6 yaşındaydım. Yaramazlık yapmayı pek sevmezdim; ama ara sıra söyleneni yapmamak hoşuma giderdi. Annem, abim ve ablamı yaramazlık yaptığı zaman asma çubuğuyla korkutmayı severdi. Üstelik asma çubuğunu da bahçeden onlara aldırır ve ayaklarına bir iki darbe indirirdi. Büyüdüğümde neden asma çubuğu diye sordum anneme, o da:” Çok can acıtır ama iz bırakmaz!” dedi. 80’lerde yaşamış bir kadının iz bırakma konusunda hassas olmasına şaşmamak lazım(!) … Ve o asma çubuğu portmantonun üstünde dururdu. Ve “Geliyor asma çubuğu!” deyince kardeşlerim yaramazlık yapmayı bırakırdı. Benim de asma çubuğu ile terbiye edilme dönemim geldiğinde bana da aynı yöntemi uygulamaya kalktı. Dedi ki:” Bahçeye in, asma çubuğun al ve buraya gel!”

“ Neden?” dedim. 

“Seni döveceğim!” dedi. 

“Benim getirdiğim asma çubuğuyla mı?” dedim. “Evet!” dedi. 

“Ben niye getiriyorum o zaman, git kendin al sana asma çubuğu getirmem!” dedim. Annem bu sözlerim üzerine dehşete düşmüştü.

“ Ne demek o?” dedi.  

“Gitmem!” diye ısrar ettikçe annem ilk defa sivil itaatsizlikle karşılaşmanın şaşkınlığı ile hiçbir şey demeden arkasını döndü ve gitti. 

Kardeşlerim beni tebrik etmedi. “Aferin sana!” diye sırtımı sıvazlamadı. Bırakın sırtımı sıvazlamayı büyüdükçe annemle güçlerini birleştirdiler. Hiçbir zaman onlar gibi yaramaz bir çocuk olmadım ama hiçbir zaman itaat de etmedim. Yaşımız ilerledikçe annemin evde  cumhurbaşkanı sıfatı almasına karar verdi abim. Kendisi de başbakan olacaktı. Kabinesini kurdu. Ablamı başbakan yardımcılığına layık gördü. Ben halktım. Öyle söylemişti bana. 8 yaşında bir çocuğa “Halksın sen!” diyorsunuz. Düşünebiliyor musunuz? Onu bir birey olmaktan çıkartıp daha ağır bir sorumluluk yüklüyorsunuz. Muhteşem bir şeydi. Ama zaman geçtikçe bunun nasıl bir zulüm olduğunu gösterdi sağ olsun. Abim halkla, yani benimle ilgili kararlar alıyor, ablamı kandırıyor, anneme sunuyordu. Annem asma çubuğunu almayarak sivil itaatsizlik yapan halka haddini bildirmek üzere her kararı imzalıyordu.  Bütün kararlar benim aleyhimeydi.” Seçme hakkımı kullanmak istiyorum!” dediğimde maalesef bunun mümkün olmadığını söylediler. Sıfatları değiştirebilirdim ama bu da akrabalık ilişkisi açısından olmayacak bir şeydi. 

 Seçme hakkım yoktu. Çünkü yetkili makamlar benim için seçmişti. Seçilme hakkım vardı ama kimsenin seçeneği(!) değildim. Bir ara ablamı kandırır gibi oldum; ama o da güce tapınmaktan başka çaresi olmadığını düşünerek vazgeçti. Ve bu arada ben ablamdan 5 yaş küçüktüm; benim tarafımdan kandırılıyor olmak evde itibarını zedeleyebilirdi. Başbakan bana “Düşünebilirsin! Bunda oldukça özgürsün, okuyabilirsin de, hatta istediğini alabilirsin de, ancaaakkk düşündüklerini uygulama hakkın yok!” dedi.  Kendi yazdığı, kendi onaylattığı anayasaya aykırı olduğunu söyledi. Eve kitaplar yığıyordu. İstediğimi okuma özgürlüğüm vardı. İstediğim kadar okuyabilir, tartışabilir ama düşündüklerimi uygulayamazdım. Fikirlerimi savunabilirdim. Ama fikirlerim eyleme dönüşemezdi. 

