Yerel seçimlerin sonuçlanmasının üzerinden neredeyse 2 ay geçti. Belediye meclisleri ülkenin her yerinde birden fazla kez toplandı ve seçilen başkanlar görevlerini yapmaya başladı bile. İstanbul hariç. Bitmeyecek sandığımız, tekrarlanan sayımlar istenen sonucu vermeyince, ne olacak derken seçim iptal edildi ve 23 Haziran’da İstanbul seçmeni tekrar sandığa gidip bir kez daha oy kullanacak. Cevaplanmayı bekleyen onlarca soruyu bir kenara bırakalım, sadece ‘sandık kurullarında tekrar kamu çalışanı olmayanlar var ise seçim tekrar mı iptal edilecek? ‘ ve ‘buna engel olma görevi siyasi partilerin mi?‘ sorusunun dahi cevabının bilinmediği bir seçim yaşayacağız. Bu şartlarda seçime girmek doğru mu? boykot mu edilmeliydi ? gibi tartışmalara hiç girmeden seçim süresince AKP’nin stratejisi ve olası seçim sonucu üzerine düşünmeye çalışacağım. Buradan bu tartışmaları anlamsız bulduğum anlaşılmasın, ben seçim güvenliği bizzat iktidar eliyle bu kadar tartışmalı hale getirilmişken sistemin daha adil olabilmesi için yapılacak çeşitli öneriler ve taleplerin kabulü şartı ile seçime girilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Lakin işin siyasi muhatabı olan CHP’nin,-sürpriz olmayan şekilde- hiç bunları konuşmaksızın seçime gireceğini hızla açıklaması, seçime kadar bunları konuşmayı anlamsız kılıyor. O zaman önümüze bakalım.

Seçimlerin iptal edilip edilmeyeceği kararı, çoğu insan tarafından sürecin en başından itibaren hukuki bir karar olarak değil, bir AKP tercihi olarak değerlendirildi. Gerekçeli karar açıklanınca gördük ki böyle düşünenler hiç de haksız değilmiş. Olayın hukuki tarafına dair konuşan kadrolu TV yorumcuları dışında, yaygın kanı AKP’nin kazanabileceğini düşünmediği bir seçimi tekrar etmeyeceğiydi. Seçim tekrarlanacaksa, bu sefer kazanacaklarından eminlerdi. Bu görüşü anlamakla birlikte ben AKP’nin başka bir tercih şansı olmadığını düşünenlerdenim. Açmak gerekirse, bir iktidar düşünün, büyük kentlerin tamamına yakınını kaybetmiş, meclis çoğunluğunu ancak MHP desteği ile sağlayabiliyor ve ülkeyi 4 yıldan fazla seçimsiz yönetmek durumunda. Ekonomik krizin etkileri her gün derinleşirken, ülkenin en büyük metropolünün yönetiminin elinde olmaması, AKP için bir belediyeyi kaybetmenin ötesinde. Sanıyorum bu yüzden herkes YSK kararı üzerine papatya falları açarken AKP kurmayları seçimin nerede ve nasıl kaybedildiği üzerine çalışmaya çoktan başlamışlardı. Görüşümü abartılı bulacaklar olabilir ama ben AKP’nin İstanbul’u kazanma zorunluluğunun, Türkiye süper ligi şampiyonluğunu bile etkilediğini düşünüyorum. Son haftaları izleyen bir futbolsever olarak AKP’nin olası Başakşehir şampiyonluğunun yaratacağı tepkinin bile bıçak sırtı sonuçlanacak bir seçimi etkileyebileceğini düşünmüş olmalı. Sonuç olarak her ne kadar İstanbul’da seçim çalışması yapmamış ve sandık sandık verilere bakma şansım olmamış da olsa, gördüğüm rakamlar üzerinden tekrarlanan İstanbul seçimlerinin sonuçları üzerine görüşlerimi sizinle paylaşacağım.

