Hayata bakışı belirleyen birçok etken var. Hemen hepsini biliyorsunuz, içindesiniz zaten: toplumsal yapı, ailenin bakışı, eğitim, politika, ekonomik ve kültürel konumunuz, sağlığınız… uzar gider. Bir de düşleriniz vardır, ilk anda göz ardı edilen. Düşleriniz yaşatır sizi aslında, hem de dilediğiniz gibi. Düşlerinizin peşine düşerseniz yeni kuşlar uçar gökyüzünde, yeni rüzgârlar taşır sizi denizler üstünde, yeni insanlar bulursunuz, yeni hayatlar tanırsınız.

TÜYAP Kitap Fuarı, zorunlu pandemi arasından sonra “Kitap şehre geri dönüyor” sloganı ve “Kitabın büyülü dünyası” temasıyla yine hepimizin buluşma alanı oldu. Taksim Meydanından Tepebaşı’na, şimdi de Beylikdüzü’ndeki yerine her yıl kitapseverlerin yeni kitaplarla ve birbirleriyle buluştuğu bu kısa ama bir o kadar da güzel günler hızla gelip geçti. Bu zorunlu pandemi arasından sonra çok şeyin değiştiğini gördük. Birçok insanımız ayrılmış aramızdan, birçoğu da katılmış büyük bir hevesle.

Sanat Fuarı da ayrılanlar arasında, ne yazık ki! Umarız geçici bir ayrılıktır, gerçekten önemli bir buluşma noktasıydı orası da… Salonların boşluğu -her ne kadar bir köşede muhabbeti koyultanların ve yorgunluk atanların cıvıltısı hüznünü dağıtıyorsa da- insanın içine oturuyordu.

Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!

Bu yılın Onur Yazarı, “Kitabın büyülü dünyası”yla da örtüşen Nazlı Eray idi. TÜYAP, her yıl “Onur Yazarı” için özel bir kitap hazırlıyor. Faruk Şüyün, onur yazarlarıyla uzun süreli görüşerek, onların yapıtlarını ince eleyip sık dokuyarak belki de yepyeni bir nehir söyleşi sayfası açıyor önümüze. Faruk Şüyün’ün olağanüstü titizliğiyle ortaya çıkardığı Nazlı Eray kitabı ile gerçek bir büyülü dünya açılıyor önümüze. Şüyün’ün edebiyat dünyasını iyi tanıması, yazarları ve yapıtlarını takip etmesi, neyin nerede, ne kadar ve niye yaşandığını bilmesinin etkisini yadsımak mümkün değil. TÜYAP “Onur Yazarı” dizisi yepyeni bir anlam kazandı Faruk Şüyün ile…

Edebiyatımızın fantastik, gerçekçi hikâyeleriyle postmodern olarak tanınan yazarı Nazlı Eray’ı, “hep tehlikenin kıyılarında, yolun yabanıl yanında yürüyor” diye niteliyor hemen ilk cümlelerinde Faruk Şüyün, Necati Tosuner’in “Sen bir uçurum kadar tehlikelisin ve bir uçurum gibi bunun farkında değilsin”inden el alarak. Nazlı Eray’ın, içinden geldiği gibi, bir roman okurcasına düzgün anlattığını aktarıyor.

Kısa cümlelerle yazıyor zaten Nazlı Eray. Okuru sanki elinden tutmuş da “büyülü bir dünya”da gezdiriyormuşçasına yazıyor. Kısa cümleler hep bir kesinlik içerir, nettir ve “gerçeklik”tir. Nazlı Eray’da bu kesinlik ve netlik okurun yorumuna, düşler kurmasına izin veriyor.

Özgürlüğü düşünecek kadar özgür…

“Kimliksizdim ilk zamanlar biliyor musun? Hiçbir kimliğim yoktu. Kim olduğumu, nereden geldiğimi ne okuduğumu söylemiyordum. Yeni bir hayata başlıyordum. Sıfırdan bir hayat, beyaz bir sayfa. Bunu başardım.” İlk öyküsünü daha ortaokul son sınıftayken yazan, ama ilginçtir, beğenilmeyecek diye kaygılanan Eray, kendi fantazyasını kurduğunu, belki de Attila İlhan’ın desteğiyle fark ediyor. Bugün 75 kitaba ulaşan yazdıklarıyla da kimliğini kendisi, kendi gücüyle kanıtlıyor.

Bugün en tutkulu olduğu şeyin özgürlük olduğunu, ancak duygularının, bazı alışkanlıklarının, bazı takıntılarının, bazı üzüntülerinin tutsağı olduğunu söylüyor Nazlı Eray. Dünyayı dolaşırken yaşadıkları aslında birer macera, okurken bile tedirgin ediyor insanı. Birçoğumuz aklımızdan bile geçirmeyiz, çantayı alıp da dünyanın öbür ucuna, hiçbir şey bilmeden, kimseyi tanımadan, hiçbir destek olmadan gitmeyi. Bir yanıyla özgüvenli olduğunu söylemek mümkün, ama o, anlattığı yıllarda, anlattığı koşullarda özgüvenden çok gözü karalık, bana sorarsanız.

İrfan Tözüm tarafından filme aktarılan, İtalyan yönetmen Angelo Savelli tarafından oyunlaştırılan Monte Kristo adlı öyküsünden el alarak, şöyle anlatıyor: “Ev kadını Nebile kocasından usanmıştır, tekdüze hayatından ve adamın kabalıklarından bıkmıştır. (…) Ve duvarı kazmaya başlar bir çatalla. Gizli gizli, ufak ufak. Gizli bir tünel açar. Başka bir hayatın içine girmiştir özgür olmak pahasına. (…) Ama özgür müdür? Orada da bir erkeğin hapsi altındadır. Bir hayattan kurtulmuştur, ama öteki yuvarlağa girmiştir, belki daha özgür hisseder kendini, ama bu da özgürlük değildir.”

Karşılıklı söyleşi ya, Faruk Şüyün soruyor, Nazlı Eray yanıtlıyor: “Özgürlük deyince akla feminizm mi geliyor? Benim gelmez. Aşk Artık Burada Oturmuyor kitabım çok ünlüdür ve çok feminist bir kitap olarak gösterilir. Hiç onu düşünerek yazmamıştım.” O kitapta bir de klonlanan erkek vardır, klonlanmış “koyun Dolly”den çok önce. Boşuna sanat hayatın önündedir ve taşıyıcısıdır denmiyor.

Hepimizin bir şekilde kalabalıklardan sıyrılma düşleri kurduğumuz bu dönemde, insanların arasında, gürültülerinin de kendisini etkilemediğini, yazabildiğini söylüyor Eray. Demek ki “inancı olan kuş yeraltında da uçarmış”.

Sanat fuarının açılmamasına neden üzüldüm en çok, biliyor musunuz, Nazlı Eray’ın yaptığı resimleri göremedik… Bir sergisi olacağı duyurulmuştu, ama nedense açılmadı (Faruk Şüyün keşke sorsaydı). Öyküleri kadar fantastik ve bir o kadar büyülü mü, merak etmemek elde değil.

Nazlı Eray, Başımda Kum Fırtınası Kalbimde Şelale
Faruk Şüyün
TÜYAP Yayınları, 2022, 182 s.