Son günlerde bakanlarla görüşmeler mi dersiniz, kimi nüfuzlu kişilerin yorumları mı dersiniz, algı yönetimleri mi dersiniz… Gırla…

Sakarya’ya 1000 Yataklı Şehir Hastanesi diye tutturmuşlar gidiyor. Bakın özellikle şehir kelimesi kullanılıyor. Bu devletin, yani adlı adınca ülkenin en büyük örgütlü kurumu olan ve amacının yurttaşlarına hakkı olan hizmeti vermesi gereken devletin sosyal yaşamdan çektirilmesinin adımlarından biri. Devlet en kaba anlamıyla bir sosyal örgütlenmeyse eğer, yurttaşlarının sağlığını, eğitimini, ulaşımını ve barınmasını en başa koyacak, bununla ilgili zamana uygun sosyal politikalar geliştirecek. Bunu çıkardığınızda o devletten geriye yalnızca egemen sınıfın baskı aracı kalır ki tarihte bu gibi devletlerin şimdi nasıl anılır olduğu hemen hemen hepimizin malumu.

Yurttaşlar yani biz insan evlatları hayattan (dolayısıyla yaşadığımız ve sorumlu olduğumuz ölçeğin yapılanması olan devletten) en başta çok basit bir şey isteriz: sağlıklı nefes almak. Şayet bu sağlanamıyorsa yerin dibine batsın o hayat! Yaşamak işini ciddiye almak gerek. 70’inden bile zeytin dikeceğiz ya hani, öyle kolay da değil sağlıklı yaşamak. Bunun eğitim konusu var, barış konusu var, kadınların eşitliği, halkların eşitliği konusu var… Kolay değil ama yönetenler en kolayından başlıyor hayatlarımızı çalmaya; hastanelerimizi satmaktan başlıyorlar. O zaman biz de en kolayından başlamalıyız hakkımızı aramaya: Sağlığımızı Sattırmayız demeliyiz!

Sağlık hizmetleri piyasaya kurban edilemeyecek kadar mühim bir mesele olmasıyla birlikte aksinin hayata geçirilmeye çalışıldığı durumlarda aklı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirme gayesine ket vurulmuş olunur. Ülke yöneticilerinin “oh ne ala” dediklerini duyar gibiyim de… peki ya biz?

1000 Yataklı Şehir Hastaneleri projesi devlet hastanelerinin –tekrar edelim devletin yurttaşlarına ücretsiz ve kaliteli hizmet sunma politikasının– tasfiyesidir. Hepimiz yaşıyor, görüyor, hiç değilse duyuyoruz değil mi: “filanca özel hastaneye gittim, baş ağrım vardı, ameliyatla kolumu kestiler” tarzında haberleri… Kentimizin billboardlarında, reklam panolarında boy-boy hekim pazarlamaları, işte “şu-bu profesör doktor bizim kadromuzda, o yüzden bizi seçin!” Piyasaya emanet edilen sağlık sistemi müşteri olarak gördüğü hastalardan daha fazla kâr elde edebilmek, daha fazla para koparabilmek için türlü türlü icatlar çıkarmakta “özgürleştiriliyor”. OHAL’i işçiler ayaklanmasın diye sürdüren bir iktidarın sermayenin “özgürleşmesinden” yana olacağı şüphesiz bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

Şu malum yatalak(!) hastanesiyle ilgili iddialara bir göz atalım isterseniz;

* Devlet yüklenici firmaya yani Şehir Hastanesi’ni kuracak firmaya hazine arazisini bedava verecek!
* 25-30 yıl kira ödeyecek! (MTV’ye %40 zam mı gelmişti ne…!)
* Sözleşme süresi 49 yıla kadar çıkarılabilecek!
* Bu hastanelere %70 oranında doluluk garantisi verilecek. Eğer bu doluluk oranına ulaşmazsa devlet aradaki farkı ödeyecek! (Yani uydurulan abidik gubidik tedavilere de para ödeyecek olan devlet yurttaşlarını buralara göndermek için teşvikçi olacak)
* Ve bomba… Şehir Hastanesinin çevresindeki Devlet Hastanesi kapatılarak hastaneye ait bina, işletme ve arazi tasarrufları Şehir Hastanesi’ne devredilecek. Vergiden muaf tutulacak.

Yerli ve yabancı sermayenin, gözünü para hırsı bürümüş bir avuç patronun halka ait olması gereken devletin arazisinin, devletin (halkın) kazancının peşkeş çekilmesine seyirci mi kalacağız. Kolay olan seyirci kalmak. Belki Beşiktaşlılıktan bilemem ama şu Passolig çıktığında “Seyirci Değil Taraftarız” demiştik, nedense aklıma geldi. Günün birinde hastalandığımızda, ameliyat için gerekli olan milyon dolarlar o döner sermaye memurunun ağzından çıktığında yüreğimize oturacak taşın ağırlığı belirleyecek vicdanımızı.

Hastalara müşteri gibi davranılmasını istemiyorsak Şehir Hastanesi yerine Devlet Hastanesinin geliştirilmesini isteyeceğiz. Devletin malını domuzlara yedirmeyeceğiz.

Hayde….