Gazeteci Hasan Kurtiç ve eğitimci Suzan Kurtiç'in kızı Ekin Kurtiç'in Gazete Duvar'da yayımlanan 'Beyrut'tan Adapazarı'na yıkımın zamanı' başlıklı yazısı şöyle:

Ağustos, yakın coğrafyalarda 21 sene arayla yaşanan iki büyük yıkımı bir araya getiren ay oldu. Bunaltıcı sıcaklıktaki ağustos günleri 1999 yazından beri alttan alta bir huzursuzluk, adı konulamayan bir sıkıntının kaynağı olageldi büyük depremi yaşayanlar için. O geceki olağandışı sıcaklık, 17 Ağustos gecesine dair en net hatırlanan duyulardan biri olarak kazındı bu ayın hafızasına. Gece 03:02’de sarsıntı başladığında yatağına henüz yeni girmiş olanlar ya da sıcaktan uyuyamadığı için balkona çıkmış, pencerelerini açmış oturanlar hiç de az sayıda değildi. Annem, babam ve ben de geceyi uzun yaşayanlardandık. Sohbetli geçen bir akşamın ardından eve dönerken, hem hava çok sıcak olduğu için dolaşmak istediğimden, hem de o günlerde bizde olan ödünç arabanın varlığını da fırsat bilerek uzunca bir şehir turu yapmıştık gece yarısı. Yatmadan önce o gece uzun oldu sanıyorduk; hiç bitmeyeceğini henüz bilmiyorduk. Bir ağustos gecesi bunaltıcı derecede sıcaksa yaşattığı huzursuzluk hâlâ hiç şaşmaz benim için. Lübnanlı yazar ve çevirmen Lina Mounzer, 4 Ağustos’ta Beyrut’ta yaşanan korkunç patlamaya dair yazısında, ‘Lübnan’da büyümek, bir patlamanın yankısının zamanın ötesine geçtiğini, şokun yaşamın ileri zamanlarına da aksettiğini, ve basıncın zihnin manzarasını yeniden yapılandırdığını öğretti bana’ diye aktarıyor.(1) Bir şehri enkaza döndüren sarsıntının yankısı bazen yıllar sonra beliriveren klostrofobiyle yankılanır, bazen sıcaklığın derin kaygısıyla, bazense yoklukla.

Yine aynı aktarımda, patlamanın sarsıntılarını yaşadıkları o ilk anlarda, olan bitenin bir deprem olduğundan emin olduğunu söylüyor Lina Mounzer. Yeniden nefes alabildiğinde ise ‘Ne oldu?’ diye sorabiliyor eşine ve ancak o zaman bunun bir patlama olduğunu anlıyorlar. 99 depremini yaşadığımız 45 saniye esnasında, henüz 15 yıllık hayat deneyimimle o anda ne olduğuna dair bir tahmin bile yapabilecek durumda değildim. Sarsıntı bitip de zifiri karanlıkta, darmaduman olan evin uzun koridorunda ellerim ailemle buluştuğunda ilk sorum ‘Ne oldu?’ olmuştu. Deprem olduğunu ancak bu sorunun yanıtıyla idrak edebilmiştim. Ve yıkımın boyutunu dördüncü kattaki evimizin altında kalan, yıkılan katların moloz yığınlarına basarak ana caddeye çıkabildiğimizde anlayacaktık. Aslında idrak, yaşanılan anın hemen ardından da tamamen gerçekleşmiyor. Bir sürece yayılıyor o ‘kısacık’ anda tam olarak ne olduğunu anlamak. Beyrut’taki patlamanın limandaki bir amonyum nitrat deposunda gerçekleştiği ve yıkıcı etkisinin tüm şehre yayıldığı bilgisi birkaç saat içinde dolaşıma girmişti. Fakat görünen o ki ne oldu da bu patlama gerçekleşti sorusu uzun bir süre daha irdelenecek. Depremin tüm Adapazarı’nı yıkıp geçtiğini, şehrin farklı yerlerinden haber iletmek için sabahın ilk ışıklarıyla beraber yürüyerek gelip bizi bulan akrabalardan haber almıştık. Yıkımın boyutunun sadece yaşadığımız şehirden ibaret olmadığını ise, gün içinde İstanbul’dan yola çıkıp yanımıza ulaşabilen yakınlarımızdan öğrenecektik. ‘Ne oldu?’ sorusu sınırları o anı açıklamakla çerçevelenebilecek bir soru değil.