31 Mart itibariyle İstanbul sonuçlarına baktığımda şunları görüyorum;

-İlk gözüme çarpan kullanılan oylardaki düşüş. 2018’in haziran ayında yapılan genel seçimlere kıyasladığımızda, yerel seçimde kullanılan oy 720 bin düşmüş. Buna bir de artmış olan-itirazlar üzerine tamamının sayıldığını hatırlatalım- geçersiz oyları eklersek, iki seçim arası geçerli oy sayısında 960 bin fark var.

-AKP-MHP’nin ortak adayı Binali Yıldırım’ın aldığı oy, 9 ay önceki genel seçimlerde AKP+MHP’ nin aldığı toplam oyun 650 bin altında. Öyle ki Binali Yıldırım genel seçimde AKP’nin tek başına aldığı oyun ancak 120 bin fazlasını alabilmiş, üstelik MHP desteğine rağmen. Geçen seçimden bu yana oy miktarı azalan sadece Cumhur İttifakı adayı değil. Katılımın düşmesi nedeniyle oy oranı artsa da Ekrem İmamoğlu’nun oyları da önceki genel seçimdeki CHP-İP ve HDP’ nin oy toplamının 274 bin altında. Ben bu oyların büyük ölçüde sandığa gitmeyen HDP seçmeni olduğunu sanıyorum ki buna birazdan değineceğim. Saadet Partisi’nin aldığı oy da genel seçime oranla 37 bin düşmüş. Anlayacağımız seçimi 2 seçim arası en az fire veren blok kazanmış.

-Yerel seçimlerde Büyükşehir adaylarının aldığı oyları, ittifak partilerinin il genel meclis oyları ile kıyasladığımızda partilerin üstünde oy alan tek adayın Ekrem İmamoğlu olduğu gözüküyor. Ekrem İmamoğlu CHP, İyi Parti ve HDP’ nin belediye meclis oy toplamlarından 250 bin daha fazla oy almış. Bu oyların nerelerden geldiğine baktığımızda; AKP adayının oyunun AKP+MHP oy toplamından 80 bin daha az olduğunu görüyoruz. Ben bu oyların İmamoğlu’na MHP seçmeninden gelen oylar olduğunu düşünüyorum. Yine Saadet Partisi adayı, partinin meclis oylarından 120 bin daha az oy almış. Bunların Ekrem İmamoğlu’na gittiğini varsayabilir ya da bir kısım Saadet Partisi seçmeninin AKP adayına oy verdiğini düşünebiliriz ki, bu durumda AKP-MHP blokundan İmamoğlu’na 80 binin daha üzerinde bir oy geçişi olduğunu kabul etmek gerekir. Daha kesin konuşmak için sandık bazlı inceleyip oy geçişlerine bakmak gerekiyor. Mecliste partisine oy verip aday olarak İmamoğlu’na destek veren bir diğer seçmen ise DSP seçmeni. DSP’ye mecliste oy veren 50 bin kişi büyükşehir seçimlerinde İmamoğlu’nu tercih etmiş.

- Değerlendirme yapabilmek için, genel tablonun yanı sıra AKP’nin İstanbul’da en yüksek oy aldığı 4 ilçe (Esenler, Sultanbeyli, Sultangazi, Bağcılar) ve CHP’nin en yüksek oy aldığı 3 ilçedeki (Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy) oy geçişlerini anlamaya çalıştım. Sonuçlar ışığında şunları söyleyebilirim. İlk olarak AKP’nin MHP ile kurduğu ittifak aynı oranda sandığa yansımamış. Büyük ölçüde önceki seçimlerde AKP’yi tercih etmiş ama çeşitli nedenlerle sonrasında MHP’ye yönelen seçmenin, genel seçimlerde yapılan Cumhur İttifakı ile MHP’ye oy vermesinin sağlanarak ittifak içinde tutulmasının sağlandığını görmüştük. Ama yerel seçim söz konusu olduğunda aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Partiler düzeyinde çatıda yapılan ittifak, bu sefer seçmenin AKP’den uzaklaşmasını engellemeye yetmemiş. Seçmenin bir kısmı diğer adaylara yönelirken, bir kısmı da sandığa gitmemiş. Ben sandığa gitmeyen 720 bin seçmenin 3’de birinin bir önceki seçimde MHP’ye oy vermiş, AKP’den uzaklaşmış fakat beka söyleminden etkilenerek eli CHP adayına oy vermeye gitmemiş sağ seçmen olduğunu tahmin ediyorum. CHP eğer bu gruba ulaşabilir ve haksızlığa uğradığını anlatabilirse, sandığa gidebilecekleri ve İmamoğlu’nu tercih edebileceklerini düşünüyorum.