Bir gün hiç yüksek not alamayacağımı düşündüğü bir sınavın arifesinde iddialaştık.” Sen bu sınavdan yüksek not al, söz veriyorum sana araba alacağım!” dedi. Daha 17 yaşındaydım. Bu müthiş bir şeydi. Araba kullanmayı bilmiyordum; ama arabam olacağı fikri beni deliye döndürüyordu. Dahası ona kendimi ispatlamam için harika bir fırsattı. “Tamam!” dedim.

 “Ama ben sana güvenmiyorum; bunu kağıda dök ve sen de, annem de imzalasın!”dedim. Çünkü o güne kadar bu evrak kayıt kuyut işleri ile beni yönetiyorlardı. “Tamam!” dedi. Yıllardır başbakana kendini ispatlamaya çalışan halk büyük bir zaferin eşiğindeydi. Şartnameyi yazdım. Abimin ve annemin isimlerini açtım. Deli gibi çalıştım. Ve gerçekten yüksek not aldım. “Çıkarın antlaşmayı!” dedim. Abimin yüzünde müthiş bir gülümseme… Çıkardı, arabanın yanına “at” sözcüğünü yazmıştı.

“ Hayır! Böyle bir şey yoktu. Bana at arabası değil; araba sözü vermiştiniz.” dedim. Annem “Ben bilmem!” dedi. “Sen yanılıyor olabilirsin, başbakan ne diyorsa doğru odur. Ben bunu imzaladım.” dedi. Kendimden bir iki saniye şüphe etsem de bana bir komplo kurduklarını anladım. “Bu yaptığınız evrakta sahtecilik!” dedim. “Senin söylemin o!” dediler. Avukat tutma hakkım vardı ama evde avukat olan tek kişi abimdi. Ona karşı onu tutmak(!)…”Biz burada at arabası görüyoruz. İstersen alalım!”  dediler. Öfkeden deliye dönerek huzurlarından(!) çekildim.

Bugün çok pişmanım o at arabasını aldırmadığıma….. En azından bir atım olurdu. Kazanılmış ufak bir zafer olurdu. Çok saçma bir zafer olurdu. Ama yine de bir zafer olurdu.

Anneme o asma çubuğunu getirmediğimde aslında her şeyi kaybetmiş ya da her şeyi kazanmıştım. Annem yani cumhurbaşkanı bana karşı temkinli olması gerektiğini o zaman anladı. Ve beni kendisi yönetemeyecekse yönetecek bir koalisyon muhakkak gerekliydi. Abim güce ortak olabilecekti böylelikle. Bir asiyi, bir anarşisti dize getirebileceği düşüncesi kendine güvenini getiriyordu. Bir de kendisi de asma çubuğu yollarından geçmişti. Nasıl olur da buna karşı gelebilecek kişi bu topraklarda var olabilirdi? Hemen zapturapt altına alınması gerekiyordu. .Ablam vicdanlıydı ama benim itaatsizliğim huzurunu bozmuştu. Bir tavır alması gerekiyordu. Gücün karşısında boyun eğmesi gerektiğini biliyordu.  Öğrendiği buydu çünkü. Bense devamlı okutulan, devamlı her yere götürülen, insanlarla iletişim halinde olmasına ses çıkarılmayan biriydim. Onlar bana bir yol çizmişlerdi. Ve çizdikleri yolun benim yolum olduğunu anlamaları çok uzun zamanlarını aldı. 

Beni ülkemin gerçeklerinin küçük bir minyatüründe yetiştirdiler. Bakmayın benim şimdi onları burada yerden yere vurduğuma, bu onlar için en küçük kardeşle yapılan bir tür kedi fare oyunuydu… Beni çelikleştirdiler. Beni çelikleştirdiklerini fark etmeden hem de…

Bugün biz, bütün bir halk, yani asma çubuğunu cumhurbaşkanına teslim etmeyenler, o dayağı yemeyeceğimize, o saçmalığa göz yummayacağımıza söz verenler, çelikleşmiş bir şekilde bekliyoruz yarını …Varsın arabayı atla değiştirsinler, varsın seçeneği olmayalım kimsenin, gün geliyor doğru söylediğimizi öğrendiklerinde ağır bir bedel ödüyoruz birlikte.

Umut içinde…. 

Umanlar  yaşayanlardır, ummayanlar ise ölüler…

Ummaktan ve direnmekten başka çaresi yok kimsenin….