6 Golün Davranışsal Ekonomisi

Yağız KUTAY Gazete Pencere'de yazdı: Nobel ödüllü Kahneman’ın meşhur ayrımından bahsetmek isterim. Sistem 1 hızlı, sezgisel, otomatik çalışan düşünme biçimi. Sistem 2 ise yavaş, analitik ve çabalı olan.

Futbolda Guardiola, Klopp gibi teknik direktörlerin asgari düzeyde bile başarısız olmamasının sırrı burada yatıyor. Oyunculara öyle bir oyun ezberi oturtuyorlar ki sahada karar anında Sistem 2’ye ihtiyaç kalmıyor. Pas açılarını görmek, doğru yerde konumlanmak, baskıyı yönlendirmek refleks haline geliyor. Yani büyük takım olmak için Sistem 1’e yaslanıyorlar.

Bu sadece teknik direktörler düzeyinde değil; futbol ekonomisinde de bu ezberi geliştirecek sporcuları yetiştirmek için maddi ve manevi yatırımlar yapılıyor.

Bizde futbol ekonomisi tam tersine işliyor. Daha iki gün önce Konya’da İspanya, Sistem 1 refleksleriyle Sistem 2’ye mahkûm millilerimize 6 gol attı.

Kulüpler milyonları transfer bütçelerine harcıyor, ama oyunculara Sistem 1 refleksi kazandıracak teknik ekip ve futbolcuları yetiştirecek altyapı yatırımı geri planda kalıyor. Halbuki sezgisel oyunun temelinde tekrar, doğru saha koşulları ve eğitim ezberi var.

Zaten bizde bu ezberi kazandıracak saha bile yok. O zaman tekrar da yok. Tekrar yoksa refleks de olmuyor.

Satılabilir oyuncu değeri, maaş yükünün azalması, transfer harcamalarının düşmesi…

Bunun için öncelikli ihtiyaç, antrenman sahalarının ve tesislerin artırılmasıdır. Türkiye’de amatör kulüplerin saha bulmakta zorlandığı, profesyonel kulüplerin bile hoca ve oyuncu yetiştirmeye yeterli alan ayıramadığı bir düzende Sistem 1’in inşa edilmesi mümkün değil.

Altyapıdan oyuncu çıkarmak yalnızca saha ve tesisle alakalı değildir; asıl değer, genç oyuncunun erken yaşta A takıma cesurca entegre edilmesiyle oluşur.

Fenerbahçe 11 maç oynatmasına rağmen Yusuf Akçiçek’i 22 milyon euro bedelle sattı. Galatasaray birkaç Şampiyonlar Ligi maçında sahaya sürdüğü 19’luk Ozan Kabak’ı devre arası Avrupa’ya sattı. Bir de sürekli oynadığını düşünün. Bonservis bedelleri ne kadar artardı…

Arda Güler’den Kerem Aktürkoğlu’na kadar pek çok isim altyapıda onlarca maç oynamadan, A takımda süre buldukça parladı. Benfica veya Ajax örneklerinde de gençler altyapıda değil, A takımda pişerek vitrine çıktı.

Yine de bir oyuncunun A takımda yüzlerce maç oynamaya layık hale gelmesi için sağlam bir altyapı eğitimi, doğru saha koşulları ve tekrarlarla yetişmesi şarttır. Beraberinde yetişecek hocalarla birlikte tabii.

Yani mesele hem tesis, hem donanım, hem de bu oyuncuları zamanında oyunun içine atmaktır.

Kısa vadeli, yüksek maliyetli çözümler yerine uzun vadeli, verimlilik artırıcı yatırımlara yönelmek her alanda başarı için şarttır.

Futbol kulüpleri pahalı transferlere bel bağlarken, ekonomide de benzer şekilde günü kurtaran kredi genişlemesine yaslanılıyor. Kalıcı başarı da kalıcı istikrar da uzun vadeli yatırımlarla mümkün.

2025 yazında üç büyük kulübün toplam bonservis harcaması olan 230 milyon €, Türkiye'nin yıllık cari işlemler açığının (yaklaşık 16 milyar USD) sadece %1,4'üne (ortalama döviz kuru üzerinden yaklaşık %1,5 – 1,6) denk geliyor.

Astronomik maaşları da katarsak %3,5’un üzerinde. Yani tek bir yaz döneminde yapılan transfer harcaması, ekonominin dış dengesinde kayda değer bir yer tutuyor.

Doğru olan, Sistem 1’e yatırım yapmak:

Tekrarla öğrenilen, refleks haline gelen bir istikrar yaratmak. Futbolda bu, genç oyunculara pas ezberi, doğru yer tutma yetisi kazandırmak üretim kapasitesini artıran uzun vadeli yatırımlar demektir.

Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın büyüklüğü kısa vadeli çözümlerle değil, Sistem 1’i besleyen yapısal yatırımlarla mümkün.

Asıl soru bu yatırımların neden yapılmadığıdır.

Yoksa sorun, kulüplerin sürdürülebilir başarıya ulaşması değil, yönetsel ve siyasi kontrol altında tutulmasına yönelik bir anlayışın sonucu mu?