Gecen hafta,“Eğitimde 2023 Vizyon Belgesine” genel hatlarıyla bakmış ve geçmiş AKP hükümetlerinin “piyasa merkezli anlayışını” ve eğitimde yaşanan muhafazakârlaştırmayı sürdürmeyi hedefleyen yaklaşımına devam edileceği, bu anlamda Eğitim Politikalarına ilişkin yeni bir şey söylenmediğini tespit etmiştik. Bu yazımızda geçen hafta söz verdiğimiz gibi Vizyon Belgesi’nin detaylarına bakmaya çalışacağız.

Eğitimin piyasacı ruhunu, ticarileşmesini anlatmak için detaylı bir incelemeye de gerek yok aslında, “piyasa koşullarına uygun bireyler yetiştirmek” ifadesinin Türk Milli Eğitim Sisteminin Temel Hedeflerine, girmiş olması her şeyi anlatmaktadır. Türk Milli Eğitim Sisteminin 3 nihai (temel) amacı vardır. İlki maddenin başında niteliklerini saydığı; “… iyi insanlar yetiştirmek.” İkincisi yine başta niteliklerini saydığı “… iyi yurttaşlar yetiştirmek” ve üçüncüsü ise önceden niteliklerini saydığı, “ … üretime katılan bireyler yetiştirmek .” iken bu maddeye “piyasa koşullarına uygun” ibaresi eklenmiştir.

4+4+4 deşikliğinden bu yana Türk Milli Eğitim Sistemi piyasa koşullarına uygun bireyler yetiştirmeyi hedeflemektedir. Vizyon Belgesi de bu hedefin nasıl gerçekleştirileceğine dair yeni yöntemler üretmektedir. Milli Eğitim Bakanı bir konuşmasında; “çocuk tornacı olacaksa, İngilizce, müzik, resim vb. dersleri görmese de olur” anlamına gelecek sözler söylemesi, iyi donanımlı, nitelikli öğrencilerdense, piyasanın ihtiyacına cevap verecek asgari donanımda bireyler yetiştirme tercihini ortaya koymaktadır.

Okulların finansman ihtiyacını kendi kaynaklarından (bağışlar, aidatlar vb) sağladığı ve kendi bütçesini oluşturduğu piyasacı bir model benimsenmektedir. Bu da, zorunlu eğitimin tüm yurttaşlara parasız olmasına rağmen velinin müşteri olarak algılanmasına, veliden para toplanmasının meşrulaşmasına yol açacaktır.

Vizyon Belgesi’nde “Öğrencilere okurken çalışma fırsatı verilecek” ifadesinin anlamı, öğrencilerimizin eğitimlerini sürdürürken aynı zamanda “ucuz iş gücü” olarak kullanılmasıyla ilgili politika uygulamalarının önümüzdeki süreçte de sürdürüleceği anlaşılmaktadır.

Vizyon Belgesi’nde yıllardır iktidarın özel olarak ilgilendiği imam hatip okullarına açılan başlık ve atılacak adımlar, diğer okul türleri ve öğrenciler arasında yaratılan eşitsizliğin devam edeceğini göstermektedir. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim–Sen)’in yaptığı araştırma, tüm Türkiye’de hatta AKP’nin en yüksek oyu aldığı Yozgat, Konya, Sakarya gibi kentlerde bile; öğrencilerin/velilerin, öncelikle Fen Liselerini, sonra Sosyal Bilimler/Güzel Sanatlar Liselerini, sonra Anadolu Liselerini, Meslek Liselerini ve en son olarak İmam Hatip Liselerini tercih ettiklerini ortaya koymaktadır.

Vizyon Belgesi’nde en çok öğrencisi olan Anadolu Liselerine başlık dahi açılmamışken buna karşın halktan en az talebi gören ve çoğu kez öğrencilerin başka okul/kontenjan kalmadığı için kayıt yaptırmak zorunda kaldığı imam hatip okullarına ilişkin başlık açılması, yeni düzenlemeler yapılacağının anlatılması, diğer okul türleri ve öğrenciler arasındaki ayrımcılığın sürdürüleceğini göstermektedir.

Oysa imam-hatip okullarının yaygınlaşmasının öğrencileri dindar yaşam biçimini benimsemesine değil aksine din ile arasına mesafe koymasına yol açtığı, “imam hatipli öğrencilerin deizme kaydığına” ilişkin açıklama, daha bu yılın başında, Milli Eğitimin düzenlediği bir çalıştayda yapılmıştı. Hal böyle olunca, asıl hedefin dindar bireyler yetiştirmek olmadığı, yoksul halkın çocuklarını, üretim bandında kendisine verilen işi yapan, her türlü olumsuzluğa rağmen ses çıkarmayan, itaat eden, vasıfsız, piyasaya ucuz iş gücü olacak bireyler olarak yetiştirmek olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.

Eğitimin niteliğinden söz ederken öğretmenlerin durumuna bakmamak olmaz. Bakanlık nezdinde ilk kez bir planlamada, Vizyon Belgesi’nde; “Ücretli Öğretmenler”den söz edilmektedir. Ücretli Öğretmenlik, öylesine tuhaf bir istihdam biçimidir ki anlatmaya kalksam Vizyon Belgesine yer kalmaz. Şu kadarını söyleyeyim, bu öğretmenler, anayasadaki ve iş kanunundaki açık hükümlere rağmen, devlet tarafından asgari ücretin altında maaşla, kadrosuz ve iş güvencesiz olarak çalıştırılmaktadırlar. Ağzını açanın öğretmenlerin az çalıştığını, yaz tatilini vb. hak etmediği kadar yüksek maaş aldığını ima eden açıklamalar yaptığı bu ülkede, asgari ücretin altında maaşla çalıştırıldığı “Ücretli öğretmenlik” diye bir garabetin yaşandığı kimsenin dikkatini çekmemektedir. Bu vesile ile “Ücretli Öğretmenlik” meselesini size haftaya enine boyuna anlatmak isterim. Birileri bu acayip durumu fark etmiş olacak ki Vizyon Belgesi’nde ücretli öğretmenlerin ücretlerinin iyileştirileceği ve Sözleşmeli Öğretmenlerin görev sürelerinin 3+1 yıla düşürüleceği olumlu adımlar olarak sunulmuştur. Oysa yapılması gereken, eğitimde, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik başta olmak üzere, her türlü güvencesiz istihdam biçiminin kaldırılması ve bütün öğretmenlerin kadrolu ve güvenceli olarak atanmasıdır.