Birdenbire, o kısacık zaman diliminde, yaşamı alt üst eden olay aslında hiç de öyle aniden olmuyor. Adapazarı’nda büyürken, yaşadığımız şehrin deprem bölgesinde olduğu bilgisi hayat bilgisi dersinde zihnimize kazınmıştı. Şehrin adını Sakarya Nehri ve Çark Deresi adı verilen iki nehir arasındaki bir adayı andıran (verimli) arazisinden aldığını duyarak büyüdük. Yani fay hattı üzerinde yer alan olan şehrin zemininin hiç de sağlam olmadığı, toprağın hemen altının su olduğu herkes için aşikardı. Üstelik yakın tarihte 1967 depremi yaşanmıştı. Zelzele, gündelik hayata söylentiler üzerinden de sıkça girerdi. Çocukluğumda kaygı ve heyecanın birbirine karıştığı gecelerin anısı gayet net mesela: Akşam saatlerinde ev telefonu çalar ve tanıdıklar, o gece bir deprem olacağı söylentisinin şehirde yaygın olarak dolaştığını haber eder. Bir kere kurt içimize düşmüştür artık. Sıkı sıkı giyinir, yanımıza biraz erzak alır, soluğu herkes gibi merkezdeki ağaçlıklı cadde olan Bulvar’da alırız. Şehir, geceyi açık havada hep beraber geçirir. Beyrut’ta 2 bin 750 ton amonyum nitratın limandaki bir antrepoda altı sene boyunca gerekli güvenlik önlemleri olmadan depolandığı yetkililer tarafından gayet net biliniyordu. Gazeteci Fehim Taştekin’in yazısında aktardığı gibi Gümrük Müdürlüğü depoda tutulan amonyum nitrat ile ilgili 2014-2017 yılları arasında mahkemeye tam altı kez uyarı mektubu gönderiyor ve ne yapılacağı ile ilgili karar alınmasını talep ediyor. Ve 2019’da depodaki tehlikeye dikkat çeken bir rapor, Devlet Güvenlik Ajansı tarafından Askeri İstihbarat Başkanlığı ve Başbakanlık Ofisi’ne gönderiliyor.(2) Ez cümle, iki şehir de birdenbire yıkıldı ve hiçbir şey birdenbire olmadı.

Saniyeler içinde tüm şehri darmaduman eden bu yıkımların meydana gelişi aslında bir süreç idiyse, enkazın ne olduğu sorusunun cevabı da bir süreci işaret ediyor. Antropolog Joanne Randa Nucho, Beyrut’taki patlamanın ardından attığı tweet’te şöyle yazıyor: ‘Hadjin’in kötü şekilde zarar gördüğünü duyuyorum. Burası, günümüzde Türkiye topraklarında olan ve ismi Saimbeyli olarak değiştirilen, yerlerinden edildikleri köy olan Hadjin’den hayatta kalan Ermenilerin inşa ettiği Beyrut mahallesi. Büyükannemin evi ve kilisesi. Yıkımın katmanları…’ (3) Lübnan’da 1975-1990 arası yaşanan sivil savaş Beyrut’taki yıkımın çok katmanlılığını ortaya seren en çarpıcı noktalardan biri. Fakat Nucho’nun belirttiği gibi katmanlar bundan ibaret değil. Beyrut’taki yıkımın ortaya çıkardıkları Beyrut’un da sınırlarını aşan yıkım, yeniden inşa ve yeniden yıkım hikayeleri. Üstelik her enkaz içinde oluştuğu farklı yıkım katmanlarını da barındırıyor; bugün Beyrut’taki enkaz süregiden ekonomik kriz, yolsuzluk ve küresel salgının tam ortasında yaşanıyor. Öyleyse enkaz nedir, nereden, ne zamandan başlar, sınırları nasıl çizilir?

