Bir seneyi daha devirdik ömrümüzde. 2018 yılının bu ilk günlerinde daha deviremediklerimiz var hala… Başta ülkemiz olmak üzere eşitsizlikler, adaletsizlikler, zorbalıklar…

Her şey biraz başka şeylerin içindedir, başka şeylerin içinden koparak gelişir. Literatürden almak gerekirse; diyalektiğin ilkelerinden zıtların birliği diyebiliriz. Bu iç-içe olma durumunun tezahürü düşünce yapılarında farklılıklar yaratıyor haliyle. Açıkçası yöntemin (diyalektik) kurgusunda bir problem yoksa farklı düşünce kalıpları çıkmasının ilgili konuyla alakalı olarak zenginlik yarattığı bizce kesindir. Çünkü hiçbir şey sadece o şey değildir. Dolayısıyla yöntem seçiminin ardından çıkan her argümanın doğruluk payı, gerçekleşme ihtimali yüksek olacaktır. Şayet diyalektik yöntemin yerini determinist (neden-sonuç) yöntem veya komplo teorileri aldığında tabiiyetiyle ortaya çıkan düşünce yapıları da tutarsız oluyor.

İktidar ve çevresini saymazsak içerisinde ağırlıklı liberal kesim ve dahi kimi “sol” grupların da olduğu ekipler Gezi günlerinde ayaklanmanın içerisinde Seferberlik Tetkik Kurulu’nun olduğundan, sivil polislerin kitleleri yönlendirdiğinden, AKP karşıtı sermaye gruplarının işe karışıp Gezi kitlesini bir rejim restorasyonu (AKP öncesine dönme, “normalleşme” veya AKP’yi kendilerinin uysallaştırıldığı bir rejime ikna etme) olarak kullanacağından, “verilmek istenen mesajın alındığından ve artık evlerimize dönmemiz gerektiği”nden dem vurmaktaydılar.

Yabana atılır mı… Hayır.
 

Yabana atmayalım, dikkate alalım eyvallah fakat tüm mücadele dinamizmini, politik tutumumuzu bu iddialara göre de şekillendirmeyelim öyle değil mi. Yukarıda dediğimiz gibi Gezi günlerinde sözü geçen bu karşı-dinamiklerin girişimleri olmuştur -keza olmaması saçma olurdu- ancak direnişin tüm paradigmasını buraya endeksleyerek düşünmek baskın taleplerin üzerinin örtülmesine, gerçeğin sümen-altı edilmesine sebep oluyor. Gezi direnişini dış mihrakların oyunu yapıyor. Halbuki “hepimiz oradaydık” ve bir çok şeyi kendi gözlerimizle görüyorduk.

Buraya kadarını niye yazdık?
 

Biliyorsunuz ki son 1-2 haftadır İslami rejimle yönetilen İran’da halkın önemlice bir bölümü yıllar sonra tekrar sokaklara çıktı ve bu ayaklanma dünya gündemine oturdu. İlk kıvılcıma sebep olan talepler ekonomik tabanlı talepler ve hala sokağın lokomotifi halinde. Bununla beraber yıllardır verilen mücadele başlıkları, başta kadın özgürlük hareketleri olmak üzere tüm özgürlük talepleri dini emirler adı altında zorbalıkla, acımasızca bastırılıyordu. Bugünse bu söz konusu talepler sokağa çıkan herkesin sloganları oldu.

Atlantik hattı – Avrasya hattı cepheleşmesine çok girmeyelim, teknik ve manipülasyonlara çok açık konular. Ancak kritik bir yaklaşım var ki tam bir ezber, bir ön-kabul; “İran, ABD ve AB gibi odakların içinde olduğu Atlantik hattına karşı içinde Rusya ve Çin’in de olduğu Avrasya hattının önemli bir ülkesi konumunda ve Arap Baharı denilen ABD’nin Orta Doğu’ya sızma/yerleşme politikalarının “bu seferki” hedefi. Dolayısıyla İran halkının “haklı” talepleri ne kadar haklı olursa olsun bu ayaklanma “Arap Baharı”na hizmet edecektir ve karşısında durulmalıdır.” Bu ezber ile girişte Gezi günlerine karşı kullanılan argümanların üretildiği yapı aynı yerden kumanda ediliyor; düşünce yöntemi! Genellikle herhangi bir gelişmenin mutlaka önceden bilinen bir sonuca varacağı veya “hımm böyleyse mutlaka bu işin içinde şu şu vardır” teorileri gibi yaklaşımları bir kenara atmak gerekiyor.

Açıkçası bir öznesi, belirleyeni, haydi hukuk dilinde çokça kullanılan bir kavram da kullanalım; bir müşteki durumu yoksa hızlı koşan at misali davranmak abes geliyor. Peşin hüküm yerine makul bir süre içinde sürecin kendisi izlenmeli, gözlemlemeli, özellikle “bizim mahalleden” olan sol, sosyalist, devrimci yapıların açıklamalarına hatta demokrat diğer yapıların açıklamalarına bakıp öyle değerlendirme yapılmalıdır. Bir tarafsız olma, vakur bir objektiflikten bahsetmiyoruz. Bilakis çubuğu bükeceğimiz yer pek tabii özgürlükler alanı olacaktır. Baskı rejimlerinin ortadan kaldırılması, halkın fikirlerini özgürce dile getirebilmesi ve yine özgürce örgütlenebilmesi talepleri kimse kusura bakmasın ABD’nin bölgeye yerleşme projelerine yedirilemez. Bu talepleri kazanan bir halk hareketinin ise ABD’nin karşısında, emperyalist ülkelerin karşısında eğik-bükük durmayacağı herhalde şüphe götürmez. Dahası İran halkının tamamına yakınının emperyalizm algısı kuvvetlidir. Bir halk hareketinin, gençlik hareketinin, kadın hareketinin ilerici talepler etrafında kümelenmesi ve bunun mücadelesinin fiilen veriliyor olması bile başlı başına desteklenmelidir. Eğer sadece seyirci olmakla yetinilmeyecekse…

Bunca şey yazdık; kentle ilgisi ne dersek… Özetle şöyle ifade edebiliriz; herhangi bir talebin çıkış noktası önemlidir, çıktığı noktadan sonra aktığı kanal da bir o kadar önemlidir. O kanal ise birçok şeyi belirleyecekse kente dair, memlekete dair sorumlu olanların özneleşmeye ihtiyacı vardır. Söz söylemekle kalmaktan ziyade dikkate alınmak, gündem yaratmak, yapmak veya yaptırmamak. Güç olabilmek biraz da böyle olacak. Bahsedilen her on-on beş senede bir gündeme gelen kerameti kendinden menkul bir birlik projesi değil, düşünce yönteminin ortaklaşabildiği, yaklaşımın bir işe başlarken, başladığı noktadan bir adım ileride olabileceği her kazanımı kollayan bir anlayışla olduğu belki bir yan-yana gelebilme.

Gözün gördüğünü, aklın düşündüğünü, yârin yanağından gayri ortaklaştırmak…

Hayde…