‘…düşen kar oranı ve aşırı mal üretimi kapitalizmde ancak yeni yatırım fırsatlarının keşfedilmesiyle azaltılabilecek bir krize yol açmıştır… Smith, bu tür krizlerin, sermaye yatırımının üretim alanından yapılı çevreye kaydırılmasıyla sonuçlandırıldığını iddia eder. Bu arenada en karlı sermaye birikimi fırsatları, sermayelendirilmiş toprak rantının potansiyel toprak rantından büyük oranda daha düşük olduğu değeri azalmış mahallelerdir.’

Bu alıntı Neil Smith ve Peter Williams’ın kent peyzajında ortaya çıkan değişiklikleri anlamaya ve bunun arkasındaki ekonomik ve politik güçleri sorgulamaya dair yazdıkları ‘Kentlerin Mutenalaştırılması’ adlı kitaptan. Alıntıda ‘sermeyelendirilmiş toprak rantının potansiyel toprak rantından büyük oranda daha düşük’ olmasından, bir binanın mevcut arsası ile birlikte ederinin, sadece arsasının değerinden düşük olmasını anlayabilirsiniz.

Özellikle Tarlabaşı, Tophane gibi semtlerdeki uygulamalardan hatırladığımız, şehir merkezine yakın ve çoğunlukla kent yoksullarının yaşadığı bölgeler ve kent merkezinde kalmış kamu hizmeti veren kurumlar içinde pek ala bu tarifi kullanmak mümkün. Bu bölgelerin kentsel dönüşüm adı altında yaşadıklarını biliyoruz. Yazının başlığı ile bu yazı girişi ne alaka diye düşünmüş olabilirsiniz, anlaşılması için hemen konuya giriyorum.

Bu yazının başlığını yazının girişine bağlayan Sezai Abi’nin (Matur) Yeni Haber gazetesindeki 3 Ekim tarihli köşe yazısı. Linkini paylaştığım yazıda Sezai Matur Çark Caddesi’ndeki işyeri sahiplerinin kurduğu bir dernek ile geçekleşen buluşmada, caddenin gelişimi için yapılan bir öneriden söz ediyor. Raylı sisteme dair iş yeri sahiplerinin görüşlerinin de aktarıldığı yazının sonunda dillendirilen önerinin merkezinde ise Atatürk Anadolu Lisesini de içine alan kamuya ait bir arsanın iş merkezi ve otoparka dönüşmesi yer alıyor.

Bir bölgedeki iş yeri sahiplerinin bölgenin gelişimi üzerine düşünmesi, çalışma yapması ve bunları kamuoyu ile paylaşması onların en doğal hakkı. Buna diyecek bir şey yok. Bununla beraber şehrin önemli gazetecilerinden bir tanesi öneriyi biraz da ‘ben vaktiyle söyledim çok tepki çektim” diyerek, ‘gördünüz mü dediğime gelindi’ edası ile paylaşıyorsa durum ciddi olabilir. Üstelik Sezai Abi yazıyı bitirirken ‘Üzerine düşünülmeli, konuşulmalı’ demiş. Abi biz, yani o okulun mezunları ‘bu okul arsası var ya…’ ile başlayan cümleleri duymaya alışık olduğumuzdan, Lise’yi ilgilendiren kısmını düşünmüştük, aktarayım.

Öncelikle bir okulun taşınması söz konusu ise ilk söz sahibi hali hazırda okulda okuyan öğrenciler ve aileleri, okulda çalışan eğitim emekçileri olmalı. 3 bine yakın insandan söz ediyorum. Böyle bir öneri konuşulacak ise ilk sözü söyleyecek onlar. Yine bir diğer söz hakkı olanlar o okulun mezunları. ‘Mezunlar nereden çıktı? Onlar bitirmiş okullarını gitmiş’ demeyin. Siz oraya bakınca bir bina ve arsasını görüyor olabilirsiniz. Ben ve benim gibi 65 yıllık okul tarihinin 55 yılında o binadan mezun olmuş binlerce insan için orası bina ve arsadan çok daha fazlası. Üstelik kişisel tarihim açısından şunu ekleyebilirim. Okullarım, şehir dışından bir misafirimi gezdirirken gösterebileceğim 17 Ağustos sonrası ayakta kalmış az sayıda binanın arasında…

