Ünlü Alman filozof Friedrich Wilhelm Nietzsche ‘’ Beni öldürmeyen acı güçlendirir’’ demiş.

Genelde bizlere yüklenen zayıf, korunmaya muhtaç, narin varlık algısına inat aslında zorluklar karşısında hep güçlüdür kadınlar.

Ancak, ne yazık ki pek çoğumuz bu gücümüzün farkına varamadan bir ömür tüketiriz. Elimizi uzatsak tutacak kadar yakınken hayallerimiz, yıldızlar kadar uzak görünür gözümüze. Böyle öğretilmiştir. Kadın başkaları için hayatını feda edecek, hep susacak, toplumun ona biçtiği rolü oynayacaktır.

Yine de her zaman işlemez bu döngü, bazıları masalları tersine çevirmeyi, kendilerine kader diye sunulan ‘’yazgıyı’’ yenmeyi başarır.

Avukat Nurten Kadı Duman da kendi masalının kalemini başkalarının elinden alıp, kendi yazmayı başarmış kadınlardan.

Trabzon’un dağ köyünde hayvan otlatmaktan hemşireliğe, oradan milli sporculuğa ve en son avukatlığa uzanan zorlu ama yolcusu kararlı bir uzun hayat hikayesi.

Biz sustuk, söz şimdi bu savaşçı kadında.

Serap ÖZER

-Bize biraz kendinizden söz eder misiniz?

Sekiz çocuklu bir Karadeniz ailesinin en büyük çocuğuyum. Kamyon şoförü olan babam, ben orta ikiye giderken geçirdiği trafik kazası nedeniyle ayaklarını kaybetti. Bu aşamadan sonra aynı zamanda ailenin para kazanacak konumdaki kişisi durumuna geçtim.

Hem okudum, hem de ortaokul yıllarımdan beri çalışarak aileme destek oldum. İlk ve ortaokulu doğduğum köyde, liseyi Çorum Sağlık Meslek Lisesi’nde yatılı okudum. Burayı bitirince hemşire olarak tayin oldum. Aynı zamanda milli sporcu olarak Hacettepe Spor Bilimleri’ne girdim. Beş yıl sonra evlendim. Eşim hukukçuydu, onun teşvikiyle tekrar sınavlara girdim ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım.

Evlilik, iş yaşantım ve iki çocukla beraber 2000 yılında fakülteyi bitirdim. Ara dönemlerde altı yıl hemşirelik, beş yıl öğretmenlik olmak üzere on bir yıl devlet memurluğu yaptım. 2000 yılından sonra da avukatlığa başladım.

- Bildiğimiz kadarıyla ‘’Kadı’’ sizin evlenmeden önceki soyadınız. Nasıl oldu da sonradan ikinci isminiz oldu?

Doğru Kadı benim kızlık soyadım. Evlendiğim dönem kızlık soyadının kullanılması yasal olarak mümkün değildi. Ben eşimin soyadına tabii olmak istemiyor, kendi soyadımı kullanmak istiyordum, ancak yasal engel vardı. Eşime bunu şart koşunca bana yardım etti ve isim tashihi davası açarak eski soyadımı isim olarak alabildim. Onun için Nurten Kadı aslında benim ismim.

-Sizin sporcu bir geçmişiniz var. Spora ne zaman başladınız? Sporla ilgili olmak sizce bir kadının yaşamında ne ölçüde değişim/ dönüşüm sağlar ya da sporun sizin yaşamınıza dokunuşu neleri getirdi?

