Ortalama bir film kültürüne sahip herkes “Soraya’yı Taşlamak”( The Stoning Of Soraya M.) filmini bilir. İzlemeyen varsa izlesin. Yıllardır arşivimde olmasına ve ısrarla başkalarına önermeme rağmen, kendim izlemekten hep kaçındım. Dün gece bütün cesaretimi toplayıp bu yazı için izledim.

İran’da yaşanmış bir olaydan esinlenilerek filme konu edilen hikâye, bir kadını recme götüren süreci anlatıyor. Filmin sonunda, resmi kaynaklarda yer almasa da binlerce kadının recm ve benzeri vahşi yöntemlerle katledildiği ve katledilmekte olduğu istatistiki bilgilerle veriliyor. Kadınların maruz kaldığı şiddeti ve recmi konu alan bu ve bunun gibi bir kaç film; bizzat devlet gücünü ve dini referansları arkasına alarak, toplumun da onayı ile kadın varlığını hedef alan zihniyetin sadece küçük bir örneği. Birçok Müslüman ülkede, Kadınların recm edilmesi, kadın sünneti, oy kullanma ve araba kullanmalarının yasak olması, örtü zorunluluğu, çok eşlilik, miras hakkı gibi konularda mücadele eden kadın örgütleri var. Çoğunluğu diktatörlük ya da şeriatla yönetilen bu ülkelerin çok azı demokrasi ile yönetiliyor ve hak arama araçları çok kısıtlı.

İran, Afganistan Suudi gibi ülkelerin, toplumsal yapısı ve rejimi ile kendi ülkemizdeki kadınların hasbıhal oldukları sorunlar düşündüğünde uç bir örnek gibi gelebilir size. Şahsen ben uzun zamandır aksini düşünüyorum.

Ülkemizde kadın recminin yasak olduğuna bakmayın. Bizde recmin alası var. Başını kuma gömen toplum yapımızla, kadına yönelik şiddeti onaylarcasına verilen yargı kararlarımızla, mide bulandıran haber başlıklarımızla, ortaçağ zihniyetli, niteliksiz bürokratların verdiği demeçlerle, atılan her taşı tutan ellerin sahibiyiz. Fiili olarak her gün kadınlar recmediliyor. Kadının ne söyleyeceğinden tut, nasıl giyineceğine, ne yapacağına ve ne yapmayacağına hatta nasıl güleceğine dair, söylenenleri bir araya getirsek cilt cilt kitap basılır. Ve ne tuhaftır ki kadın konusunda konuşanların hepsi erkek. Hiç utanmadan, hiç yüksünmeden, had bilmeden… Recm mizanseninde taşı atanlar gibi… İran vb. ülkelerin recm vakalarındaki gibi kamuoyundan saklı gizli de yapmıyoruz. Hepimizin gözü önünde, toplumu oluşturan tüm dinamiklerin tanıklığında ve devlet organlarının bilgisi dahlinde kadınlar şiddete maruz kalarak, çocuklar istismara uğrayarak recm ediliyor.

Ki son dört beş yıldır kadın ve çocuklara yönelik suçlarda verilen yargı kararları ile devlet zihniyetinde ve toplumun, özellikle mütedeyyin kesimlerin tepkisizliğinde bunu gözlemlemek mümkün. Kadın cinayeti haberi duymadığımız tek bir gün yok neredeyse. Devlet güvencesi ve Diyanet ile Milli Eğitim bünyesinde açılan kuruluşlarda işlenen çocuk istismarı vakalarını artık takip edemez olduk. Her gün bir din alimi(!) şeytan icadı dediği televizyonlara çıkıp, kadınların toplumsal yaşam içindeki yeri ile ilgili insan aklı ile dalga geçercesine fetvalar veriyor. Kadınların sokakta kılık kıyafetlerine yönelik uğradıkları taciz ve şiddet sosyal medya aracılığı ile ancak gündeme gelebiliyor. Ve kadına yönelik şiddet medyada, kadını hedef alan nefret söylemi kategorisine girebilecek haber anlayışı ile servis ediliyor. Son 14 yılda kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarındaki artış dehşet verici. Böylelikle spor, eğitim, teknoloji ve bilim alanında dünya sıralamasının sonlarında olduğumuz araştırmalarda kadına ve çocuklara karşı işlenen suçlarda ilk sıraları kapmış oluyoruz. Hepimizin emeğine sağlık!