Bu hallerde en önemli kriter okul arsasının değeri ise daha inanılmaz değerli yerlerde okullar var. Mesela 'Galatasaray Lisesi bir satılsa, o para ile neler neler yapılır' denilebilir mi? Muhakkak dönemin ruhuna uyup bunu da öneren çıkar, keza üniversitemin Beyazıd kampüsü için de zırt pırt otel yapılacak söylentileri dolaşıyor. Ama diyelim ki önerildi. Mezunları acaba buna ne tepki verir? Efendim orası Mekteb-İ Sultani, burası Sakarya Atatürk Anadolu Lisesi mi diyeceksiniz? Bizler belki Galatasaray Lisesi mezunu değiliz ama biz de okulumuzun şehrin göbeğinde olmasından gurur duyan Liselileriz. 

İroniktir, Sezai Abi’nin yazısını okurken o esnada yazıştığım yurt dışında akademisyenlik yapan ve ‘kent’ çalışan sosyolog bir arkadaşıma konudan bahsettim. İlk cümlesi, ‘Kentin çeşitli ölçekteki planlarına, ihtiyaçlara, bakmak lazım’ oldu. ‘Biz ülkecek pilavın plandan daha gerekli olduğuna inanıyoruz unuttun mu oralara gidince?’ diyecektim, diyemedim. Ama eğer biz deprem güvenliği konusunda duyarlılıktan bahsediyorsak, bahsetmek ne kelime bu gerçekle yaşıyorsak ‘planlı bir kent’ fikrinden vaz geçebilir miyiz?

Bir diğer önemli mevzu insanların şehire daha kolay ulaşımı. Amaç, şehir merkezine araç değil insan taşımaksa o zaman raylı sistem ve toplu taşıma konusunda daha fazla ses çıkarmak, otoparktan çok daha gerçekçi bir çözüm. Niye bu konuda bu kadar az ses çıkıyor.

Okulla ilgili duygusal davranıyorsun ama şehirde okul ve derslik açığımız var’ demeyin sakın. Kendi adıma şehrin sorunları söz konusu olunca ölümün gösterilip sıtmaya razı olmamızın istenmesinden de, ana muhalefetin her seferinde sıtmaya fit olmasından da çok sıkıldım. ‘Hastane açığı var. Şehir Hastanesi yapalım’ , ’Okul açığı var bunların arsasını satalım. Geliri ile yeni okul yapalım’.

Yok efendim! Okul lazımsa ki lazım, gidilsin ihtiyaç olan yere okul yapılsın. Hastane lazımsa, ki hastanesi, yoğun bakım ünitesi çok lazım, bütçeye kat ve kat fazla yükü olan, doğmamış çocuklarımızın sırtına bir borç kamburu bırakmamıza neden olacak Şehir Hastanesi değil, devlet hastanesi yapılsın.

Kaynak mı? Valla yerel seçimlerden sonra hep birlikte izliyoruz, öğrendik ki itibardan biraz tasarruf edersek ne kadar kaynak boşa çıkıyormuş. Yazıyı bitirebilmek adına kamu yerine özel öğrenim kurumlarına verilen teşviklere hiç değinmiyorum bile. Üstelik alacağımız bu hizmetler devletin lütfu değil hepimiz için hak.

Konuya dönersek, tüm bu söylediklerimden cadde esnafının sorunun önemsiz olduğunu düşündüğüm anlaşılsın istemem. Serbest piyasa ekonomisinin faziletlerine inanan, her koyun kendi bacağından asılır diyen bir insan değilim. Doğup büyüdüğüm bölge olması nedeniyle caddede çok fazla tanıdığım insanın işyeri var. Yaşadıkları sıkıntılardan haberdarım. Özellikle kent ile ilgili planlama ve yatırım tercihleri, yetersiz belediye hizmeti gibi ve daha bir dizi esnaftan kaynaklanmayan nedenle, Serdivan’a doğru kayan bir şehir merkezi gerçeği ve esnafın açılan AVM’ler ile rekabet etmeye çalışması sorunu mevcut. Bu şehir için ciddi derecede önemli bir gündemdir ve çok sayıda insanı ilgilendirir.