-HDP seçmeni açısından değerlendirdiğimde, Sakarya’da gerçekleşen seçmen davranışının benzerinin İstanbul’da da gerçekleştiğini gözlemledim. 2018 Haziran’ında HDP ye oy veren seçmenin 3’de birinin stratejik oy kullanan sol-sosyalist seçmen olduğunu ve bu kesimin İstanbul’da İmamoğlu’na destek verdiği, kalan seçmenin yine partilerinin kararına uyarak CHP’ye destek verdiği, kısaca söylersek genel seçimde HDP’ ye oy vermiş seçmenin 3’de 2’sinin İstanbul seçimlerinde CHP adayını desteklediği fikrindeyim. Kalan 3’de 1’lik kesimin de ideolojik gerekçelerle ya da kendi adaylarının olmaması nedeniyle sandığa gitmediğini ve 2 seçim arası sandığa gitmeyen HDP seçmeninin 250-300 bin arasında olduğu kanısındayım. AKP’nin muhtemeldir seçimleri kazanmak için etkilemeye en çok çaba sarf edeceği kesim bu kesimdir. Muhtemeldir, özellikle muhafazakar yapısı nedeniyle CHP’ye oy vermediği varsayılan, önceki seçimlerde HDP’ yi tercih etmiş Kürt seçmen üzerinde dinsel önderler, meleler ve kimi yerel figürler eliyle etki yaratılmaya çalışılacak ve bunun için devletin tüm imkanları kullanılacaktır.

Tüm bu veriler ışığında AKP’nin seçimi kazanabilmek için sandığa gitmeyen MHP ve HDP seçmenlerini sandığa götürmeye çalışmak gibi bir propaganda ve strateji zorluğu ile karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. AKP, kriz koşullarında seçmen kitlesinin erimesini durdurmak ve muhalefetin yan yana gelmesini engellemek için uyguladığı stratejinin sonuçları ile baş başa. Oylarının alınması için ikna edilmesi gereken, birbirine uzak iki farklı seçmen kitlesi. Kutuplaştırıcı bir dil ve beka söyleminin etkilediği seçmen kitleleri iktidara karşı yan yana gelmese de, gündelik yaşam deneyimlerinin ve ekonomik krizin etkisi ile iktidardan uzaklaşmaya devam ediyor. Bu koşullarda AKP’nin 17 yıldır başarabildiği şekilde sağı konsolide ederek yüzde 50’yi sağlayabilmesi hiç kolay değil. Tabi tuhaf gibi gözüken ve yazının sınırlarını zorlayan bu durumun nedeninin ne olduğuna dair bizlerin bir cevabı ve sorumluğu var. Benzer kaygılara, yaşam ve çalışma koşullarına sahip kitlelerin kültürel farklılıklar nedeni ile yan yana gelemeyişinin nedeni bizce kapsayıcı ve uzlaşmacı bir siyaset dilinin yoksunluğundan değil, emek hareketinin zayıflığından kaynaklanıyor. Bu halin nedeni emek hareketinin zayıflığı ve kimlik siyasetinin etkisi, çözmek ise solun öncelikli görevi diyerek parantezi kapatalım.

