Her insanın tutunduğu bir dal vardır, düştüğünde tekrar kalkıp hayata sarılmasını sağlayan nedenleri.

Kiminin ailesidir bu, kiminin sevdası, kiminin idealleri, bazılarının ise her şeye kafa tutması, direnme isteği. 

O ya da bu, nefes almamızı sağlayan ne varsa o bizim vazgeçilmemizdir.                      

Kimi de bir hayale tutunur ömür boyu. Hiç gerçekleşmeyeceğini bilerek bir yalana inanmak kolay gelir ona.

Belki de bu yüzdendir kadınlarımızın aşk filmlerine tutkusu. Hiç yaşamadığı, büyük ihtimalle de yaşamayacağı bir sevdayı kendini esas kadının yerine koyarak izlediği diziler. Bilir sonunda mutlu son olacağını ama her ayrılık sahnesinde ağlar, diğer kadına kin tutar. 

Kolaydır aslında bir hayale inandırmak kendini, sorumluluğu yoktur. O yüzdendir belki de,  dizide veya filmde yaşanan sevdaları iç çekerek izlediği halde sokakta el ele gezen sevdalılara dünyayı zindan edişi. Çünkü o gerçektir ve aslında hiç olmayan bir hayale tutunduğunu haykırır yüzüne. “O ne der, bu ne söyler?” diyerek tükettiği ve sorumluluğunu alamadığı hayatı hatırlatır ona. 

Hayat herkese adil değildir, gümüş tepside sunmaz güzellikleri, tırnaklayarak kazanman gerekir çoğunlukla. 

 Dedim ya, hep tutunacak bir dalımız olmalı diye. Ben lise birde okulu bırakmak zorunda kaldığım ve eğitim hayatıma devam edemediğim yıllar boyunca hep ileride bir gün mutlaka yeniden okula dönebileceğime olan inancıma tutundum. Kendime, geleneksel hayat gereği, evlensem bile okumaya yeniden döneceğim konusunda söz verdim. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum ama bir yolunu mutlaka bulacaktım. En karanlık günlerimde, beni ayakta tutan bu hayal oldu. Sonunda bir şekilde bu hayalimi gerçekleştirdim, liseyi bitirip üniversiteye gittim, sonra da meslek sahibi oldum.  Çevremde, annem dışında kimsenin yapacağımı ummadığı şeyi başarmış, altı yıllık kâbusu sona erdirmiştim. 

Üniversitede  küçüklükten beri aldığım bilgilerle az- çok bir şeyler yapmaya çalışırken aslında hayatın hiç de annemin anlattığı gibi naif ve ‘’kötülükten bir şey çıkmaz’’ şeklinde olmadığını, yıllarca bir fanus içinde yaşadığımı gördüm. Ben hep  ‘’Kötülüğe kötülükle karşılık verme, bırak yaptığından utansın’’ telkinleriye büyümüştüm.  Bunun gerçek hayatla ilgisi olmadığını görmek benim için ikinci düşüş olmuştu. Hayat naif olmaya izin vermeyecek kadar sertti. O zaman da, küçüklükten öğrenerek geldiğim, elimizden geldiğince yaşattığımız sol değerlere tutundum. Her eylemde, her mücadelede az çok var olmaya çalıştım. O mücadelenin içinde nefes aldığımı, var olduğumu hissettim. 

Süreç içinde ideallerimde değil ama mücadele yöntemlerimde değişiklikler oldu. Daha önce hiç tanımadığım bambaşka fikirlerle karşılaştım. Öğrenmeye o kadar açtım ki her anlatılanı büyük bir hevesle dinliyor ve her seferinde kendi cahilliğimden utanıyordum.

Bugün bile hala farklı bakış açılarını dinlemekten müthiş haz alıyorum. Hala çoğu kişi benden daha bilgili ve ben hala o cahil çocuğum, derim zaman zaman. 

Bu yıllar içinde tutunduğum dalların kırıldığı da oldu.  Uçurumun dibine düşerken, artık bir daha gün yüzü göremem derken başka dallara tutundu ellerim.  Tırnaklarımla kazıyarak toprağı, yeniden merhaba dedim güneşe.

Son bir yıldır da yazmaya tutundum. Yıllarca anlatamadığım, içimde biriktirdiğim ne varsa kâğıda dökülüyorlar bir bir. Bazen unuttuğumu sandığım, çok karanlıkta kalmış hatıralar “Biz gitmedik, hala buradayız.” diyerek hatırlatıyorlar kendilerini. Durup yeniden bakıyorum onlara. Önceleri benim için ne anlam taşıdıklarını hatırlamaya çalışıyorum. Neden o kadar üzüldüğüme anlam vermeye çalışıyorum bazı acılar için. Hepsi yüreğime bir çizik atarak geçip gittiler hayatımdan. 

Bugün anlıyorum ki yazmak hayatta tutunduğum ikinci doğru dal olmuş benim için.  İlk günler korkarak attığım adımlarımı, hala biraz daha çekingen halde olsalar da, şimdilerde yere daha sağlam basarak ilerliyorum hayatın yollarında. Bana kendimi yeniden keşfetme şansı veren başta Tuncer abim olmak üzere, yanımda duran, bana cesaret veren, eleştirileri ve önerileriyle yol gösteren herkese binlerce teşekkürlerimle. 

Biz yeter ki kırılan dallara ve uçurumun derinliğine değil, hep göğe bakalım. Doğru yere bakarsak göreceğiz ki güneş hep orda. İçimizi ısıtıp dünyamızı aydınlatmaya hazır, bizi bekliyor