Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba...
 
Bazen yağmurlu, bazen güneşli, ama neyse ki - neyse ki - mevsim normalleri içinde iki hafta geçirdik. Dilimizi ısıralım, tahtalara vuralım, bu yılın böyle sürmesini dileyelim... Avrupa'yı kasıp kavuran aşırı sıcaklar, koskoca Po nehrini bitiren kuraklık bizden uzak olsun. Canımızı yakan orman yangınları her ne kadar  büyük oranda "insan" aratığının etkisiyle başlamaktaysa da bu mevsimde Akdeniz ikliminin "normali" sayılabilir. Önemli olan yangın tehlikesine karşı bilinçlenmek, bilinçlendirmek; çabuk müdahele ile yayılmasını engellemek; ardından gelen toprak gasplarına izin vermemek...
 
Doğaya insan müdahelesi, bazen çok basit, çok zararsız görünse bile, derin yaralar açabiliyor. Geçenlerde eski İstanbul fotografları paylaşmış birileri. O zamanlar Istanbul'un kıyılar varmış, şimdiyse beton duvarlar var! Eskiden Marmaranın dalgaları sahillere vururdu, şimdi beton duvarlara vuruyor... Sanırım bütün sahil kentlerinde beton duvarlar denizlerle aramıza girdiler!
 
Sadece denizler de değil, dereler "ıslah" edildi, sular beton kanallardan akıyor. Irmaklar HESlere  terkedildi, kalan azıcık su da borulardan gün yüzü görmeden denize ulaşıyor. Deltalara limanlar inşa ediliyor... Oysa kıyılar, hayvanların susuzluğunu giderdiği, su canlılarının yumurtalarını gizlediği kritik yaşam alanları. Doğaya ve yaşama verdiğimiz zararın hesabını yapan yok!
 
Bilim insanları günümüzden 252 milyon yıl önce, yeryüzündeki pek çok canlı türünün yok olduğu  "Büyük Ölüm" adı verilen dönemi inceliyorlar. Bulgulara göre  felaket sularda musilaj dediğimiz zehirli algların çoğalması ile başlamış. Anlaşılan o ki günümüzün hesabını yapmak için milyon yıl beklemek gerekmeyecek! Savaş, kriz, vb. bahanelerle ertelenen iklim önlemleri sayesinde felakete koşuyoruz!
 
Suyunuz, havanız bol, sofralarınız zengin olsun.