Uzun zamandır kadınların başarı öykülerini paylaşıyorum sizlere. Burada temel amacım kendini çaresiz ve yalnız hisseden kadınlara yaşadıklarının kaderleri olmadığını, kendileriyle benzer sorunları yaşamış ancak tüm bunları atlatıp ayakta kalabilmiş, hayat direnmiş hemcinsleri olduğunu gösterebilmek.

Biz kadınlar ne yazık ki hayata bir sıfır geriden başlıyoruz. Doğduğumuz andan itibaren bir dolu kuralın cenderesinde sıkışmış haldeyken nefes almakta zorlandığımız anlar oluyor.

Yinede biliyoruz ki başarmak ve yaralarımıza rağmen hayata tutunmaktan başka çaremiz yok.

Hatice Akman da bu kadınlardan biri.

Bulaşıkçılık ile başladığı mesleğine dernek başkanlığı ile devam eden, kadınlar için projeler üreten, sıfırdan mesleğinde zirveye doğru hızla tırmanan çok yürekli bir kadın.

Bu hikayelerin tüm kadınlara ilham olması dileğiyle...

Serap ÖZER

-Bize kendinizden söz eder misiniz?

Ben Hatice Akman 43 yaşındayım. 4 çocuğum var. Eşimden boşandım. Sakarya Aşçılar ve Pastacılar Dernek Başkanıyım. Türkiye Aşçılar Federasyonu Kadınlar Kolu sorumlusuyum. Aşçıyım, şefim. Sakarya’da yaşıyorum, hiç dışarı gitmedim. Benne cafede çalışıyorum.

-Öğrendiğimiz kadarıyla zorlu bir hayatınız olmuş. Biraz onlardan da bahsebilir miyiz, nerelerden geldik buralara?

15 yaşında okumak istememe rağmen, annemin ısrarıyla görücü usulu ile Kazımpaşa köyüne evlendim. İkinci çocuğum olunca çalışmak istedim ama köyde oturduğum için böyle bir şansım yoktu. O dönem düşünün, şalvarlı feraceli bir bayandım. Kayınvalidem, kayınpederim ile birlikte oturdum. Bildiğiniz köy hayatı, ekmek hamurluyorsunuz, tarlaya gidiyorsunuz. Her şeyi yapıyorduk. Sonrasında Kazımpaşa’daki kuran kursunda bulaşıkçıya ihtiyaç olduğunu söylediler, oraya gittim. İki gün sonra aşçı işi bıraktı ve hocalar bana yemekleri sen yapabilir misin diye sordular. ‘Bir gün deneyelim’ dedik. Bir günde yüz kişiye yemek yapıyorsunuz. Sabah, öğle, akşam. İlk günü başardım, sonra müftü bey geldi ve ‘Sen artık aşçısın sana yardımcı alalım’ dediler ve ben öyle başladım. İki buçuk sene orada çalıştım, zorlandım çünkü çocuklarım var evde onlara bakmak, kaynana, kayınpeder, ev , tarla hepsi bir aradaydı gerçekten zordu. Sonrasında Diyanetten referansımı alamadığım için farklı farklı yerlerde bulaşıkçı olarak çalışmaya başladım. Daha sonra araba fabrikasına girdim 40 kişiye yemek yaptım.

Arkasından eşimden boşandım. Bu dönemde ailemden maddi olmasa da manevi destek gördüm. Onların olmadığı zamanlarda arkadaşlarım çok destek oldu.

- Toplumun boşanmış kadına bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

  1. erkeklerin “Bu kadın dul her şey yaşanabilir engeli yok”, kadınların ise “Bu kadın dul ne yapacağı belli olmaz, gece işten geliyor” dediklerini arkadaşlarımın başına gelenlerden biliyorum. Ama bilmiyorlardı ki dul kadın kendini geçindirmek zorunda. Aslında çok namuslu, belki hayatına kimseyi almak istemiyor ama bunu düşünmüyorlardı. Şimdi artık boşanmalar çoğaldığı için durum biraz daha düzeldi.

-Çalışma sürecinde eşinizden bir destek yada tepki gördünüz mü?

Destek vermedi, ancak evimi ve çocuklarımıda idare ettiğim için tepki de vermedi.Çünkü çocuklarımın masraflarını karşılamak için çalışmak zorundaydım. Boşandıktan sonra hayatıma tek başıma devam etmeye başladım.

