnsan Haklarının özüne oturan ve temelini Antik Yunan’dan alan doğal haklar teorisi; özgürlük ve insan haklarının devletten önce var olduğunu; devredilemez ve vazgeçilemez olduğunu; "evrensel" ve "mutlak" olduğunu ileri sürer. Fransa’da ortaya çıkan bildiri ile birlikte aynı dönemde İngiltere ve Amerika’ da yine doğal hakları temel alan bildiriler yayımlansa da bu bildiriler etkisini ancak 1930 lara kadar sürdürmüş, değişen sistemle birlikte bildirgelerde yer alan haklar temel insan haklarını karşılamaz hale gelmiştir.

2. Dünya Savaşının hemen ardından baskıcı rejimlere duyulan nefret, insan hakları düşüncesinin yeniden filizlenmesine sebep olmuştur. 10 Aralık 1948 yılında BM Genel Kurulu‟nda İHEB kabul edilmiş, bu bildiriye hukuki bir bağlayıcılık kazandırma çabaları sonucunda, 1966 yılında imzalanan iki uluslararası sözleşme 1976 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşmeler, BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (KSHS) ve BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ESKHS)‟dir (Kalabalık, 2009: 45). İnsan haklarıyla ilgili uluslararası ya da evrensel nitelikteki belgeler yanında, dünyanın çeşitli yerlerinde, bölgesel düzeyde insan hakları düzenlemeleri de vardır. Bunlar arasında; 1953 yılında yürürlüğe giren, 1950 tarihli “İnsan Haklarını ve Temel Hürriyetlerini Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi” ve ona bağlı protokoller, 1978‟de yürürlüğe giren 1969 tarihli “Amerikalılararası İnsan Hakları Sözleşmesi” ve 1986 yılında yürürlüğe giren 1981 tarihli “Afrika İnsan ve Halkların Hakları Sözleşmesi” örnek olarak gösterilebilir .

2- İnsan hakları dediğimizde elbetteki ilk akla gelen ve en temel olan yaşama hakkıdır. Geçmişten bugüne bu hakkın kullanımında yaşanan sorunlar neler olmuştur.

Yaşama hakkı, en temel haktır. Bu hak karşısında diğer haklar türev, ikincil haklar konumundadır. Diğer tüm hakların kullanımı ve varlığı bu hakka bağlıdır. Bu yönüyle yaşama hakkı mutlak bir haktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) yaşama hakkı dokunulmaz haklar ya da hakların sert çekirdeğini oluşturmaktadır.

Anayasa m.17/1, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 2 ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi m. 6 insan yaşamının korunması konusunda temel bir hükme yer vermektedir. Buna göre insan yaşamı kanunun koruması altındadır.

Ancak bugün bölgemizde ve tüm dünyada yaşana savaşlar sebebiyle, en temel insan hakkı olan yaşam hakkı ihlal edilmektedir. İnsanlık bugün yaşanan savaşlar ile büyük bir kriz ile karşı karşıyadır. Ancak maalesef görüyoruz ki savaşların yol açtığı göçler ve mültecilik krizi bugün pazarlık konusu edilmektedir ve bu kabul edilebilir bir durum değildir.

-Mülteci sorununu da ele alacak olursak bugün ülkemizde mülteci statüsünde olması gereken ancak bu statüde yer almayan pek çok yabancı uyruklu kişi var, bu kişilerin karşılaşacağı sorunlar neler olabilir?

Şehrimizde yaşayan binlerce mülteci, kendilerine yönelik bu bakış açılarının dışında pek çok temel insan hakkından yoksun kalmaktadırlar. Ancak temel insan haklarından yoksun kalmaları bir yana, halkın mültecilere bakış açısı, ki toplumsal utanç duyulacak birçok olay maalesef şehrimizde gerçekleşti, sorunun çok daha yakıcı yanıdır.

-Suriyeli sığınmacılarla ilgili sosyal medyada pek çok gerçek dışı şeyler söylenmekte. Örneğin tam da yerel seçim öncesi yeniden bu kişilerin seçimlerde oy kullanacağı gibi insanların aklını karıştıran haberlere rastlamaktayız. Bu kişiler gerçekten oy kullanabilir mi?

Buradan sizin aracılığınız ile tekrar hatırlatmak istiyorum. Evet mültecilere bir kimlik veriliyor ve evet bu kimlikler 9 ile başlan kimlik numaralarına sahip. Bu numaraların veriliş amacı tamamen takibi sağlamak içindir. Seçimlerde oy kullanma hakkı sadece Türk vatandaşlarına aittir ki bu kişiler Türk vatandaşı olmaması sebebiyle oy kullanma hakkına sahip değildir. Biz insan hakları merkezi olarak şehrimizdeki tüm mülteci hakkı ihlallerinin de ayrıca iletmek istiyorum. Bu şekilde yapılan asılsız açıklamalar içinde ayrıca şikayetlerde bulunacağız.

- Bir hukukçu olarak, adalet kavramını nasıl değerlendiriyorsunuz? Adalete erişmede ülkemizde yaşanan sorunlar nelerdir?

Adalet çok eski bir kavramdır. İlk insandan günümüze pek çok yerde adalet kavramıyla karşılaşırız. Felsefi olarak adalet kavramını doğrunun ve hakkın korunması olarak tanımlayabilir. Adalete erişmeden çok sayıda sıkıntı yaşanıyor ama adalete erişimi salt yargıya erişim olarak değerlendirmenin dar bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum. Adalete erişimde sosyal, ekonomik, kültürel, toplumsal ve hukuki engellerin tamamen ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Örneğin, halkın hakları konusunda bilinçlendirilmesi buna bir örnek olabilir. Şiddet mağduru bir kadının şiddete uğradığı durumda, adli yardım veya savcılığa yapacağı şikayette ifade sırasında baro tarafından bir avukatın kendisine görevlendirilebileceği konusunda bilgi sahibi olması gerekli ki bu kurumlardan faydalanabilsin.

Yine bir örnek Trabzon’da köyünde yapılan HES’e karşı dava açan bir amca bilirkişi masrafını ödemek için belki de tek gelir kaynağı olan ineğini satmak zorunda kalmıştı. Bu da adalete erişimin önündeki ekonomik engellerden birisi.

Benzer örnekleri her anlamda arattırmamız mümkün ama dediğim gibi, adalete erişim çok yönlü bir alan ve her bir alandaki sorunların aşılmalı ancak sosyal devlet politikaları ile mümkün olabilir.

- Sakarya Barosu İnsan Hakları Merkezi olarak yapmayı düşündüğünüz çalışmalar nelerdir?

İnsan Hakları Merkezi olarak, İnsanların ırkından, renginden, cinsiyetinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri ile önümüzdeki süreçte çalışmalarımıza devam edeceğiz. Şehrimizde yaşanan tüm insan hakkı ihlallerinin yakın takipçisi olacağız.

Bu yoğun gündeminiz içinde bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.