Ulusal devletlerin tümünde olduğu gibi ülkemizde de kurtuluş ve kuruluş sürecinin yıldönümlerinde kutlanan ulusal bayramlarımız var. Benim yaşımdakiler için bulvarda ve stadyumlarda seremonilerle kutlanan bayramlar bunlar.10 yıl öncesine kadar devlet tarafından büyük resmi törenlerle kutlanan bayramlar iktidarın gücü arttıkça önce silikleştirildi, sonra da kutlamalar büyük ölçüde sivil organizasyonlara bırakıldı. AKP iktidarı ile birlikte kimi yazar ve aydınlarca Cumhuriyeti sembolize eden bu kutlamaların kutlanış şekilleri, 30 ların otoriter rejimlerini hatırlattığı gerekçesi ile eleştiriye tabi tutuldular. Aynı dönem stadyumlarda Türkçe Olimpiyatları ile ilgili söz söylemeyi tercih etmeyen kişilerce yapılan eleştirilerde, bu kutlamaların yukarıdan halka dayatılan zorunlu ritüelleri içerdiği ve halkına yabancı otoriter bir yönetim anlayışını temsil ettiği söyleniyordu. Zaman geçtikçe kutlamaların sönükleştiğine, devletin giderek kutlamalardan çekildiğine hep birlikte şahit olduk. Bunların yerini kimi yerlerde belediyelerin de destek verdiği kutlamalar aldı. Bana sorarsanız eleştirenlerin niyetinden bağımsız, bu hali daha sahici, daha katılımcı ve coşkuluydu.

Zaman geçtikçe sadece ulusal bayramların kutlama ritüelleri değişmedi. Önce referandum ile parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçildi ve her 23 Nisan’da kuruluşu kutlanan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ülke yönetimindeki etkisi sembolik hale geldi. Ulusal egemenlik büyük ölçüde halk tarafından seçilmiş Başkana teslim edilmişti. Kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı yeni sistem, yetkilerin tek elde toplanması ile 29 Ekimde kuruluşunu kutladığımız Cumhuriyet ile ne kadar örtüşüyordu. Bu soru sorula dursun, 2019 seçimleri ile birlikte de demokratikliği zaten eleştirilen seçim süreçleri tartışmalı hale geldi. Bayramını da kutladığımız ulusal egemenliğin tecelli ettiği anlar olan seçimler. Yazıyı yazdığım dakikalarda hala en büyük şehrimizin yerel seçim sonuçları ile ilgili YSK’nın iptal kararı verip vermeyeceği bekleniyordu. Seçimin yapılmasından 37 gün sonra, seçime girmesinde mahsur görülmeyip, kazandıktan sonra koltuğa oturmaları uygun görülmeyen adayların mazbatalarının 2. Sırayı almış olanlara verildiği bir seçim sürecinin sonunda, artık seçimi kazanmanın yeterli olmadığı bir noktaya ulaşmış durumdayız. Seçimi kazanacaksınız, seçime girmesi yeterli görülen adayınızın koltuğa oturması uygun görülecek ve tabi bir de seçimi kaybedenlerin sezgisi kazanmanıza olur verecek. Niye demeyin, hep birlikte öğrendik ki, seçimi kaybedenlerin bir şeyler olmuş olmalarını hissetmeleri artık şüphe için yeterli. Seçim değerlendirmelerimiz artık Özdemir Asaf şiirleri gibi, “Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi”.

Siz değişeni, kaybedileni elde kalanı, ne yapmak gerektiğini düşüne durun, telefonunuza bir mesaj gelir, sosyal medya hesabınızda görürsünüz. İzinleri aldık, şu saatte şurada bayram kutluyoruz. Coşkunuzu da alın gelin. Birlik ve bütünlük vurgusu yoğun mesajı okurken, değişen ve giden üzerine sorularınız havada kalır. Kimi insanlar cumhuriyete karşı sorumluluklarını yerine getirmenin huzurunu taşır, katılanlar değerlerine sahip çıktıklarını varlıklarıyla gösterir. Değişen bir şey yokmuş gibi kutlamalar, yaratılan coşku ve geçmişe özlem sözleri her yerde yankılanır. Egemenliğin halk olarak sizde olduğu hissi ile evinize gelir ekranlara bakarsınız, aklınızda o soru; “acaba seçim iptal edilecek mi?”

Benim dudaklarımda ise o sözcük. Bir rüyaya ağıt…

“Requiem for a dream”, türkçesiyle “Bir rüyaya ağıt” sinema tarihinin en sert filmlerinden biri olarak kült filmler arasında yerini almış bir eser. Darren Aronofsky’nin yönetmenliğini yaptığı filmde, katılmaya hak kazandığı yarışma programındaki kırmızı elbiseye girebilmek için zayıflama hapları kullanan TV bağımlısı anne ve bağımlı çocuklarının hayatlarının kötüye doğru gidişini, arayışlarını, çıkışsızlıklarını ve tüm bu esnada devam eden bağımlılıklarını anlatıyor. 4 karakterin bağımlılık ilişkisini, iç acıtıcı detayları ile anlatan film sonlandığında içinizde en umut kırıntısı kalmaksızın oturduğunuz yerde kalırsınız, içinize bir ağırlık çöker. İzleyenler bilir. Filmin hisstettirdiği en güçlü duygudur umutsuzluk ve çıkışsızlık.

Filmin başlığında yer alan Ağıt, sözlüklerde “gidenin ardından yakılan ezgi” olarak tanımlanıyor. Bir halk şiiri türü de olan Ağıt’ın bundan farklı tanımlarda var. Mesela bir tanesi de bağırarak ağlamak. Biliyoruz, ancak gidenin ve artık gelmeyecek olanın ardından yakılıyor ağıtlar. Bu yüzden olsa gerek sadece geçmişi hatırlayan, yaşananların üstünü örten, gidene ve gidiş nedenine dair tek söz söylemeyen tüm seremoniler, adı kutlama da olsa bana ağıtları hatırlatıyor. Benim gözümde onlar birer ağıt. Oysa üzerimize düşen bir rüyaya ağıt yakmak değil, umutsuzluğa kapılmadan eşit ve özgür bir cumhuriyeti hep birlikte nasıl inşa edeceğimiz üzerine düşünmek ve bunun için mücadele etmek. Haftaya görüşmek üzere.