Türkiye, 2002 yılının 3 Kasım'ında yaşanan seçimle başlayan süreçte, laik-demokratik-hukuk devleti yapılanmasından başka bir devlet örgütlenmesine doğru yol almaya başladı.

Bu yol engebeliydi, dolayısıyla kısa sürede netice alınamayacağını en iyi bilenler de, yeni yolun aktif yolcularıydı. O yüzden, anayasal ve yasal tüm boşluklar kullanılarak, küçücük çizik atılmış noktaları açılmış büyük gediklere dönüştürerek yol almaya çalıştılar. Halen aynı yoldan yürüyorlar ama çok büyük bir farkla. O fark, ikna edilen ya da baskı alına alınarak korkutulan toplamın giderek büyümesidir.

Başlığa koyduğumuz kelimeleri en iyi tarif eden son olgu, Saray-AKP-MHP ittifakı ile sağlanan iktidarın "askeri darbeleri de ayıran" yaklaşımıdır.

Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun idam kararlarının çıktığı Yassıada yargılamalarını hükümsüz kılacak teklifi hazır hale getiren bu ittifak, teklifin 12 Mart ve 12 Eylül’ü de kapsamasına yönelik öneriyi reddetti. 

Bu yaklaşım, Menderes ve arkadaşlarının idamını hukuksuz ve Anayasa'ya aykırı, diğer iki darbe döneminin idamlarını ise hukuka ve Anayasa'ya uygun buldu.

Muhalefetin de dediği gibi iktidar blokunun bu yaklaşımı "darbeler arasında ayrım yapmak"tan başka bir şey değildir.

Oysa, 27 Mayıs 1960 sonrası 15 idam cezasına hükmedip, Adnan Menderes ve arkadaslarının idamı ile sonuçlanan Yüksek Adalet Divanı kararlarının geçersiz kılınmasını öngören düzenleme, komisyon görüşmelerinde muhalefet partileri tarafından desteklenmişti.

Muhalefet, uygulamalarını benimsemedikleri Menderes ile arkadaşlarının idam edilmelerinin yanlış olduğunu bildirip teklifin kapsamının genişletilmesini talep etmişti.

İyi de, AKP-MHP ittifakının darbeler sonrası çıkan idam cezalarının ve o cezaların infazında yaşamını yitirenlerin tümüne iade-i itibar düzenlemesi yapmasını beklemek eşyanın tabiatına aykırı değil mi ?

AKP-MHP ittifakı, kendilerinden bekleneni yaptı. Ve, 12 Mart 1971'deki askeri darbe dönemi "üçe üç" denilerek idamları Meclis'te onaylanıp 6 Mayıs 1972 sabahı infaz edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnana "itibarlarının geri kazandırılması" ve de 12 Eylül 1980 askeri darbesi yargılamalarının hükümsüz sayılması yönündeki CHP’nin önergesini reddetti.

Bu, en azından bizim açımızdan şaşırmayı gerektiren bir yaklaşım değil. Çünkü, kindar ve dindar nesiller yetiştirme hedeflerini gizlemeyenlerin iktidar olunca bunu uygulamak için her fırsatı değerlendirmelerinden daha doğal bir şey olamaz.

Zaten gizleme gereği duymadıkları bu yaklaşımlarını AKP'li TBMM Başkanvekili Süreyya Sadi Bilgiç, 

Yassıada yargılaması ile diğer darbe yargılamalarını kıyaslarken dile getirmiş.

Devrimcilerin idam kararını veren mahkemelerin “Anayasa’ya uygun” hareket ettiğini öne sürüp 12 Eylül yargılamalarına sahip çıkan Bilgiç, bakın ne diyor:

“Öncelikle bu mahkemeler, sonuçlarını beğensek de beğenmesek de Yassıada Mahkemesi gibi doğal hâkim ilkesine aykırı bir şekilde sadece belirli kişileri yargılamak üzere kurulmuş mahkemeler değillerdir. Bu mahkemelerin hiçbiri, Yassıada’da olduğu gibi yargılamaya konu eylemlerin gerçekleştiği tarihten sonra kurulmamışlardır. Bu mahkemeler, kendi dönemlerinin anayasasına ve meri mevzuatına uygun olarak kurulmuşlardır.” 

Kafa, önce kindarlık sonra da dindarlık ekseninde çalışırsa bu kadar olur...