Muhafazakar Kürt seçmeni bir kenara bırakırsak, ben AKP’ye tepki gösterip sandığa gitmeyen ve küskün AKP seçmeni olarak tarif edilen kesimlerin, özellikle ekonomik krizden etkilenerek önceki seçimlerde MHP’ye yaklaşmış ve büyük ölçüde AKP ile köprüleri atmış bir seçmen grubu olduğunu düşünüyorum. Seçmenin tercihlerini değişmez ve hayatı donuk olarak analiz eden analistlerin AKP ile arasında kopmaz bağlar var sandığı bu seçmen grubu, bizlerin saha çalışmalarında sıkça karşılaştığı, 35 yaş altında olup, sürekli iş değiştirmek durumunda kalmış ve işçi sınıfının parçası olan, gelecek kaygısını en yakıcı şekilde hisseden insanlar aslında. Milliyetçi sembollerle kurdukları ilişki nedeni ile beka söyleminin etkisi ile altında kalarak kolay konsolide edileceği düşünülen bu kitlenin, düşen reel gelir, artan işsizlik ve geleceklerinde gördükleri belirsizlik nedeniyle günümüz koşullarında AKP-MHP bloğunun zayıf karnı ve geri kazanmakta en zorlanacağı seçmen kitlesi olduğu kanısındayım.

Tekrar edersem, ben AKP’deki erimenin kolay geri döndürülebilir bir süreç olduğunu düşünmüyorum ve AKP’nin küskün seçmeni diye tarif edilen kesimin önceki dönemlerde Cumhur İttifakı hamlesi ve beka söylemi ile bir süre ittifak içinde tutulmuş olsa da, bana sorarsanız AKP’ye bir kez daha oy vermek için kendilerinin ikna edilmesi, mevcut koşullarda öyle kolay değil.

Kimi yorumlarda rastladığım bir senaryo, iktidarın seçimi kazanmak için 2015 Haziran’ı sonrasına benzer bir iklim yaratarak seçimi kazanabileceği fikri. Sanırım buna dair de bir şeyler söylemek gerekiyor. Hatırlarsak, 2015 Haziran’da hükümet kuracak çoğunluğu sağlayamayan AKP, kurulamayan hükümet nedeni ve yaşanan olağan üstü şiddet sarmalında yapılan seçimlerde 5 ay sonra oyunu arttırarak tekrar iktidar olmuştu. Unutmamak gerekiyor ki, AKP’yi tekrar iktidar yapan koşullar, artan şiddet, korku ve istikrarsızlık olduğu kadar muhalefetin hükümet kurmayı becerememesiydi. MHP katkısı ile gerçekleşen hükümet krizi, seçmenin faturayı muhalefete kesip, tekrar AKP’ye yönlenmesine neden oldu. Yine bir diğer faktör de bugün ile kıyaslandığında daha stabil kabul edilebilir ekonomik ortamın varlığıydı. Hayli borçlu vaziyetteki seçmen, muhalefetin parçalı ve uyumsuz görüntüsü karşısında belirsizliktense bildikleri bir iktidara geri dönmeyi tercih etti. Bugün ise ortada ne kurulamayan hükümet ne de güvenilir, stabil bir ekonomik tablo var. Üstelik kriz koşullarında ekonomiye olumsuz etkisini dahi göze alarak seçimlerin yinelenmesini isteyen muhalefet değil hükümet. O yüzden ben 2015 Haziran’ı sonrası gibi bir tablo yaşamayacağımızı, AKP’nin son ana kadar tüm iktidar gücünü kullanarak sandığa gitmeyen seçmeni iknaya çalışacağını ve sahalara inen liderlerinin seçmen üzerindeki etkisi ile seçimi kazanacaklarına inandıkları fikrindeyim.