Aslında spora çok şey borçluyum. Ben Trabzon’un dağ köyünden sekiz çocuklu bir ailenin en büyük çocuğuyum. Doğduğum köyde kız çocukları okutulmazdı. O dönemde okulda üç kız öğrenciydik; benim dışımdaki diğer iki kız da öğretmen çocuğuydu Ortaokulda iken Ankara’dan yeni mezun bir matematik öğretmeni gelmişti. Yeni ve idealist bir öğretmendi. Bizlere yeni bir şeyler katmak istiyordu. Bir gün bana ‘’Yarın en güzel spor kıyafetlerini giy gel seni koşuya götüreceğim’’ dedi. Çünkü her gün okula gidebilmek için 14- 15 kilometre yol yürüyordum. Bu kadar yürüyen birinin koşabileceğini düşündü. O dönem de yokluk zamanı, ben altıma basma fırfırlı bir etek, üstüne de amcamın Almanya’da çalışırken bana getirdiği beyaz gömleği giydim, ayağımda kara lastiklerim olduğu halde ‘’Hazırım öğretmenim’’ dedim. Öğretmen 23 yaşında, Ankara’dan gelmiş, hayatında hiç köy görmemiş biri. Bir bana baktı, bir sağa sola baktı ‘’Spor giysilerin demiştim kızım’’ dedi. ’’Öğretmenim en güzelleri demiştiniz benim de en güzelleri bunlar’’ dedim. Beni aldı şehre götürüp eşofman aldı daha sonra koşunun yapılacağı yere götürdü. İlk defa şehir merkezini gördüm.

Yarış öncesi bizi çizgiye dizdiler ve bin beş yüz metrelik bir koşu olduğunu söylediler. Parmak kaldırdım “Ben yolu bilmiyorum” dedim. Üstüme baktılar, üstünde beyaz saten gömlekli altında kara lastikli bir kız. Diğerleri ise kulüplere bağlı kızlar. Hakem, “Koş işte, birinci mi olacaksın sanki? Kim gidiyorsa arkasından git işte” dedi. Yarış başladı, tabii köyde çalışıp, günde on beş kilometre yürüdüğümden gücüm yerindeydi. Koşuyorum öne geçiyor ama yolu bilmediğimden durup birilerin beni geçmesini bekliyordum. Bir kaç kere böyle yapınca önde giden polis arabası beni fark etti, durdu, bana ‘’ Sen neden arkadaşlarını bekliyorsun?’’ deyince “Yolu bilmiyorum” dedim. ‘’Beni takip edeceksin’’ dedi. Ben de onu takip ederek yarışı yaklaşık beş yüz metre farkla bitirdim. Ancak yarış sonucuna itiraz edildi, “Kestirmeden gelip hile yapmıştır” dediler. Hocamız da kimseyi tanımıyordu itirazlara karşılık verdi ancak yeterli olmadı. Oradan biri “Yeniden koşulsun” dedi. Hocamız buna itiraz etti; ama ben öğretmene gidip ‘’Öğretmenim koşarım ben yeniden’’ dedim. Koşmak isteyenleri yeniden çizgiye götürdüler bu sefer takibe motosikletler de dahil oldu. Diğer sporcular benden çok daha fazla yorulmuştu, bu sefer yarışı yedi yüz- sekiz yüz metre farkla kazandım.

Bizi bir iki ay sonra Ordu’ya bölge yarışmalarına götürdüler. Hayatımda ilk kez belediye otobüsü gördüm, restoranda yemek yedim. Hayatımda ilk kez denizi gördüm. Ben Trabzonluyum ancak dağ köyünden olduğumdan daha önce denizi görmemiştim. Ordu’da da birinci olunca beni Ankara’ya götürdüler. Köyden başka bir yer görmemiş çocuk, beş altı ay içinde üç şehir ve ülkenin başkentini görüyor ve o köyün dışında da bir dünya olduğunu fark ediyor. Ben böyle sporcu oldum. Spor için özel bir antrenman yapmadım ama yaşadığım koşullar en ağır antrenmandan daha ağır olduğu için üç- beş yıl içinde milli sporcu oldum. Spor bana dünyanın penceresini açtı. O zaman teknoloji bu kadar gelişmediği için sizi etkileyebilecek çok fazla etken yoktu, ancak görerek fark ediyordunuz. Bu farklı dünyaları görünce “Evet köyden farklı bir dünya var ve ben de bunu yaşamalıyım’’ algısına kapıldım. O dönemden sonra okuma isteğim çok çok arttı. Ailem beni okutmazlarsa evden kaçacağımı söyledim. Benim üniversiteyi bitirmemde de hayata atılmamda da sporun çok büyük etkisi vardır. Bu benim hayatıma kattığı artı. Bunun yanında spor yaptığım dönemde kendimi çok daha mutlu, çok daha enerjik hissettim. Spor yaparak aslında kadının her alanda var olduğu duygusunu hissettim. Yani köyde kadın kahvehaneye bile gelmemiş, erkeklerin bulunduğu ortamda bile bulunmamış ben, şortumu giyerek erkek sporcularla koşma özgürlüğünü hissettim. Başarı kazanınca da buna pek ses çıkarmadılar. Spor aslında dünyaya bakışımı değiştirdi. Bence her insanın hayatında olmalı.