Bence eğer kurulmadı ise vakit kaybetmeden ilçe belediye meclisi bünyesinde içinde esnaf temsilcileri ve bilim insanlarının da yer alacağı konu ile ilgili bir komisyon kurulmalı, konunun uzmanlarından, üniversitedeki mimarlık fakültesinden destek alınmalı. Bu komisyon pekala aynı problemle karşı karşıya kalmış ülkede ve dünyadaki örneklere bakılarak ne tür adımlar atılmış inceleyebilir ve sorunun çözümü için bir yol haritası önerebilir. Üstelik kamu bu konuda sorunların ve yapılacakların tespiti ile yetinmeyip, taşın altına elini sokmalı, çözüm için de gerekli yatırım ve planlamayı yapmalıdır.

Unutmadan ekleyeyim. Şehir Plancıları Odası’nı da söz hakkı olan kurumlar arasında zikretmek çok isterdim. Fakat odanın bir Sakarya temsilciliği olduğunu duymuş olmakla birlikte, Cadde 54’den Millet Bahçesi’ne, raylı ulaşımdan, kent meydanına kenti ilgilendiren konularda tek açıklamalarına şahit olmadığımdan mevcudiyetleri konusunda şüphe taşıyorum. Var iseler, muhakkak onların da görüşü önemlidir.

Bununla beraber esas sorun, söylediğim gibi daha fazla insan için kent merkezine gelmeyi cazip kılmak ise ilk üzerine düşünülmesi gereken toplu taşımanın ve raylı sistemin yaygınlaşması olmalı. Hatırlayalım; toplu taşıma insan, yollar ve köprüler araç taşır. Yaşadığımız şehirde hepimiz trafik gibi her gün artan bir büyük dertten muzdaripken ve üstelik tüm dünya, kent merkezlerini nasıl araçsız hale getiririz sorusuna cevap ararken, sorunu otoparklarla çözmeye kalkmak, şehir merkezine araçla gelmeyi teşvik anlamına gelmez mi?

Bir başka soru da, bölgeye canlılık getirmesi için düşünülen ve AVM’ler ile rekabetten mağdur esnaf için 200 işyerinden ve otoparktan oluşan bir tür yeni AVM. Bu cadde esnafı için olumsuz sonuçlar doğurmayacak mı?

İlk başta da ifade ettiğim gibi bunlar konuyu bilenlerin, muhatapları ve uzmanlarının üzerine düşüneceği ve cevaplandıracağı sorular. Ama gel gelelim konu ‘Bizim Lisenin Arsası’, yani kamuya, yani hepimize ait bir yer olursa haliyle bize de söz hakkı düşüyor.

Ve şu soru ister istemez akıldan geçiyor. Acaba düşünülen şu mu? 

‘Devlet okullarının eğitim kalitesi ve orayı tercih eden ailelerin sınıfsal durum ortada. Artık eskisi gibi şehri yönetenlerin, güçlü ailelerin çocukları devlet okullarında okumuyor. Bu arazi bir devlet okulu için fazla değerli?’

Ne alakası var diyorsanız, size başka bir soru: Eğer orası bir özel kolej olsa idi, ‘ihtiyaç var burası kamulaştırılsın, sahibi alacağı para ile gitsin okulu başka yere yapsın’ diye bir yazı yazılır mıydı?

Bırakın yazmayı, acaba bu öneri akla bile gelir miydi?

Hiç sanmıyorum.

Son olarak şunu söyleyerek -yine çok uzayan- yazıyı bitireyim. Sakarya’da kendini muhafazakar ve gelenekçi olarak tanımlayan hayli sayıda insan ve benim de aralarında bir sürü dostum var. Bu insanlar arasında imkanı olup da yurt dışına seyahat edenler, döndüklerinde yabancıların tarihlerine, geçmişlerine nasıl sahip çıktıklarını imrenerek anlatırlar. Şahsen merak ettiğim şu; Acaba aynı kişiler söz konusu bizim ülkemiz olduğunda, söz konusu geçmişimize ve onu hatırlatan kültür varlıklarımıza sahip çıkmak olduğunda, yeteri kadar refleks gösterdiklerini, yeteri kadar ‘muhafazakar’ davrandıklarını düşünüyorlar mı?

Madem düşünmeye başladık, biraz bunun üzerine de düşünelim, ne dersiniz?