Bu hafta topraktan söz etmek istedim. Ne de olsa bu mevsim yaban otlar hızını kestiği ve sona eren yazlık sebzelerin yeri açıldığı için toprağı en çok görebildiğimiz zamanlar! Topraktan uzak yaşayanlar için ne yazık ki "kir" gibi görünen toprağın ne kadar canlı, ne kadar zengin ve ne kadar cömert olduğunun farkında mıyız?

Aslında değiliz ne yazık ki... Benim için "kutsal toprak" düşüncesinden gerçek toprağın ne olduğuna yaklaşmak yirmi küsur yıllık bir süreç oldu. Biraz olsun anlaşabiliyoruz artık. Yoksul mu düşmüş, yorgun mu, susamış mı, keyfi yerinde mi kestirebiliyorum sanırım. Üç beş öğesini ölçüp, kısır reçeteler öneren "toprak tahlilleri"ne takılıp kalmamayı öğrendim...

En gelişmiş toprak tahlilleri bile başta ünlü N-P-K (azot, fosfor, potasyum) kalsiyum, demir, çinko vb. maddeler, tuz ve ph gibi bir takım özellikleri ölçmekten ibaret. Bir de nasıl hesaplandığı oldukça tartışmalı "organik madde" ki, milyonlarca toprak canlısını içeriyor.

Toprak mikro organizmalarının sadece yüzde onu biliniyormuş. Bilimin önünde araştırılması gereken koca bir evren var. Kimbilir neler neler içeren, nelere çözüm getirebilecek, hangi dertlere deva olabilecek bir hazine... Ne yazık ki, şirketlerin devletleri ve bilimi kontrol ettiği günümüz düzeninde, para hırsı ve kısa dönem karları peşinde o müthiş hazine umursanmıyor...

Aslında en temel ihtiyaçlar bile umursanmıyor. Şu anda 29 ülkede kolera salgını olduğunu biliyor muydunuz? Eski zaman romanlarında kaldığını sandığımız, günümüzde önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olan kolera yüzbinleri hasta ediyor, öldürüyor. Yurttaşlarına temiz su ve temel sağlık hizmetleri sağlamak asal görevlerinden olan devletler utanmıyor mu?

Dün sabah gün doğarken her yer sisler içindeydi. 29 Ekim Cumhuriyetimizin yıldönümü, hayır böyle kalmaz, pırıl pırıl bir güneş yakışır diye geçti içimden. Öyle de oldu!

Haftanız sağlıklı, sofralarınız şifalı olsun.