Sinema filmini salonda izleyen insanlar hayata çok farklı açılardan, odaklanarak bakmayı bilen insanlardır. Çünkü, evde televizyon izlemek gibi sadece zaman öldüren bir eylem değildir film izlemek. Görmek, anlamak, buna da bağlı olarak hayatı düzenlemek, yani yenilenmek demektir.

Bahar ile Onur, krediyle -ama epey lüks- bir ev almış, ikisi de çalışan, birbirini seven çifttir. İnsan kendisine ne kadar dürüstse karşısındakine de o kadar dürüst olabilir. Kendini kandırıyorsa herkesi kandırmaya meyillidir, bu en sevdiği kişi, eşi bile olsa.

Bir gün, Onur’u işyerinde yapılan köklü değişiklikle işten çıkarırlar. Tazminatını vermiş olmaları yeterli değildir. Sahi, sinemacılar geleceği önceden gören insanlardır ve resmi rakamlarla yüzde 27’yi geçen oranı ufukta belirmişken görmüşlerdir. Onur kendisini kandırdığı gibi eşini, arkadaşlarını, annesini de kandırmak ihtiyacı içindedir. Peki, kim bu kandırmacaya ne kadar dayanabilir? Dayanılabilir mi?

Hayatın çelişkisi…

Film, beyaz yakalı diye tanımlanan çekirdek bir ailede, özellikle işten çıkarılan erkek odaklı gelişiyor. Sınıfsal bir çelişki yok, ama hayatın sürdürülmesi için ekonomi, bir diğer deyişle çalışmak gerekli. Dişlilerden biri aksayınca sorunlar birer birer çıkıyor ortaya ve büyüyor alabildiğine. Dışarıdan bakınca pek bir sorunu olmayan, hatta mutlu denebilecek bir çift Bahar ile Onur çifti. Sıkıntılar baş gösterince en mahrem konular bile uluorta açıklanabiliyor… Hatta o nazik, nezaketi elden bırakmayan çift sövebiliyor adlı adınca. Onu geçseniz Onur’un sövmekten de beter bir sözü var ki, “kavgada söylenmez” denilen… Bahar için ipler o zaman kopuyor.

Kişilikler gelişmemişse…

Gerçekçi değilseniz, şeffaf olamıyorsanız, kararlılık gösteremiyorsanız bir gün siz de aynı durumlarla yüz yüze gelirsiniz ve tüm bu olumsuzluklarla hayatınız zindana döner. Çözümsüzlükle büyüyen bunalım hayatın her anında, her alanında hepimizin başında “Demokles’in kılıcı” gibi sallanıyor. Kendinize yalan söylemeyerek ilk adımı atabilirsiniz.

Evliliklerde kafa, kavga ve gönül birliğinin sağlanamaması yapının er ya da geç çökmesini doğurur. Bahar ile Onur’un (bu arada, adları da tam uymuş karakterlere… Onur, onursuzluğu, Bahar ise sonbahara evrilişi, yok oluşu yaşıyor) kafaları uyuşmuyor, kavgaları da aynı doğrultuda değil (çünkü Onur kendisini bile kandıran hayal gücü yüksek, dolayısıyla da yalancı biri), gönül birliğiyle yaşanan “küçük şeyler” sonrasında bitiyor.

Alican Yücesoy’un oyunu…

Babamın Kanatları filmiyle başlayan, çok da başarılı devam eden bir üçlemenin ikinci filmi “Küçük Şeyler”. Orada işçiler vardı, burada o işçilerin yaptığı binalarda yaşayanlar. Orada da sorunlar yumağıyla sarılıp sarmalanmıştı insanlar, burada da… Orada çözümsüzlük örgütsüzlüktü, burada bilinçsizlik.

Yönetmen Kıvanç Sezer, -gerçekten başarılı bir film çıkarmış- “Babamın Kanatları”ndan sonra neyi nasıl ve niye yapacağını bilerek girmiş bir çalışmanın içine. Oyuncuların belirledikten sonra çalışmış onlarla. Alican Yücesoy, filmi taşıyan karakter olarak çok başarılı. Bahar’ı oynayan Başak Özcan’ın da ondan kalır yanı yok. Birbirlerini taşımışlar. Şöyle bir şey geçti aklımdan: İki oyuncu da köken itibarıyla küçük burjuva ve bu “küçük şeyler”i sürekli yaşadıkları için, bir anlamda kendilerini oynadıkları için başarıları kaçınılmazdı. Yönetmenin doğru yönlendirmesi de belirleyici…

Gittiği hemen her yarışmadan, festivalden ödülle dönen film, bizi anlatıyor. Ayakları yere sağlam basmayan, dik durmayı beceremeyen beyaz yakalıları (kendilerini öyle sayanları da) anlatıyor. Yani bizim yaşamımız “Küçük Şeyler”de anlatılan. Aynaya bakmak gibi…

Küçük Şeyler
Yönetmen Kıvanç Sezer
Oyuncular Alican Yücesoy, Başak Özcan, Bülent Emrah Parlak, Seda Türkmen, Müfit Kayacan, Tuğçe Altuğ, Nihal Koldaş…

(sadibey.com'da yayımlanmıştır)