-Biliyoruz ki kız çocukların eğitimlerinin önünde çeşitli nedenlerle sürekli engel çıkarılmaktadır. Çeşitli nedenlerle kadınların eğitimden koparıldığı bu günlerde her şeye rağmen okumak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Benim ailem izin vermedi kaçarak okudum. Bana göre insanın bir hedefi, bir umudu, bir gelecek planı olmalı. Bu gelecek planı, umut için yaşın önemi yok. Her yaşta farklı umutların, farklı planların oluyor. O nedenle bana göre savaşmalı, savaşmalı, savaşmalı. Yani hiç bir şeyden yılmadan savaşmalı. Benim en karakteristik özelliğim savaşçılığımdır. Eğer bir şeyi kafama koymuşsam o uğurda ölene kadar savaşırım. Hayatımda asla ‘pes’ demeyi sevmedim, hiç de demedim. Kız çocukları okumak için ne gerekirse yapmalı ve burada en büyük destekçileri de hemcinsleri olan anneleri olmalı. Kendilerine biçilmiş kaftanı ancak böyle yırtabilir farklı dünyalar görebilirler.

-Yasal mevzuat bu konuda ne diyor? Reşit olmayan kız çocukları eğitim hakkını korumak için yasalardan yardım alabilirler mi?

Böyle durumlarda Milli Eğitim Müdürlükleri’ne şikâyet ediyorlar ama yaptırımı sadece idari para cezası ve aileyi ikna etmeye çalışıyorlar. Aslında yasa koyucu ne yaparsa yapsın altyapı yoksa insanlar bundan kaçacak yol bulur. Bu nedenle asıl çözüm ağır cezalar vermek değil halkın bu konuda bilinçlendirilmesi, özendirilmesi, ekonomik geliri düşük ailelere yardım edip, gelecekteki kontrollerini sağlamakla gerçekleşebilir.

Daha ilkokuldan kız erkek ayırımı yapmadan meslek tercihine yönlendirmek gerekiyor. Zaten ‘ekonomik geliri düşük insanlar okusa ne olur, nasılsa boşta kalacak’ diye düşünüyorlar. Bir güven bir gelecek umudu yaratmak, bunu gerçekten desteklemek gerekiyor. Bu da sistemin değişmesi ile mümkün olabilir. Yoksa sadece yasayla bunların değişme olasılığı çok düşük.

-Tekrar size dönersek, sporcu kimliğiniz var, bir dönem hemşirelik ve öğretmenlik yapmışsınız, hukukçu kimliğiniz var. Bir koltukta bir kaç karpuz taşıyorsunuz. Bunu nasıl başardınız? Hiç yorulup artık bir yerde bırakayım demediniz mi?

Hayır, hiç demedim. Az önce çok savaşmamız gerektiğinden bahsettim. Ben hayatım boyunca hep savaştım. Aslında hayatımın her döneminde hep birkaç işi bir arada yaptım, çünkü ben var olabilmek için çok olağanüstü çalışmak zorundaydım.

