Emevi döneminde ortaya atılan bir doktrine göre kaza ve kadere iman etmek imanın 6 şartından biri haline geldi. Zamanın Emevi halifeleri Kuran’da yer alan ve evrenin bir ölçüye, bir yasaya dayalı olarak yaratıldığı inancını alıp insanın yaşadığı ve yaşayacağı her şeyin önceden belirli olduğu bir kader inancını getirdiler. Bu ne demek oluyor? Şu demek oluyor: Yani şimdi başımızda bulunan halifenin meşruiyeti Allah’ın kaza ve kaderinden gelmektedir. Zira halk türlü sebeplerle başta bulunan bu kişiye karşı geliyorsa Allah’ın kaza ve kaderine karşı gelmektedir. Makbul olan itaat eden, sorgulamayan, kaza ve kadere koşulsuz iman eden bir toplum yapısıdır.

Geçmişte oluşan bir doktrinin doğuş hikayesini bana hatırlatan dün akşam Cem Öğretir’in ana haberde yaptığı konuşma oldu. Sosyal medya kullanan herkes sanırım Büşra Nur Çalar isminde bir instagram fenomeninin sosyal medyada paylaştığı, bebeğine yaptığı mevlidi izlemiştir. Büşra’yı savunan çok az kişi gördüm; herkes kendi dünya görüşüne göre baktığı pencereden bir şekilde videodan rahatsızlığını dile getirdi.

ATV Ana Haber Sunucusu Cem Öğretir, programında yaptığı konuşmada kişi zengin ise bu paradaki tasarruf hakkının kendisinde olduğunu, rahatsız olduğu noktanın gözümüze bu denli sokulması olduğunu söyledi.

Ajite etmek istemiyorum ama aslında toplumsal bir travmaya neden olması gereken bir süreçten geçiyoruz. Medyaya yansıyan intihar vakalarının çoğunun arkasında ekonomik sıkıntılar var. İnsanlar ödeyemedikleri borçları yüzünden intihar ediyor. Tüm bunlar yaşanırken bir kesimin suyun başını tutmasını, lüks bir hayat sürmesini kabul edemiyorum.

Ahmet Hakan Hürriyet’teki köşesinde Büşra Çalar’ın eşi Ahmet Emin Söylemez’in Sağlık Bakanlığı’nda müsteşar olarak çalışmasını dolayısıyla bir kamu çalışanının bu zenginliğe sahip olmasının sorgulanması gerektiğini yazdı. Hakan yazının devamında Öğretir mantığıyla hareket ederek zenginliği bizi ilgilendirmez diyor. Tam da eşitsizliğin bu denli uçurum halini aldığı bir dönemde sorgulanır bu zenginlik. Liberal bir bakış açısı tutunan bu insanların var olan ekonomik eşitsizlikleri nasıl yorumladıklarını merak ediyorum. Mesela bir toplumda bir bebeğin mevlidinde görgüsüzce parmağına pırlanta yüzük takılırken diğer yanda borcunu ödeyemeyene bir baba küçük çocuğuyla eşini siyanürle zehirleyerek intihar ediyorsa hala bu zenginlik, nasıl elde edilirse edilsin, içinize sinen bir şey midir?

Şuanda eleştirdiğimiz kesim dindar kesim olabilir. Ancak var olan eşitsizliğin tek sebebi onlar değil. Sosyal medya üzerinden gözümüzü kör edercesine, kanatırcasına tüm şatafatlı yaşantılarını gördüğümüz yahut görmediğimiz, seküler, inanan, inanmayan hangi ideolojiye sahip olursa olsun ihtiyacından fazla mal edinen herkes benim rızkımı çalan bir hırsızdır.

Günde 12 saat çalışan bir inşaat işçisinin emeği bir holding sahibinin emeğinden daha mı az değerli? Yahut bu uçuruma sebep olacak bir nüans farklılığı mı var iki emek arasında?

Başta anlattığım meseleye dönecek olursak Emevi Halifesi Muaviye kendisinin halife olmasının, şatafat ve lüks içinde yaşamasının Allah’ın kaza ve kaderi olduğu afyonunu aşıladığı bir dönemde Ebuzer el Gıfari ona şöyle demiştir ve bu da bizim gündeme dair duruşumuzdur;

“Eğer bu sarayı kendi paranla yaptırdıysan israftır. Eğer halkın parasıyla yaptırdıysan haramdır.