Tabi sadece bununla kalmayacak. Özellikle CHP’ye kaybedildiği düşünülen ama kendi mahallelerine ait olduklarını düşündükleri oyların CHP’den uzaklaşması için de kimi hamleler yapılacaktır. Önceki seçim değerlendirme yazılarımda, CHP’nin son seçim kampanyasında kendi sözünü anlatmaya çalışarak ve ısrarla sembollerden kaçınan, diline dikkat eden, sosyal politika temelli vaatler ile seçmene seslendiğini ve sonucunda daha önce hiç olmadığı kadar “öteki seçmen” ile bağ kurduğunu yazmıştım. AKP’nin kimi adımlarında, CHP’nin “öteki seçmen” ile kurulan bu bağın koparılmasına dönük kimi hamleler gözlemliyorum. Örnek vermek gerekirse, daha önce sık rastlamadığımız şekilde Binali Yıldırım’ın operaya gitmesinin ya da çözüm sürecinin tekrar başlayabileceğine dair -belirsiz de olsa- kimi emarelerin belirmesi, bana kalırsa CHP ya da Kürt seçmenden oy almaya dönük hamlelerden daha çok kimi CHP seçmeninin reaksiyon göstermesine yönelik. Sosyal medyadan binlerce kez başarı edasıyla paylaşılan Binali Yıldırım’ın operadaki protesto edilme videoları ya da çözüm süreci tekrar mı başlıyor sorusuna karşı kimi ulusalcı seçmenlerin sosyal medyada gösterdikleri reaksiyon, AKP’ye kendisine tepkisinden sandığa gitmeyen seçmene “bakın” deme şansı veriyor. Özellikle çözüm sürecinin tekrar başlayabileceğine dair kimi söylentiler ve Öcalan’ın avukatları ile görüşmesi sürecinde MHP’nin sessizliğini koruması, bana tüm bunların bir stratejinin parçası olduğunu düşündürüyor. Bu kadar güçlü biçimde iktidarda iken ve istemediğin oyunların oynayacak salon dahi bulamadığı ülke koşullarında, opera da protesto edilerek hem kendini mağdur göstermek, hem de İmamoğlu’na oy vermesi muhtemel muhafazakar seçmene, “bakın siz bunlar ile ayrı dünyaların insanlarısınız” mesajını vermek, amaçlanan bu olsa gerek. Bu çabalara rağmen, tepkilerin büyük ölçüde seçmen tarafından verildiğini, CHP’nin temsil makamında olanlar ve görünür yüzlerinin tıpkı seçim döneminde olduğu gibi disiplinli bir biçimde İstanbul’a odaklandıklarını ve şu ana kadar süreci hatasız götürdüklerini söylemeliyim.

Bitirirken, hatırlamak gerekir ki bu AKP’nin 17 yıllık iktidarında yaşadığı ilk kaybetme hali değil. AKP 2009 yerel seçimlerinde yüzde 38’e düşen oyu sonrası iktidarının sorgulanmasını hemen ardından gerçekleştirdiği 2010 referandumunu kazanarak aşmıştı.2015 Haziran’ında kaybettiği çoğunluğu ise MHP’nin çabaları ile yaşanan hükümet krizinin etkisi ile 5 ay sonra yapılan seçimlerde tekrar kazanmıştı. Bugün ise ne şartlar öncekiler gibi değil. Ne ekonomiye dair parlak umutlar, ne de yargı reformu ve benzeri adımlarla Feyzioğlu dışında, 2010’da olduğu gibi “yetmez ama evet diyecek” bir seçmen kitlesi mevcut. Daha önce alınan oy oranları ancak MHP ile birlikte yakalanabiliyor ve erime devam ediyor. Bunun farkında olup artık görünür hale gelen AKP içerisindeki itirazlar da cabası. Ben bu şartlarda, eğer oyunun kuralları maç başlamışken tekrar değiştirilmez ise ve CHP ya da adayı büyük bir hata yapmazsa seçimlerin Ekrem İmamoğlu tarafından tekrar kazanılacağı fikrindeyim. Fark öyle çok fazla açılmasa da öncekinden daha net bir sonuçla, 23 Haziran günü, İstanbul’a yaz sıcağında bir bahar esintisinin gelmesini umuyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.