Ortaokuldayken eğitimime devam edebilmek için tatillerde tarlalarda çalıştım, çünkü ailemin okul masraflarını karşılayacak parası yoktu. Liseyi yatılı okumama rağmen ihtiyaçlarımı karşılayabilmek için çalışmaya devam ettim. Yatılı okulda gece yat saatinden sonra mum ışığında oyalar örüp, satarak ihtiyaçlarımı karşıladığım gibi ailem de küçük de olsa katkıda bulundum. Üniversite dönemimim de bir yandan hemşire olarak çalışıp, diğer yandan spor bilimlerini okuyordum. Bu dönemde kardeşlerim köyde okuyamadığı için yanıma alıp okumalarını sağladım. Daha sonra evlendim ve çalışmaya öğretmen olarak devam ettim ve aynı zamanda hukuk fakültesini okudum. Bu arada iki çocuğum da vardı. İşten geldikten sonra çocuklarla ilgileniyor onları yatırdıktan sonra saat on birde kendi derslerime çalışmaya başlıyordum. Hemşire iken aldığım eldivenlerin içine su doldurup buzluğa koyar, gözlerim yoruldukça sırayla o buz kalıbını gözümün birinin üstüne koyup diğeri ile okumaya devam ederdim. Ama hedefim vardı. Bu şekilde hukuk fakültesini çalışarak, iki çocukla ve okula gitmeyerek dört yılda bitirdim.

Ben hayatın bir mücadele olduğunu düşünüyorum. Eğer gerçekten çalışırsanız güçlü olup bir yerlere gelebiliyorsunuz, yoksa bize hiç bir şey hazır sunulmadı ve bundan sonra da sunulmayacak. Mücadeleyi bıraktığınız anda çekirdek ailede bile ikincil duruma düşüyorsunuz. Toplumda da öyle. Üretkenliğiniz bittiğinde aslında her şey bitiyor. Ben kırk dokuz yaşındayım, şu ana kadar hep çalıştım ve ürettim ve böyle mutlu oldum. Doksan yaşına kadar da çalışmaya devam.

-Genelde kadının mevcut durumunun ve kadın mücadelesinin yalnızca 8 Mart’larda, 25 Kasım’larda gündemleştiğini görüyoruz. Üstelik bu günlerde de motivasyonun tamamen kadınların ne kadar ezildiği, ne kadar sömürüldüğü oluyor. Sizce de yeterince kadının yaşadığı dezavantajlı durumu konuşmadık mı? Artık kadının gücüne odaklanmak, motivasyonu negatiften pozitife çevirmek gerekmez mi? Sizce kadının zayıf pozisyona itilmesinin temelinde ne var? Kadın bunu özümsüyor mu? Toplum mu buna itiyor? Kadın bu cendereyi kırarsa nasıl olacak? Kadına biçilen kurban rolü bir kader midir?

Kadınların aslında Türkiye’de bu durumda olmasının pek çok nedeni var. Birincisi yaşadığımız ülke en başta demokratlığı, kadın erkek eşitliğini ne kadar özümsemiş? İkincisi yüzde doksanının Müslüman olduğu bir ülke ve dinin yanlış anlaşılması, yanlış yaşanılması ya da birilerinin işine geldiği şekilde yorumlanması. Bana göre bunlardan daha önemlisi Türkiye’de kadının ekonomik olarak zayıflatılmış olması. Birçok etken bir araya geldiğinde, gerek geleneksel eğitim şeklimiz, gerek sistem kadınları hep ikinci plana itmiş. Bu arada birinci planda olan kadınımız yok mu? O da var. Ben onun şundan kaynaklandığını düşünüyorum: Gerçekten erkeklerin birinci planda olması için çok zeki olması ya da çok çok üstün performans göstermesi gerekmezken, kadının o biçilmiş rolden çıkabilmesi için çok üstün performans sarf etmesi gerekiyor. Bu üstün gayreti sarf edemeyen kadınlar maalesef hep kendilerine biçilmiş kaftanı giymek zorunda kalıyorlar. Çok üstün gayret sarf eden kadınlar da o kaftanı bir şekilde yırtmayı başarabiliyorlar. Biz çok mücadeleyle veya isteyerek tabii ki bazı şeylerin üstesinden gelebiliriz; ama sorunu tamamen kişisel mücadele ile aşabileceğimize de inanmıyorum. Çünkü kendinde savaşma gücü bulabilmek de bir alt yapı istiyor. Herkes bu gücü kendinde bulamıyor. Anadolu’da kendi kaderine terk edilmiş, köyünden başka yer görmemiş, babasından, abisinden başka erkek tanımamış kadının açılması, o kaftanı üstünden çıkarması çok çok zor bir olay. Onun için bana göre bir uyaran olmalı, bu da bana göre zor ve istisna. Bu durumun değişmesi için köklü değişimler gerekiyor. En başta ailede değişim lazım. Bizler anne olduğumuzda çocuklarımızı ona göre yetiştireceğiz. Bu değişim yıllar boyu sürecek bir şey. Aslında demokrasi iç içe geçmiş, kadın erkek eşitliğini benimsemiş toplumlarda oluşabilecek bir durum. Yoksa bir iki kadının çırpınması ile olabilecek bir şey değil.

