Sosyolog Doç. Dr. Hakan Koçak, Kovid 19 salgınının sınıflar arasındaki ayrımı belirgin biçimde ortaya çıkardığını belirtti. Koçak, yeni normalleşme için de, “Giderek anormalleşen olağanüstü halleşen sürecin normalleşmesi demek daha doğru” ifadelerini kullandı.

Hakan Koçak, Eğitim Sen Sakarya Şubesi’nin düzenlediği, Salgın Sonrasında Sendikal Mücadele Nasıl Olacak?’ konulu programa katıldı. Canlı yayında Eğitim Sen-Sen Sakarya Şube  Başkanı Yücel Kaçar’ın sorularını yanıtlayan Koçak, virüsün sınıf ayırmadığı söylemlere karşın, ‘Sınıf ayrımı belirgin şekide ortaya çıktı’ dedi.

Sınıf ayrımının felaket dönemlerinde daha net şekilde görüldüğünü, daha önce depremde aynı şeylerin yaşandığını, dünyada da böyle olduğunu vurgulayan Koçak, “Tıbbi anlamda, sağlık açısıdan bakılırsa emekçilerin Kovid 19’a le daha fazla yakalandığı görülüyor” diye konuştu.

İstanbul’da emekçi kesimlerin yoğunlaştığı yerlerde hastalığa yakalanma oranının daha fazla olduğunu, DİSK’in örgütlü olduğu işyerlerinde üyeleri arasındaki pozitif oranının Türkiye ortalamasının üç katı olarak belirlendiğini vurgulayan Koçak, “Kovid sınıfsal ayrım yapıyor” ifadesini  kullandı. 

AYNI GEMİDE DEĞİLİZ

Salgının yalnızca tıbbi bir mesele olmadığını, aynı zamanda ekonomik bir mesele olduğunu dile getiren Koçak, şöyle devam etti:
“Salgından kaçabilecek yerlere gidip, kendilerini iyi besleyenler, işlerini rahatlıkla sürdürenler. Birikmiş paralarıyla gerçek anlamda bir karantina sürdürebilenler, en genel alamıyla evde kal çağrısında uyabilenler bir tarafta, bir taraf ise evde kalamayan, sokağa çıkma yasaklarına rağmen çalıştırılan çok büyük bir emekçi topluluğu söz konusu oldu. bu anlamıyla da eşitlik olmadığı görüldü. Her ne kadar biz bize yeteriz, aynı gemideyiz denilse de aynı gemide olmadığımız görüldü.

Kovide yakalanma riski ile işinden olma riski arasında sıkışan milyonlarca emekçi açından durum, evde kalmayı romantize edenlerle aynı değildi. İki farklı algı, iki farklı yaşam deneyimi ortaya çıktı diyebiliriz sınıfsal açıdan.”

OLAĞANÜSTÜ HALLEŞEN SÜRECİN NORMALLEŞMESİ

Doç. Dr. Hakan Koçak, normalleşme sürecine ilişkin bir soruyu ise şöyle yanıtladı:

“Yeniden normalleşme değil de, giderek anormalleşen, olağanüstü halleşen sürecin normalleşmesi demek belki daha doğru. Bizim ülkemiz de de içinde bulunmak üzere, hatta  başta gelen ülkeler olmak üzere dünyada otoriter, totaliter eğilimlerin yükseldiği ve neo-liberalizmin  yani kapitalizmin en saldırgan halinin bu otoriter ve totaliter sistemler aracılığıyla pervasız bir sermaye saldırısını yaptığı bir dönemde ortaya çıktı salgın. Zaten normal olmayan bir durumdu. Kapitalizmin korkunç bir iklim krizini yarattığı, bu anlamıyla normal olmayan bir dönemdeydik.  Kapitalizmin tüm işçilerin   uzun yüzyıllar boyunca kazandığı sosyal hakları ortadan kaldırmaya yöneldiği bir dönemdi. Dolayısıyla bir anormalliğin şimdi normal hale gelmesini istiyor sermaye. Türkiye’de de bunun izlerini görüyoruz. Örneğin salgın boyunca, devletin uzun zamandır unuttuğu rolünden iyice sıyrıldığını gördük. Biliyorsunuz kapitalizmde her şeye rağmen devletin bir görevinden söz edilir Oysa görüyoruz ki devletin giderek bu özelliği kalmıyor. Çıplak şekilde sermayenin işlerini yürüten araca dönüyor. Sermayenin taleplerini koşulsuz olarak yerine getiren bir  araca dönüşüyor. Kriz sürecinde gördük ki, Türkiyedeki Kovid ile mücadele programının neredeye tamamı sermayenin talepleri çerçevesindeydi. Sermaye çarkların dönmesini istedi, birçok emekçinin yasağa rağmen fabrikalarda devam etmesini istedi. metaların üretilmesinin  dolaşılmasının aksama olmadan devam etmesini istedi. Teşviklerin kendilerine aktarılmasını istedi. Kendi borçlarının silinmesini, ertelenmesini istedi. Bakan Berat Albayrak’ın söylediğine göre yaklaşık 200 milyar liralık bir büyük para harcandığı söyleniyor. Bunun ancak yüzde 10’u emekçi kesimlere aktarıldı. Geri kalanı bir şekilde sermayeye çeşitli biçimlerde aktarıldığı görülüyor.”