Adapazarı’ndaki depremde yıkılanın ne olduğu sorusu daha ziyade sayılardan ibaret kaldı. Her bir yıkılan yapının, sokağın, mahallenin hikayesi, süreci neydi? O gece, yıkıntıların arasından çıktıktan sonra, hemen karşı sokağımızdaki babaannemlerin tek katlı evlerinin bahçesine ulaşabilmiştik. Tek ya da iki katlı evlerden oluşan bu mahalle hep beraber günün ağarmasını beklemek için güvenliydi. Kuzenimle beraber sokaklarında oynayarak büyüdüğümüz mahalle. Çoğunlukla Boşnak göçmenlerin kurduğu ve daha sonra Selanik göçmenleri gibi diğer halkların da yerleştiği mahalle. Babamın, Seyhan’ın sulama kanallarında yüzme öğrendiği, çok sevdiği Adana’yı bırakıp geldiklerinde, ailesiyle beraber kendi elleriyle inşa ederken bodrumunda gizlice ağladığı tek katlı ev. Bu, yıkılan mahallerden, evlerden sadece bir tanesinin hikayesinden sadece küçük bir kesit. Tarihçi Aslı Odman, yıkımın ve enkazın verisini tutmaktan bahsettiği yazısında, devletin kıyımlara dair veri toplamama yani politikasızlık politikasına karşı, sivil ve müşterek enkaz verilerinin bir adalet talebinin parçası olarak görülmesi gerektiğinin altını çiziyor. (4) Enkazın ne olduğu sorusunu açmak, kaydı tutulan yıkım verisini de katmanlaştırmayı gerektiriyor. Ve bu katmanlarda, yıkım ve yeniden inşanın iç içiçeliği de göze çarpıyor. Bugünlerde, patlamanın ardından Beyrut sokaklarının temizlenmesi, zarar gören mekanların yeniden düzenlenmesi gibi işleri hep beraber yapan Beyrut halkına dair haberleri izliyoruz. Bu videolardan bir tanesinde, enkazın kaldırılmasında gönüllü emek veren Beyrutlu genç kadın Jana Saleh “Dirençli olduğumuzu halk olarak biz söyleyebiliriz. İnsanlar dirençli olduklarını kendileri söyleyebilirler. Hükümetin bunu söyleme hakkı yoktur. Direnci olan bir ülkede yaşamamamız gerekir” diyor. (5) Yönetimin, halka ve yaşama karşı sorumluluğu olduğunun altını çiziyor bu sözleri. Yaşarken dirençli olma gerekliliği, yönetimin sorumluluğunu yerine getirmediğini gösterir en başta. Bu sorumluluğun, yaşamı yeniden kurmak için halkın dirençliliğine ihtiyaç duymayı değil, yıkımın yaşanmamasını sağlamak olduğunu hatırlatıyor bize Saleh.

İkisi de basitçe bir doğal afetten ya da bir kazadan ibaret olmayan 99 depremi ve Beyrut patlaması, Ağustos ayına üstü hiç kapanmayacak, yankısı zamanın ötesine geçecek şekilde kazınıyor. Öyle ki bazılarımız felaket gününü ancak 21 yıl sonra yazabiliyor.

(1) https://www.nytimes.com/2020/08/05/opinion/beirut-port-explosions.html#click=https://t.co/1KTdGEcoxR

(2) https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/08/06/beyrutun-olumu-ve-lubnanin-dirilme-sansi/

(3) https://twitter.com/JoanneNucho/status/1290753447168323584

(4) Aslı Odman, 2019. Asbest Tehlike Haritası: “Ortalık Toz Duman”. Beyond.Istanbul Özel Sayı: Istanbul Yollarında Kentsel Politik Ekoloji. Mekanda Adalet Derneği. s.70-78.

(5) https://www.youtube.com/watch?time_continue=11&v=pam6kuQPyc8&feature=emb_logo

Ekin Kurtiç: Doktora sonrası araştırmacı Brandeis Üniversitesi, Orta Doğu Çalışmaları Merkezi