Dünya mutfağını öğrenmek istedim ve bir kafeye bulaşıkçı olarak girdim. Orada iki sene bir yandan bulaşıkçılık yaparken, diğer yandan mesleği öğrendim. Sonra bu işi araştırmaya başladım. İlkokul mezunuyum ben, zaten bu mesleğin okulunu okuyup eğitimini almadığım için gerçekten çok zorlandım. Sonrasında ustamın başka bir işe girmesiyle oranın şefi oldum. Ardından zorluklar başladı. Çünkü bayan bir şefsiniz, iş yerinde patronlar cinsiyetinizden dolayı sizi çok ciddiye almıyor . Ayrıca o dönem çocuklarım eşimde olduğu için onları istediğim zaman göremiyordum. Dul olmamın getirdiği önyargılar da vardı. Ailemden de maddi destek alamadığım için çok zorlandım, ancak ayakta durmak zorundaydım.

-Kadın şef olarak yaşadığınız zorluklar nelerdi?

Maaşında, sigortanda sıkıntı var, saatlerinde sıkıntı var. Erkek şefler biraz dik olduğu için bu sorunları yaşamıyorlar. O dönem de mutfakta erkek şefler de bayan şefleri eziyordu. Artık öyle değil. Ancak sağolsun şefim beni hiç ezmedi, mesleğimde çok yardımcı oldu. Mesleğe bağlanmama sebep oldu. Vizyonu çok genişti. 2006 senesinde biz moleküler mutfak çalışıyorduk. Sonrasında çalıştığım kimi kafelerde erkek şefler beni ezdi, onlar 10 saat çalışırken ben 12 saat çalışıyordum. Bugün gitmeyeceksin, o kazan ben kaldırıyorsam sen de kaldıracakasın, eşinden boşanmışsın, hayatında biri var mı, birini hayatına almayı düşünüyor musun? gibi sözlü tacizleri oldu. Ancak benim tavrım belli olduğu, biraz da dik olduğum için açıkcası bir şey yapmadılar. Ancak hep çaktırdılar. Kimi zaman çok hasta olduğum dönemlerde dahi çalışmak zorunda kalıyordum. Şimdi Benne Hill ‘de çalışıyorum ve çok mutluyum. Patronumundan personeline herkes beni her şekilde desteklemektedirler.

-Sakarya Pastacılar ve aşçılar Deneğini açma fikri nerden çıktı?

Ben dernekçilikle ilk defa İstanbul’da Çağdaş Aşçılar Derneği sayesinde tanıştım. İlk toplantıya gittiğimde bana kadın kolu sorumluğunu önerdiler ben de kabul ettim. Mütavazı ve dik olmamın bunda etkisi olduğunu düşünüyorum. 3 ay içinde 11 arkadaşımı üye yaptım. Bu dernek çalışmaları beni de çok geliştirdi. Çünkü farklı yarışmalara katılıp değişik yemek ve sunumlar görme şansı elde ettim. Sonrasında Adapazarı’nda da böyle bir derneğin olması gerektiğini düşündüm ,5 arkadaş bir araya gelerek derneği kurduk. Başta bayan olduğum için zorluklar çektim. Sakarya piyasasının bayana fazla saygısı yok ve seni ciddiye almıyorlar. Derneğin başına Ayhan ustayı getirmiştik, kendisi tanındığı için de Adapazarı’nda ses getirdik. Eğer benim başkanlığımda başlasaydık bayan olduğum için aynı başarıyı yakalayamayabilirdik. Sakarya halkı bizi tanımaya başladıktan sonra yarışmalara hazırlanmaya başladım. Ülkenin her yerinden, özellikle bayan üyelerimiz çok fazla. Çünkü bana güveniyorlar. Yarışmalarda çok başarılı olduk. Sakarya Pastacılar ve Aşçılar Derneği (SAPADER) Türkiye genelinde tanınan bir dernek oldu.

-Kadınlarla ilgili ve diğer alanlarda çeşitli projeleriniz olduğunu biliyoruz. Bize biraz bunları anlatabilir misiniz?

Kendi yaşadığım sıkıntılardan yola çıkarak ‘’Mutfakta Hanımeli’’ adlı bir proje ürettim. Yeterli desteği alabilirsem ev hanımlarına bu mesleği öğretmek istiyorum. Yemek yapmayı sunumu dahil profosyonelce öğrenmelerini istiyorum. Çünkü yarın öbür gün çalışmak zorunda kalırlar, ellerinde bir mesleği olur, böylece kimseye ihtiyaç duymadan ayakta kalabilirler.