YENİ NORMALBEKLENTİLERİ

Şimdi yeni normal dolayısıyla bu sürecin devamı gibi görülüyor. Aslında bir tane yeni normal beklentisi yok. Sermaye için yeni normal, Kovid ile yaşadıkları şoku görüp buradan birdeneyim çıkardılar. Üretim meta üretimi dolaşımı riske girebiliyor. bunu bertaraf edecek nasıl şeyler yapabiliriz diyor ve sözünü ettiğimiz çalışma parkları dijital denetimin yoğunlaştırılması, ofisin yanı sıra evdeki mesailerin de yoğunlaşması eğilimlerin artacağı dönem olarak görülüyor.

Yeni karşı kutupta ise algılanan şey ise kapitalist uygarlığın sorgulanması gerektiğini, insanlığın en temel hakları olan yaşam hakkı ve sağlık hakkı konusunda tökezlediğini toplumların ihtiyacına yanıt veremediğini, devasa üretimin devasa tüketim ağının insanlar için sağlık getirmediğini, endüstriyel hayvancılığın, endüstriyel tarımın ciddi riskler  barındırdığını, dolayısıyla topyekun kapitalist uygarlığı sorgulamamız gereken, insanın sağlığı ve emeğini öne almamız gereken bir başka toplum projesi lazım, böyle olmalı diyen bir kesim de var. Dolayısıyla az önce soruda söyledim ya sınıfsal bir ayrım var. Burada da iki sınıfın farklı yeni normalleri var.” 

VASIFSIZ DENİLEN İŞLERİN DEĞERİ ANLAŞILDI

Market ve kargo çalışanlarının salgın sürecinde yaşadığı zorluklar ve bu çalışma düzeninin salgın sonrasında da devam edip ettirilip ettirilemeyeceğine ilişkin bir soruyu da yanıtlayan Koçak, şunları söyledi:

“(Sınıflar var, sınıfların farklı tahayyülleri var) diyorsak sınıflar arasında bir mücadele de olduğunu söylemiş oluyoruz. Dolayısıyla tüm bunlar sınıf mücadelesine bağlı şeyler. Sermaye sınıfı tabi bunları istiyor ve isteyecek. Deneyimlerinden çıkardığı şey bu olacak. Yani emekçileri; ister ofis ister kargo, ister imalat işçisi olsun daha fazla çalıştırabildiği, çalışmalarını yoğunlaştırabileceğini gördüğü deneyimlerin sürekli olmasını isteyecektir. Basınç bu yönde olacaktır. 

Ama öte yandan emekçiler de bu süreçte deneyimler kazandılar. Örneğin en değersiz işler olarak değerlendirilen kargo işleri, market işçileri, vasıfsız işlerin, tüm dünyada aslında ne kadar değerli olduğu, o dolaşım olmadan evde kalınamayacağı gerçeği de görüldü. Dolayısıyla işçi sınıfının son yıllarda giderek önem kazanan hizmet çalışanları kesiminin önemi arttı. Ve onlarda iki bilinçle tanıştılar. Kendilerinin ne kadar sahipsiz değersiz görüldüğünü, nasıl posaları çıkartılana kadar çalıştırılabileceklerini, veya o lüks mağaza zincirlerinde çalışan emekçiler, o büyük markaların kendilerini nasıl iki gün içinde ortada bırakabildiklerini gördüler. Bu negatif bir bilinç. 

Ama bir de pozitif duyarlılık gelişti. Emek aslında bir yerde daha görünür oldu. Emekçiler de kendilerinin emeğinin değereni anladılar, hem de toplumun geniş kesimilerinde emeğin görünürlüğü artı. Dolayısıyla her iki sınıfın edindiği deneyimlerin, mücadeleye ne kadar yansıyacağı belirleyici olacak bence. Yani emek konusunda oluşan bu duyarlılık giderek örgütlü bir güce dönüşürse, sermayenin tahayyül ettiği, bu Kovid sürecinde kazandığı tavizlere karşı daha direngen olacaktır.”