Vizyon Belgesi’nde öğretmen alım sistemindeki sorunlara yönelik hiçbir somut öneride bulunulmamıştır. MEB’in resmi öğretmen açığını 117 bin olarak açıkladığı bir ortamda, ataması yapılmayan 400 bini aşkın öğretmenin atanma sorununun hiç gündeme getirilmemesi önemli bir eksiklik olarak dikkat çekmektedir.

Vizyon Belgesinde “Liyakat” vurgusunun yapılmış olması önemli bir adım olmakla birlikte, Bugüne kadar defalarca liyakat vurgusu yapılmış, ancak eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde büyük ölçüde sendikal ve siyasal torpil mekanizması işletilmiştir. Bizim yıllardır eleştirdiğimiz, okul müdürü vb. yönetici atamalarında liyakat zaafiyeti yarattığını öne sürdüğümüz mülakat sisteminin öğretmen alımında da kullanılması ciddi bir liyakat sorunu doğurmaktadır. Eğitim fakültesini yüksek derecelerle bitirmiş, KPSS’de yüksek puan almış öğretmenler mülakat nedeniyle atanamazken, çok daha düşük puanlı ama çeşitli, dernek, vakıf, tarikat, cemaat gibi oluşumlardan referanslar getiren öğretmenlerin atamasının yapıldığına dair iddialara sıkça rastlanılmaktadır.

Öğretmen atamalarında ve eğitim yöneticilerinin görevlendirilmesinde benimsenecek değerlendirme ölçütleri tamamen objektif ve bilimsel kriterlere dayanmalı, mülakat ve siyasi referanslar değil, liyakat ilkesi temel alınmalıdır. Vizyon Belgesi’nde liyakat vurgusunun sadece eğitim yöneticileri ile sınırlı tutulması ve liyakat kriterinin ne olacağına ilişkin herhangi bir ifade olmaması önemli bir eksikliktir.

Vizyon Belgesi’nde yer alan bir başka başlık ‘Öğretmenlik Meslek Kanunu’ çıkarılmasına yöneliktir. MEB’in Öğretmenlerin mesleki ve özlük haklarına yönelik olarak bugüne kadar benimsediği yaklaşım, ücretli öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik gibi ugulamaları dikkate alındığında, çıkarılması düşünülen Meslek Kanunu’nun nasıl bir içerikte hazırlanacağı konusunda çok sayıda soru işareti bulunmaktadır.

Öğretmenlik Meslek Kanunu’ndan beklentiler öğretmenlerin yetiştirilmesi, iş güvencesi, mesleğe alınması, ücretler, emeklilik, sağlık, öğretmenlik mesleğinin temel sorunlarını dikkate alan bir içerikte hazırlanması şeklindedir. Başta öğretmenler olmak üzere, eğitim emekçileriyle, sendikalar ve alandaki meslek örgütleriyle herhangi bir diyalog kurmadan, bu konudaki talepleri dikkate almadan ‘masa başında’ hazırlanacak bir meslek kanununun daha baştan işlevsiz olması kaçınılmazdır.

170 ülkenin imzalamış olduğu, 175 maddeden oluşan “Eğitim Enternasyonali” Öğretmenlik Mesleğinin ve Eğitim Etkinliklerinin, evrensel ilkelerin belirlendiği bir metindir. Bu belgede, öğretmenin iş güvenceli olarak çalışması, öğretmenin özlük haklarıyla değil, çocuğun eğitim hakkı ile ilişkilendirilerek ele alınmıştır. İş güvencesi olmayan öğretmenin, sözleşmesini yapan otoriteye yaranmak için, bu gün A hükümetine yakın, yarın B hükümetine yakın, yanlı eğitim vereceğini, evrensel değerlere uygun, bilimsel eğitim veremeyeceğini bunun da çocuğun “Eğitim Hakkının” engellenmesi anlamına geleceği nedeniyle, öğretmenlerin mutlaka güvenceli olarak çalıştırılması gerektiğini öne sürmektedir. Türkiye bu belgeyi imzalayan 170 ülkeden biridir. Öğretmenlik Meslek Kanunu hazırlanırken mutlaka bu belgeyi esas almalıdır.

Eğitim sisteminin ve öğretmenlerin yaşadıkları sorunlara kalıcı çözümler üretilmesi, Türkiye’de eğitimin niteliğinin arttırılması ancak köklü değişikliklerle mümkündür. Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından, eğitimin laik ve bilimsel yönünün geliştirilmesine; derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her kademesinde köklü bir değişime ihtiyaç vardır. Başta öğretmenler olmak üzere, eğitim emekçileriyle, sendikalar ve alandaki meslek örgütleriyle herhangi bir diyalog kurmadan, onlarla birlikte hazırlanmadan yapılacak olan hiçbir çalışmanın sonuç alması mümkün olmayacaktır. Oysa MEB’in açıkladığı Vizyon Belgesi’nin ne yazık ki böylesi bir yaklaşımı olmadığı görülmektedir.