Sakarya'nın turizm açısından çok değerli bölgeleri kirli sanayinin tehdidinden bir türlü kurtulamıyor. 10 yıl önce Karasu'da kurulmak istenilen ve topyekun tepkiyle defedilen termik santralden sonra bu kez Kocaali, Kimya İhtisas Organize Sanayi Bölgesi tehdidiyle karşı karşıya...

Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem Yüce'nin bugünkü meclis toplantısında 'Evet böyle bir talep var, inceleniyor' diyerek doğruladığı Kimyasal Organize Sanayi Bölgesi'nin bölgeye vereceği zararın anlaşılması açısından, aynı süreçten geçen Kocaeli'nin Dilovası'nda yaşananların bilinmesinde fayda var. 

Türk Tabipleri Birliği Birliği'nin Dilovası Raporu'nun Feride Aksu Tanık ve Cavit Işık Yavuz tarafından yazılan sunumu, bugün karşı çıkılıp engelleyemezsek, yarın başımıza gelecekleri bire bir anlatıyor.

Tanık ve Yavuz'un rapora ilişkin sunumu şöyle:

1972'de Stockholm'de toplanan BirleĢmiĢ Milletler Çevre Konferansı, çevre hakkını bir insan hakkı olarak tanıyan bir bildiri kabul etmişti: “İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve tatmin edici yaşam koşulları temel hakkına sahiptir...
1982 Anayasası ise 56. maddesinde, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” biçimindeki hükmüyle, bireyin hakkı karşısında devlete ve yurttaşlara da ödevler yükleyerek çevre hakkını tanımakta ve en geniş biçimde düzenlemektedir. Kaboğlu’’un değerlendirmesiyle çevre hakkı, ülkemizin pozitif hukukunda hem bir insan hakkı olarak, hem de normatif bir hüküm olarak yerini almış bulunmaktadır.

Oysa Dilovası orada yaşayan insanlar için onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevre sunamadı. Havasından suyuna, taşından toprağına kapitalist kar hırsının çevreyi ve insanı gözetmeyen politikaları nedeniyle Dilovası‟nda çevre on yıllar içinde hızla kirlendi.

Bu derlemede çalışmaları yer alan araştırmacılar Dilovası bölgesinin yok edilmesinin bileşenlerini ortaya koydular. Coğrafyanın da katledilebilir bir şey olduğunu onların çalışmalarından anladık.

Nasıl bir bıçak yarası bir insanın yüzünde “çehrede sabit eser” denilen bir iz bırakabiliyorsa, tarihin, coğrafyanın, çevrenin de bir daha kendini onaramayacağı biçimde yara alabildiğini öğrendik. Kastı öldürmek olmasa da, toprak, su, hava, dolayısıyla otlar ve ağaçlar, dolayısıyla tavuklar ve kuzular ve martılarla güvercinler, dolayısıyla insanlar hastalandılar, öldüler.

Bu durumun en kötü ve acı olan yanı, bölge bir bütün olarak katledilirken orada varlığını sürdüren, hayata ilişkin tüm bileşenlerin, hatta insanların umursanmaması idi. Solunamaz hale gelen hava, kirlenen yeraltı suları, asit yağmurlarıyla kuruyan ağaçlar, bir başka deyişle hayata dair hiçbir şey gözetilmemekteydi. Canlı cansız tüm varlıklara, hatta insanlara ilişkin kayıplar ekonomik büyümenin “ kaçınılmaz” ve “kabul edilebilir” bedeliydiler. Aslında onlar kendi ölümlerinin bile öznesi değildiler. Külliyen kapitalizmin kar hırsının nesnesiydiler...

Ekonomi büyürken sessizce ölüvermişlerdi. Giderek daha fazla, giderek daha er- ken, giderek daha tevekkülle görünmez olmuşlardı. Onlar ölürken biz belki sağımıza solumuza bakmadan, hatta uyuyarak, bir otobüsün içinde yanıbaşlarından geçtik. Bölgeden geçerken aracın camı açıktı belki, soluduğumuz havadaki kokuya katlanamadan gayrı ihtiyari camı kapadık. Bizim dakikalar içinde solumaya katla- namadığımız havayı hayatın olmazsa olmazı zanneden, hava zaten böyle kokar diye düşünen, algılasa da, rahatsız olsa da ne koşulları ne yaşam yerini değiştiremeyen, burada tutunduğu dalı da yitirmek istemeyen insanları algılamadan geçip gittik. Meselenin geçip gitmekle, durup bakmak, fark etmek, görmek, görünür kılmak arasındaki farktan kaynaklandığını ayırt etmeden...

Çamaşırlar asılıydı pencerelerde, kururken kirlenen. Eşitsizliklerin toz, duman, dioksin, furan olup kol gezdiği sokaklarda çocuklar koyuyordu. Dehşetle kirlilik saçan fabrikalarda, güvencesiz bir iş bulmak sevinç oluyordu... Bölgedeki derme çatma gecekondulara barınak deniyordu...

Durup bakmak, nereye bakacağını bilmeyi, gören gözlere sahip olmayı gerektirir. Hayatın karmaşık ve zıtlıklarla dolu bütünlüğü içinde sonuçları ortaya çıkartan nedenselliklerin gözlemlenmesini, irdelenmesini, kanıtlanmasını gerektirir. Yıllarca “sadece sonuçları değil, sonuçların perde arkasındaki son neden, ara neden, ama illaki temel nedenleri ortaya koymak gerekir” diyen Onur Hamzaoğlu da çalışma arkadaşları ile birlikte bunu yaptı. Bilimsel yöntemde gözlem ilk ve en önemli yaklaşımdır. Bilimsel araştırma gözlemle başlar. Dilovası’nı farklı boyutlarıyla çalışan araştırmacılar da bunu yaptılar. Bu gözlemlerden biri de Dilovası‟nda kanserden ölüm orantısının Türkiye’den, Avrupa’dan daha fazla olmasıydı, bölgede yaşam süresi uzadıkça kanser ölümleri katlanmaktaydı.

