Bugün, Dünya Tiyatrolar Günü. O nedenle, ülkede yeterince ilgi görüp görmediği yıllardır tartışılan tiyatro sanatı için, ulusal bir değerlendirmeyi içeren bildirge okunacak ve o bildirgenin gösterdiği hedefler doğrultusunda bir yıl süreyle üretim yapılmaya çalışılacak.

Söz konusu üretimlerin halkın yaşamına dokunması gerekir. Bu görev, bilindiği üzere tiyatro sanatınındır. Tiyatro, toplumu bir adım ileriye taşıyacak hedefler göstermesinin yanında, yaşanan süreçte yapılan yanlış işlerin eleştirisini de eksiksiz yerine getirir. O nedenle, ifade özgürlüğü, tiyatronun gelişmesi, kurumsallaşması ve halka malolması açısından çok önemlidir.

Uzun bir süredir ifade özgürlüğünün olmadığı tartışılan ülkemizde, ne yazık ki, tiyatronun eleştirel ve yol gösterici özelliklerini içeren oyunların sahnelenmediğine tanığız.

İktidardaki siyasi anlayışın tam etkisi altında kalan tiyatro örgütlenmesinin bugünkü adı Devlet Tiyatroları’dır. O örgütlenmenin en tepe noktasından gelen sansür ve otosansür dayatmaları gizlenemez halde.

Belediyelerin elindeki şehir tiyatrolarında da, durum pek farklı değil.

Oyun seçimi, kadro seçimi ve daha pek çok kriter, iktidarın siyasal ve kültürel anlayışına denk düşen biçime dönüşmüş durumda.

Hal böyle olunca, tiyatro izleyicisi sayısında da düşüşler yaşanıyor. Devlet ve Şehir tiyatroları gişeleri önünde oluşan uzun kuyrukları artık görülmez oldu.

Sanat ve özellikle de tiyatro, bir toplumun gelişmesi, ilerlemesi, çağdaş medeniyet seviyesinin yakalanmasında öncü rol oynar: Ancak, bu rolün gerçek değerler yaratması için, o mekanizmayı elinde tutabilen güçlerin beyinlerini özgür kılan yaklaşımlar kaçınılmazdır.

Oyuncusundan yönetmenine, dramaturgundan sahne tasarımcısına, ışıkçısından gişe çalışanına kadar herkesin ortak üretkenlik stratejisiyle hayata geçirdiği bir tiyatro anlayışını, bu dönem hakim kılmak olası değil. O nedenle de, çağdaş tiyatro eserlerinden örnekler bulamıyor olmak son derece doğal.

Mevcut Şehir Tiyatroları (Çok sayıda ilde kurulmuş olmamasına rağmen) işlevinden uzaklaştırılarak sadece oyun sahneleyen ve nasıl olursa olsun o oyunu seyirciyle buluşturan statik görevliler topluluğuna dönüştürülmüş olarak görülüyor. Kişisel olarak böyle düşünmüyor olmama rağmen gördüğüm bazı olaylar yüzünden bu değerlendirmeye de hak vermiyor değilim.

Dünya klasiklerini seyrettiğimiz bir şehir tiyatrolarımız niye olmasın ki ?

Ülkemizin yetiştirdiği saygın yazarların eserlerinden derlenmiş, yurt ve dünya çapında ses getirmiş oyunlar neden bu kentin sahnelerinde izlenmesin ki ?

Mesela, Haldun Taner’den ‘Keşanlı Ali Destanı’,

Mesela Ekrem Reşit Rey’den ‘Lüküs Hayat’,

Mesela Cevat Fehmi Başkut’tan ‘Paydos’,

Mesela Aziz Nesin’den ‘Toros Canavarı’,

Mesela Ahmet Kutsi Tecer’den ‘Köşebaşı’,

Mesela Recep Bilginer’den ‘İsyancılar’,

Mesela Turgut Özakman’dan ‘Fehim Paşa Konağı’,

Mesela Musahipzade Celal’den ‘İstanbul Efendisi’,

Mesela Henri Keroul’dan ‘Cibali Karakolu’,

Mesela Sholom Aleichem’den ‘Damdaki Kemancı’

Mesela Nikolay Vasilyeviç Gogol’dan ‘Bir delinin hatıra defteri’ ve daha niceleri…

Unutulmamalıdır ki;

Dünya klasiklerinden birini epik tarzda seyirciyle buluşturan anlayışı bize çok görenler, tiyatronun kendine özgü anlayışı içinde günden güne eriyecektir.