Birçok insan Yeşilçam’ı kötülemek için ticari filmleri örnek gösterir. Hele bir de vurdulu kırdılı bir filmse, devreye benzetmeler girer: Cüneyt Arkın gibi…

Cüneyt Arkın da ister tarihi film olsun ister günümüz filmi, ne yaralanır ne de vurulur… Mecbur kalırsa da ölümcül olmayan yaralarla savuşturur bütün saldırıları… Tabancasında mermisi, sadağında oku hiç bitmez. O iğne deliğinden vurur da, “tabak gibi ortada” olmasına rağmen vurulmaz…

Bizim küçümsediğimiz Cüneyt Arkın filmlerini Hollywood yapınca muhakkak ki anlam kazanmıyor, ama reklamı o kadar çok yapılıyor ki seyirci salonları dolduruyor.

Serinin üçüncüsü…

Takım elbisesi, yakışıklılığı, iyi, hatta çok iyi dövüşmesi, keskin nişancılığı ile sevilen (!) bir tetikçi olan John Wick, serinin ilk filminde karısını ve çok sevdiği köpeğini kaybediyor, ölümden kıl payı kurtuluyordu. İkinci filmde emekli olup köşesine çekilmesine izin vermeyen karanlık (!) güçler O’nu yeniden silah kuşanmaya zorluyordu. Zaten ucu açık bitmişti, en az bir film daha bekleniyordu. Beklentilerimiz boşa çıkmadı…

Özellikli takım elbisesi, ölüm emri verilmiş olmasına rağmen sevilmesi, dolayısıyla ve tabii, olmazsa olmaz köpeğiyle kendini kurtarma filmidir bu… ve beklendiği üzere yeni bir film daha gelecektir (yine ucu açık bırakılmış).

Motor ve silah sesi…

Kaçma kovalamaca dışında bolca silah sesi, vurma vurulma planlarıyla dolu bu filmde, kan oluk oluk akıyor. Silah külah sevenler kuyruğa girecektir muhakkak. Tam bir seyirlik… Bu yakıcı sıcakta orucun açlığını unutturur. Zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız, aç olduğunuz için mideniz de bulanmaz.

… Ama unutmayın, prodüksiyonu bu kadar zengin, tekniği bu kadar iyi olmasa da Cüneyt Arkın 40 – 50 yıl önce çekmiş, belki de Hollywood’a ipucu vermişti.

(Bu yazı sadibey.com'da yayımlanmıştır)