Ayrıca bayanlarımızı ve bayan öğrencilerimizi yarıştırmak için 28 Nisanda Taraklı’da bir yarışma düşünüyorum. Hemcinslerim benim hassas noktam onlara her konuda yardımcı olmak istiyorum.

Bunun yanında Türkiye Aşçılar Federasyonunun ‘’869 yerliyse yeriz’’ adlı projesi vardı. AGEP Derneğinin ( Antalya Gastronomi ve Eğitimciler Birliği Derneği) Antalya’da düzenlediği bir projeydi Türkiyede çok ses getirdi.Bunu Sakarya’da da uygulamak ve çocukları yerli malı tüketmeye özendirmek istiyorum.

- Genel olarak baktığımızda evde mutfak kadına ait bir alanmış gibi kabul edilirken iş hayatında erkek şefler yerlerini kadın şeflere kaptırmak istemiyor. Bu çelişkiyi neye bağlıyorsunuz?

Belli alışkanlıklar var, erkek şefler çok iyidir, erkek şefler güçlüdür. Ben şöyle düşünüyorum Allahtan bayanlara verilmiş bir yeteneğimiz var. Zaten erkekler hep babaannesinin, annesinin yemeklerini beğenirler, ancak egoist oldukları için profesyonel mutfakta bayanları kabul etmiyorlar. Aslında mutfakta bir bayan temizliktir, saygılı olmaktır, bayanın yanında argo kelime kullanamazsınız . O nedenle eskiden erkek şefler bayanlarla çalışmak istemiyordu, çünkü kadınların dik olup kendilerine yetmesi hoşlarına gitmiyordu ama artık bu durum değişiyor.

Örneğin eskiden dünya mutfağı öncelikli iken günümüzde Türk mutfağı tercih ediliyor ve zaten kadınlar bunu evlerinde de yaptıkları için profesyonel mutfaklarda da başarılı olma şansları daha yüksek.

-Kadınlara önerileriniz nelerdir?

Ben kendi adıma sevmediğim hiç bir şeyi yapmam Eğer eziliyorsam çok gururuma dokunur, orada durmam. Zorluk çekerim, ki çektim. Örneğin bir eve gittim evimde yatak yorgan hiç bir şeyim yoktu ben o evde yataksız yorgansız yemeksiz iki gün geçirdim. Ama vazgeçmedim. Ben taciz görsem bunu kabul etmezdim. Ama kadınlarda bir alışkanlık, bir korku var. Acaba ben ne yaparım, acaba benim arkamdan konuşurlar mı, dedikodu yaparlar mı. Sen ne kadar doğru biri olursan ol, boşandıktan sonra kötü dedikodulardan dolayı insanın psikolojisi bozuluyor. Bana göre kimsenin ne düşündüğü önemli değil. Benim hayatım. Ben hakareti kaldıramam ve bayanların da hiç bir şekilde kendini ezdirmemesi gerekiyor. Sığınma evleri var, çalışabilirler. Ezilmek, şiddet görmek kabul edilecek bir şey değil. Üstelik bunun sonu da yok. Şiddet hiç bir şekilde affedilecek şey değil.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Aslında büyük bir örneğim. Bana göre bayanlar küçüklükten itibaren ciddiye alınmamış. Erkekler hep bir adım öndeymiş. Oysa peygamberimiz de, Atatürk de kadınlara çok değer vermiş. Ancak bizim erkelerimiz ikisininde söylediklerini tam anlayamamış.

Ben bayanlara sadece şunu söylüyorum; herkes ayaklarının üstünde durabilir, her şeyi başarabilir. Bir erkekten farkımız yok. Ne kadar zor olursa olsun hayat en fazla 5 sene sıkıntı çeker ama sonunda refaha erer. O yüzden kimsenin kahrını çekmek , şiddet görmek zorunda değil.

Kadınlar yaşadıkları sorunlar karşısında seslerini yükseltmeli. Bunun için özellikle kız çocuklarının küçük yaştan itibaren eğitilmesi gerekiyor. Kzı çocuklarını küçük yaştan itibaren ezersen hayatı boyunca öyle gider.