Ben o nedenle kronolojik günlere çok inanmıyorum; çünkü o günlerde hedef kitleye ulaşamıyorsun. Sadece birbirimize ulaşıyoruz. Gerçekten ona ihtiyacı olan hedef kitleye ulaşmıyoruz. Bu röportajı dahi asıl hedef kitle nerden görüp okuyacak da ışık görecek? Bana göre daha spesifik çalışmalar yapmak ve örnek oluşturmak gerekiyor. Ben kendi köyümde lise ve üniversite okuyan ilk kadınım. O dönemlerde hep okuyan kadın kötü yollara düşer algısı vardı. Şimdi ben köye gittiğimde çok saygı duyuyorlar ve anneler kızlarıyla konuşup onları teşvik etmemi istiyor. O kadınların önünde rol modeller olması gerekiyor, çünkü kendi ufkuyla bunu yırtabilme şansı yok.

-Kadına yönelik her türlü şiddetin korkunç derecede arttığı bir dönemde yaşıyoruz. Bir yandan da bunlarla mücadele eden ve ettiğini söyleyen bazı kadın dernekleri, kadın grupları da var. Ancak seslerini yeterince duyuramıyorlar. Sizce bunun nedeni nedir? Bir yerde eksik mi davranılıyor? Daha görünür olabilmek için neler yapılabilir?

Bana göre burada sistemsel sorunlar var. Tabii ki kadınların çalışması, üç kadına dahi yardımı olsa, desteklenmeli; ama hedef kitleye ulaşıp olayları azaltması imkansız. Çünkü bu olayların nedenleri kadınlar değil ki kadınlar çözsün. Bu olayların birçok nedeni var. Ekonomik nedenler var örneğin. Ekonomi bozuldukça canı sıkılan adam evde karısını stres topu olarak görüyor. Karısına, çocuğuna saldırıyor. Çünkü kadın hem ekonomik hem fizyolojik olarak zayıf. Bu anlamda canı sıkılan gidiyor kadına saldırıyor. En başta ekonomik, kültürel ve sistemsel sorunlar nedeniyle kadına şiddet var.

İkincisi toplumda yetiştiriliş tarzı da bunu etkiliyor. Kadın daha doğduğunda bir adım arkada tutuluyor. Toplumda erkek çocuğu olunca törenler yapılır. Kız çocuğu olunca susulur. Hatta halk arasında deyim olarak dahi var. Susunca kızın mı doğdu denilir. Daha doğumda şansız oluyorlar. Utanılacak ya da hoşnut olunmayacak hal olarak algılanıyorlar.

Daha doğuştan başlayan bu durum ailenin kültürel durumuna göre de şekilleniyor.

Kız çocuk ergenlik dönemine geldiğinde ekonomik ve kültürel durumu zayıf yada daha baskıcı ailelerde kendinden küçük erkek kardeşi bile onun üzerinde söz söyleme hakkına sahip oluyor.

Güçsüz yetiştirdiğimiz için de buna karşı çıkamıyorlar.

Bu gücü kıramıyor. Bunu kadınların örgütlenmesi, şiddete hayır demesi değiştiremez, çünkü bunlar Nasrettin Hoca’nın fıkrası gibi, testi kırıldıktan sonra testiyi yapıştırmak gibi, ama o testi bir daha eskisi gibi olmaz.