Malumunuz olduğu üzere, toplumun özel politikalar ve yöntemlerle nasıl ve neye evrildiğini, zapt-u rapt altına alınmış, papağan gibi istenileni, emredileni söylemekten başka bir işlevi kalmamış güzide medyamızdan öğrenemiyoruz. Sosyal medyada ve birkaç muhalif basın organının servis ettiği haberlerde görebiliyoruz ancak. Kadınlarımızın ve çocuklarımızın uğradığı; “hangi ara bu hale geldik” dedirten, kan donduran ve insanlığımızdan utandıran haberler ne yazık ki artık olağan bir seyre girdi.

Bilinmelidir ki, kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez. Kadınlar ve çocuklar gibi dezavantajlı gruplarını koruyamayan toplumlarda çürüme ve yozlaşma kaçınılmazdır. Elbette ki bunun tek açıklaması toplumsal çürüme ya da yozlaşma olamaz. Toplumun yeniden dizaynı için yürütülen politikaların bunda büyük payı olduğu aşikâr. Tarihte birçok somut örnekte olduğu gibi toplumu şekillendirme projelerinin ilk ayağı, aile ve dolayısı ile kadın kimliğini kıskaca almaktan geçiyor. Yoksa kadınların kamusal alandaki yeri, evlilik kurumu ve kız çocukları ile ilgili medeni kanundaki gerici kanun tekliflerinin can hıraş savunulmasının başka da bir açıklaması olamaz. Bir taraftan da toplumun dokusu ile oynanıyor. Bunun için de ilk adres eğitim kurumları. Son yıllarda eğitim alanında, eğitimcilerin, velilerin idarecilerin ve konunun muhatabı sivil toplum örgütlerinin görüşü alınmadan yapılan değişiklikler olan biteni gözler önüne seriyor aslında.

  1. İnsan ırkının malum kesiminin dönüşümünü tamamlayamamış -kabaca ifade edecek olursak nefsini terbiye edememiş- olması, diğer yarısı olan kadın cinsinin iradesinin rehin alınması, baskılanması ve yaşam haklarının sınırlandırılmasının insani ve ahlâkî hiç bir yanı yok. Fiziksel olarak olmasa da, bu ’dir, kadın kırımıdır.

Cam fanuslarında, steril hayatlarında yaşayıp giden burjuva mütedeyyinler, sosyal demokratlar, canım kardeşim, güzel bacım. O taşı atanlardan biri de sensin. Susarak kadına yönelik şiddeti ve çocuk tecavüzlerini onayladığın için. Sana dokunmadığı sürece başkalarını sokan yılanı görmezden geldiğin için. Kadın örgütleri sokağa çıktığında burun kıvırarak baktığın için o taşı atanlardan farkın yok. Kadınların ve çocukların maruz kaldığı şiddet ve istismarın, bilimsel eğitimden, teknolojiden ve evrensel değerlerden uzak yaşayan birçok üçüncü dünya ülkesini geride bırakan bir seviyeye ulaşmış olması, hepimizi düşündürmelidir.

Çok ağır bir cümle farkındayım ancak; acaba tüm bu olanlar bizim tercihimiz olabilir mi? Bu geveze suskunluğumuz, olup bitenlere tepkisizliğimiz onayladığımız anlamına mı geliyor? Böyle bir yaşam tarzı, böyle bir toplum biçimi, birilerinin hayali ve tercihi olabilir. Acaba hepimiz ortaçağ zihniyeti ve yaşam biçimini mi arzuluyoruz? Adam(!) olamamış erkekler aksini ispat için kadına şiddet uygulasın, hatta katletsin, kurs adı altında devlet eliyle açılmış kurumlarda çocuklar tecavüze uğrasın… Böyle mi yaşamak istiyoruz?

Çok mu sert oldu? Çok mu dokundu?

Dokunsun… Dokunsun ki aslımızla yüzleşelim. Yüzleşmek gerek ve yüzleşmek dönüştürür.