Oysa kapitalizmin yandaşları büyümeyle elde edilen yeni kaynaklar nasıl kullanılırsa kullanılsın, ekonomik büyümenin nihayetinde yaşam süresini uzattığını ve dolayısıyla sağlık politikasının ana hedefinin bu olması gerektiğini savunurlar. Ancak biliyoruz ki en zengin ülkeler arasındaki ortalama ömür sıralamasını bile GSYH miktarı değil, yurttaşlar arasındaki eşitlik düzeyi belirlemektedir. (Wilkinson, 2005) Dilovası bölgesi Türkiye‟de GSYH’nın en yüksek olduğu bölgelerden biridir ama bu artı değer birilerinin yaşamı pahasına birikmektedir.

Mesele sessizce ölüp gidenleri kuru birer istatistikten öte görmektedir. Farklı araştırmacılar birbirlerinden belki de habersiz bir biçimde endüstrinin bu bölgeye yönelmesinin dinamiklerinden, çevreye yani toprağa, havaya, suya, bitki örtüsüne olan etkilerine, tavukların yumurtalarındaki kanserojen maddeden, endüstriyel atıkların uzaklaştırılmasına dek uzanan bir yelpazede sorunun farklı boyutlarını ele aldılar, nesnel verileriyle sunarak tarihe not düştüler. Kapitalizm en dokunulmaz olana, analarımızın karnındaki bebeğe dokunmuştu. Bölgede yaĢayan annelerin ilk sütünden, doğan bebeklerin ilk kakalarından örnekler aldılar.

Bilim insanları araştırmalarını yaparken sadece teknik bir iş yürütmezler. Bilimsel bir çalışmanın yürütülmesi sürecinde araştırma konusuna karar vermek ile başlayan ve verilerin yorumlanmasına ve kullanılmasına dek süren bir izlek vardır. Bu izlek bilim insanının bilim tarihine kaydedilecek ayak izleridir. Bilim insanının dünyamıza mirası da işte bu izlek olacaktır.

Halk Sağlığının Etik Pratiğinin ilkeleri adlı belgede şöyle denmektedir; “Bilgi önemli ve güçlüdür. Sağlığa ilişkin anlayışımızı geliştirmek ve yapacağımız araştırmalar ve elde edeceğimiz bilgi birikimi ile sağlığın korunmasına yapacağımız katkılar yaşamsaldır. Bilgi bir kez elde edildiğinde, bilineni paylaşmak moral bir zorunluluktur. İnsanlar bildiklerinin çerçevesinde hareket etme sorumluluğu taşırlar. Bilgi moral olarak nötr değildir ve sıklıkla harekete geçmeyi gerektirir.” (Prin- ciples of the Ethical Practice of Public Health, Public Health Leadership Society, 2002.)

Halk sağlığının rolünün giderek, küresel salgın tehlikelerine verilecek tepkilerin planlanmasına ve toplumsal eğitim yoluyla bireylerin “yaşam tarzlarının” Ģekillen- dirilmesi arayışlarına indirgendiği günümüzde sağlığın sosyal belirleyenlerine yönelik araştırma ve değerlendirmeler yapan Halk Sağlıkçılara yönelik bir “ötekileştirme” kampanyası da yürütülmektedir (Leys, 2009). Bireysel risklerin ortadan kaldırılmasına yönelik çalıĢmalara kaynak aktarılırken, eşitsizlikleri ve nedenlerini değil değiştirmek, ortaya koymak bile suç kapsamına girmektedir. Pollock‟ın ifade ettiği gibi “halka bu türden şeyleri anlatmanız, araştırmalarınıza ayrılan kaynakların kesilmesi riskini doğurabilecek ve kim bilir, belki de mesleki itibarınıza yönelik devlet destekli bir saldırı dalgası yaratabilecektir”.

TTB DİLOVASI RAPORU

 Dilovası‟ndaki acımasız sürecin annelerin ilk sütüne, bebeklerin ilk kakasına dek bulaştığını kanıtladığında tam da yukarıda söz edilen çerçevede Onur Hamzaoğlu’na yönelik saldırılar gündeme geldi.

Bu derleme ile Dilovası örneğinde akademik dünyada yapılan çalışmaların daha yaygın ve anlaşılır biçimde görünür kılınması hedeflendi. Bilim insanlarının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını, kendi alanlarının bilgi birikimiyle nasıl da nesnel, somut ve mütevazı bir biçimde savunduklarının kanıtı bu çalışmalar. Onların gören gözlerine, duyarlı yüreklerine, sorumlu bilim insanı kimliklerine ve cesaretlerine teşekkür borçluyuz.

Bu derleme pek çok yaşam hakkı savunusu yapan hekimin gönüllü emeğiyle gerçekleşti. Onlar dar zamanda, olağanüstü bir dayanışma ile eldeki çalışmaları okudular, özetlediler. Onların kolektif emeği olmadan tarihe not düşecek bu derlemeyi sizlere sunamazdık. Türk Tabipleri Birliği ve TTB Halk Sağlığı Kolu adına tüm arkadaşlarımıza içtenlikle teşekkür ederiz. Sadece Dilovası‟nda değil ülkemizin her yerinde yaşam hakkı mücadelesi veren herkese yararlı olacağını umuyoruz.