Kadın örgütleri, bir şiddet yaşandıktan sonra kadını destekliyor basına yansıtıyor, ses getiriyor ama çözüm bu değil ki. O nedenle ben daha etkili çalışmalar olması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin ilimizde kurulmuş kadın grupları var. Hiç Taraklı’ya gitmişler mi? Benim fotoğraf merakım vardı Taraklı’nın köylerine gittim. Gördüklerim beni hayrete düşürdü. Doğunun en ücra köşelerini aratmayacak yoksullukta, bağnazlıkta köyler vardı. Kadınlar peçelerinin arkasından korkarak bakıyor size. Kadın örgütleri bir kere gidip onlarla konuşmuş mu? Ya da herhangi bir köyün kahvesinde ‘’Kardeşim evde şiddet uğruyorsan şu hakların var, biz destek veririz, iş buluruz diye toplanıp bilinçlendirme yapmış mı?

Günümüzde şiddetin artmasının yüzde seksen nedeni ekonomik; insanlar aç, işsiz boşlukta canı sıkılan gidip zayıf halka olan kadına sataşıyor.

Yapılan çalışmalar da bana göre yüzeysel ve sorunu çözmekten uzak, sadece sorun yaşandığında duyurmak düzeyinde kalıyor. O nedenle yetersiz buluyorum. Daha örgütsel, daha tabana inen çalışmalar olmalı diye düşünüyorum. Tabi ki bu sadece kadınların örgütlü çalışması ile olacak bir şey değil. Sistematik olarak mücadele gerekiyor. Her şeyiyle eğitim sistemimizin, dünyaya bakışımızın oluşturulan algıların hepsinin değişmesi gerekiyor. Bu da kısa zamanda olacak iş değil çok yolumuz var.

-Kadınlara söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Kadınlar kararlı ve güçlü olsunlar. Bence her şeyin başı kararlılık. Önce hedeflerini masaya koysunlar sonra hayallerini koysunlar ve o hayale ulaşabilmek için kendilerine bir yol çizsinler. Bu yolda ne yaşarsa yaşasın asla geri dönmesinler. Başka türlü hedefine ulaşma şansı yok.

Kadın olsun erkek olsun hiç kimseye hayalleri tepsi de sunulmuyor. Bunlara ulaşmak için kararlı olmamız ve çok çalışmamız gerekiyor.

Hepsine kararlı olmalarını ve çok çalışmalarını tavsiye ediyorum. Tabi ki yolu belirledikten sonra yürümek çok kolay aslında ama bizim sorunumuz yolu belirlemekte.

Kadınlarımızda bir hedef yok. Kadın anne, kadın eş, kadın evinin hanımı ama bunun yanında kendi için bir şey olması gerekiyor. Kadın hep başkaları için bir şey. Çocuğu için anne, kocası için eş, evde temizlik yaparken hizmetçi, hep başkaları için var ama bana göre kendi için var olmalı.

Bunun içinde hedefi olmalı ve o hedefe ulaşmak için ne gerekiyorsa yapmalı. Korkup sindiğinde hiç bir şey değişmiyor hayatında. Üstelik daha çok ezilip horlanıyor. Ben bugüne kadar topluma göre yaşamayı sevmedim, hep ‘yanlış yapmıyorsam toplum bana göre yaşasın’ dedim. Çünkü benim hep bir yolum ve yol için çizdiğim bir haritam vardı. Kadının hayallerine ulaşması için bir hedefi bu hedefe ulaşacak bir yolu olmalı ve çok çalışmalı.

-Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Öncelikle çok teşekkür ediyorum. Sonrasında da çok çalışalım, gerçekten çalışmak için yola çıkmış herkesi destekleyelim. Kendine hedef çizmiş tüm kız çocuklarının yanında olduğumu söylemek istiyorum. O anlamda bana göre bir öğretmen bana fener tuttu karanlıktan çıkarttı biz de bir kişiye ışık tutabilirsek, umut olabilirsek ne mutlu bize diyorum.