Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, meclisin halkın önlenebilir acılar yaşamasını engelleyecek çalışmalar yapmadığını, deprem sonrasında yaraların hısa sarılması görevini yerine getirmediğini söyledi. Bu yönde eleştiri yapanların 'depreme siyaset karıştırmakla' itham edildiğini belirterek, "Açık söylüyorum: Bu yaklaşımın halkın acılarının iktidar lehine siyasi rant elde etme yaklaşımının bir ürünü olduğunu düşünüyorum, iktidarın siyasi sorumluluktan kaçmak için uydurduğu birer kılıf olduğunu düşünüyorum" dedi.

Erkan Baş, TBMM Genel Kurulunda depremde yaşamını yittirenleri anarak ve yakınlarına başsağlığı dileyerek başladığı konuşmasında, "Bu duygularımı paylaştıktan sonra bir vurgu yapma ihtiyacı hissediyorum. Elbette biz burada halkın acılarını paylaşacağız, duygularımızı da ifade edeceğiz ancak bir şeyi hiç unutmayacağız: Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir taziyeevi değildir. Burada, sık sık ülkemizde yaşanan çeşitli acılarda hayatını kaybeden yurttaşlarımızla ilgili her birimiz başsağlığı dileklerimizi paylaşıyoruz. Elbette bir acı varsa elimizden geldiğince o acıya ortak olmak durumundayız ancak bizim işimiz halkın önlenebilir acılar yaşamasına engel olmaktır" dedi.
Devletin deprem görevinin, 'yaralılara acil şifa, hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet dilemek' olmadığını ifade eden Baş, "Öncesinde önlem almak, sonrasında yaraların hızla sarılması için görev üstlenmektir. Şimdi bunları söyleyince depreme siyaset karıştırmış oluyoruz ama yıllardır sorumlu makamlarda oturanlar depreme siyaset karıştırmamamızı istiyorlar. Şimdi biz böyle laflar edince iktidar çevresinden hemen bildik yanıtlar geliyor: "Hepimiz aynı gemideyiz." "Böyle zamanlarda siyaset konuşmayalım." gibi laflar ediliyor. Açık söylüyorum: Bu yaklaşımın halkın acılarının iktidar lehine siyasi rant elde etme yaklaşımının bir ürünü olduğunu düşünüyorum, iktidarın siyasi sorumluluktan kaçmak için uydurduğu birer kılıf olduğunu düşünüyorum" diye konuştu. 

SİYASET İŞ, SİYASETÇİLİK MESLEK DEĞİLDİR

Erkan Baş, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Değerli milletvekilleri, siyaset bir iş, siyasetçilik bir meslek değildir. Siyaset kurumu halkın dertlerini çözmek, acılarını azaltmak için vardır. Bakın, şimdi size bir örnek vermek istiyorum: Cuma günü bir deprem yaşadık, o gün bugündür devletin tüm yetkilileri, sözde, acıları paylaşıyor, başsağlığı diliyor. Bunun üzerine, günü geldi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi dün toplandı. Biz, dün bütün gün, burada konuşmak dışında, bu halkın acılarını hafifletecek hangi icraata imza attık? Arkadaşlar, bunun üzerine, bugün, muhtemelen gündeme geçeceğiz ve bu 161 sıra sayılı Kanun Teklifi'ni, torba kanunu görüşeceğiz. Şimdi, vatandaş, bizim, deprem için önlem almamızı bekliyor. Üstelik, İmar Komisyonundan geçen bir teklif gelmiş. Peki, AKP'nin derdi ne? "Cumhurbaşkanına bir tane daha saray yapalım." 

Sayın milletvekilleri, özellikle AKP sıralarına sesleniyorum -anlayacağınız dilden söyleyeyim- bakın, burası çok önemli: Ağustos 2018'de AKP Genel Başkanı Ahlat'a gitti, 1.071 metrekare oturma alanlı 10 dönümlük bir arazi üstüne Selçuklu mimarisiyle bir Cumhurbaşkanlığı köşkü yapılacağını söyledi. Ocak 2019'da Cumhurbaşkanlığı köşkü için yine AKP'nin teklifiyle Kıyı Kanunu'nda değişiklik yapıldı, ardından inşaat başladı. Temmuz 2019'da Anayasa Mahkemesi bu torba kanunla getirilen kanun hükümlerini iptal etti. Anayasa Mahkemesinin kararı elimizde, Anayasa Mahkemesi diyor ki: "Bu doğru değildir, bu yanlıştır, bu yapılmaması gereken bir şeydir." Üstelik diyor ki: "Kıyıların özel mülkiyete konu olamayacağı, doğal ortamın korunması ve herkesin ortak kullanımına açık olması zorunluluğu vardır." AYM'nin bu kararına rağmen Ahlat'ta saray inşaatı devam ediyor. Ve şimdi, bugün Meclise gelen bu teklifle biz bu usulsüzlüğe resmen, yasal kılıf bulmaya zorlanıyoruz, AYM'nin verdiği kararın etrafından dolaşıyoruz; "Reis ne isterse o olur. Maalesef, AKP bizim bunlara alışmamızı istiyor ama insanlarımız can derdindeyken, bir deprem felaketi yaşanmışken, yeni deprem felaketleri yaşamamak için ne yapılması gerektiğini tartışmak gerekirken yeni bir saray daha yapmak için yasa çıkarmaya el-insâf diyoruz. 

GECEKONDULARA 'SİZ ÖLÜN' DİYORSUNUZ

Peki, bütün bu söylediklerimin, hani konumun başlığı olan işçi sınıfı açısından  deprem gerçeğiyle ne ilgisi var? Değerli arkadaşlar, 1999 yılından bu yana meydana gelen depremlerde resmî rakamlara göre 17.480, gayriresmî rakamlara göre çok daha fazla sayıda yurttaşımız hayatını kaybetti. Hiç bu dönem boyunca yaşanan bu cinayetleri inceleme şansınız oldu mu bilmiyorum ama son yirmi bir yılda yaşanan bu 5 büyük depremde hayatını kaybedenlerin çok büyük bir bölümü yoksullardan, dar gelirli emekçi yurttaşlarımızdan oluşuyor. Yani şu "Türkiye'nin deprem gerçeği" sözünü, aslında "Türkiye'nin yüzde 99'u için var olan bir deprem gerçeği" diye düzeltmek gerekiyor. 

Söylemek istediğim şu, değerli arkadaşlar: Evet, deprem bir doğa olayı ancak depremi bir felakete çeviren, en az hasarla atlatılmasına engel olan şey de o ülkedeki yöneticilerin davranışları. Bizim ülkemizde de belli bir büyüklüğün üzerinde yaşanan her depremin bir felakete dönüşmesinin nedeni iktidardır. Bakın, daha önce bu kürsüde ifade etmiştim, herhangi bir ülkede o ülkeyi yöneten kişiler ve onların etrafındakiler zenginleşiyorsa, servetleri büyüyorsa halk yoksullaşıyordur ve şimdi, bunun üzerine bir şey daha ekleyerek sözlerimi tamamlamak istiyorum. 

Eğer bir ülkede depremde, ülkeyi yönetenler kendi dertlerini halkın dertlerinin üstünde görüyorsa o ülke halkının acılar yaşaması kaçınılmazdır. Daha basit söyleyelim: Eğer bir ülkede kaçak saray varken, yazlık saray varken, uçan saray varken, yüzen saray varken yeni saraylar yapmak istiyorsanız gecekondulara "Siz ölün." diyorsunuz."